
CENÂB-I HAK, kulları yaratılış bakımından olduğu gibi, yaşayış ve maişet bakımından da farklı seviyede yaratmıştır. Kimi zengin, kimi fakir, kimi orta hâlli... Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır: “Allah rızkı vermekte bazınızı bazınıza üstün kıldı.” (Nahl, 71) Bütün insanların aynı seviyede gelir sahibi olmaları imkânsızdır. Çünkü toplumda mesuliyet ve enerji sarfı bakımından birbirinden çok farklı görevler vardır. Bu görevlerin ihmalinden doğacak zararlar, cemiyeti felce uğratır. Bütün görevlerin ücreti aynı olsa, kimse ağır ve mesuliyetli işe talip olmaz, hep hafifini tercih eder. Böylece ağır ve mesuliyetli işler ihmale uğrayarak hayat nizamı bozulur. Demek ki gelir ve geçim bakımından insanların farklı olması büyük bir zarurettir. Ne var ki, bu farklılığın büyük bir uçurum meydana getirmemesi için, arada bir irtibat ve köprü lazımdır. İşte o köprü de zekâttır…
Kur’ân-ı Kerîm’de zekât, namazla birlikte zikredilmiştir. Âyetler dikkatle incelendiği zaman namaz ferdi temizlenmeyi, zekât ise toplumsal temizlenmeyi ifade ettiği dikkat-i nazardan kaçmamaktadır. Hayatın iki temel yönü fert ve toplum namaz ve zekât ile mutluğu yakalayabilmektedir. Mü’minun sûresinin ilk ayetlerinde kurtuluşa, felaha ermiş insanlardan şöyle bahsedilmektedir: “Mü’minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler. Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtı öderler.”
Diğer bir ayette ise mealen şöyle buyrulmaktadır: “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.”
Zekât, malın temizlenmesi demektir çünkü zenginin malında fakirin hakkı vardır. Zenginlik kişinin kendi kazandığı değildir. Zenginlik Allah’ın kulu için vermiş olduğu bir fazlalık ve imtihan vesiledir. Bu sebeple zenginliğin kendisine verildiği insan, malın kendi çabasıyla artmadığının, Rabbi tarafından zengin kılındığını ve fakirin kendi malında hakkı olduğunu unutmamalıdır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.” (Zâriyât, 19)
Zekât, kulun Rabbine kul olması gerektiğini hatırlatır. Zekât, Rabden başkasına kulluğun yanlış olduğunu, fani olana tamah edildiği zaman fani olunduğunu, asıl bağlanılması gerekenin Baki olan Allah (cc) olduğunu ifade eder. Çünkü insanoğlu yaratılış itibariyle tamahkârdır, doyumsuzdur. Zekât ise bu tamahı asgari boyutlara indirgemekle, kişiyi dünyada ve ahirette iyilikler içerisinde olanların zümresine dâhil eder.
Zekât bireyi toplumun bir parçası olduğunu unutturmaz. Bireyin bencillikten kurtulmasına vesile olur. Bu yönüyle de zekât toplumsal bütünlüğün sağlanmasına, yardımlaşma duygusunun artmasına sebep olur.
Zekât verilirken dikkat edilmesi gereken en önemli konu, zekât verildiğinden dolayı fakirlere karşı minnet edilmemesi ve fakirlerin başına bu durumun kakılmamasıdır. Çünkü böyle verilecek bir zekâtın kişiye sağlayacağı hiçbir faydası yoktur. Kur’ân’ı Kerîm’de bu hususu şöyle vurgulamaktadır: “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (El-Bakara, 262) “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Bakara, 264)
Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, halimdir (hemen cezalandırmaz) mühlet verir.
Zekât, toplumda meydana gelebilecek toplumsal olumsuzlukları da ortadan kaldıran bir ibadettir. Fakirin gittikçe fakirleştiği, zenginin ise git gide zenginleştiği bir toplum, içinden çıkılmaz olumsuzlukları yaşayabilir. Zengin ile fakir arasındaki uçurumun kalkması, fakirin içinde bulunmuş olabileceği duygusal yıpranmayı gidermesi için zenginler fakirlerin hakkı olan zekâtı ödemekle yükümlüdürler.
Zekât bir ibadettir ve Yaratanımızın emridir. Birçok faydaları vardır. Ancak bununla beraber asıl ifa edilme sebebi Allah rızası olmalıdır. Her ibadetin özünde asıl yatması gereken unsur Allah (cc) rızasıdır. Allah’ın rızası gerçekleştirilmek için yapılmayan her ibadette ise dünyalık fayda elde edilse dahi uhrevî açından bir getiri elde edilemeyecektir. Bu sebeple ibadetlerimizi yapmaya gayret gösteriyorsak, ibadetlerimizde bulunan niyetlerimizi de halis hâle getirmemiz gerekmektedir. İnşallah böyle bir halis niyetle yapmış olduğumuz ibadetler, hem kendimize hem ailemize hem de hayatiyet bulduğumuz bütün insanlara fayda getirecektir.
Zekât, mülkiyette kuvvet dengesidir. Ne tamamen sâhibinin mülkiyetini giderir, ne de tamamen onun elinde bırakıp fakirlerin de onu edinmelerine mâni olur. Mülkiyeti belli ölçüler içinde fakir ile zengin arasında bölüştürür.
Zekât, bir nevi sosyal güvenlik ve içtimaî sigortadır. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek; fakir, miskin, borçlu, yolda kalmış yolcu gibi zayıf insanların elinden tutmak zekâtın hedefleri arasındadır. Ferdin şahsiyetini takviye eden, iktisaden güçlendiren, maddî ve mânevî imkânlarını geliştiren her şey cemiyeti de kuvvetlendirir.
Zekât, ihtiyaç sahibi bütün sınıflara, bu sınıfların bedenî, ruhî, ahlâkî her türlü ihtiyaçlarına şâmil bir sigortadır.
Sözde demokrasi havarisi, özde zulmünden arşın titrediği, Batı’nın/ gayr-ı İslâmî cenahın hâl-i pür melâline bakalım… Modern sosyal sigorta fikrinin ilk temeli 1941 yılında atılmıştır. İngiltere ile ABD temsilcileri 1941 yılında Atlantik Antlaşması için toplanmışlar, bu toplantıda fertler için sosyal sigorta teşkilâtının kurulmasını karara bağlamışlardır. Hâlbuki İslâmiyet bunu zekât müessesesi ile 1400 yıl önceden vazetmiştir.
Zekât, toplumda zengin ile fakir arasındaki uçurumları, farklılaşmaları ortadan kaldırır. Sınıflar arası mesafeyi yaklaştırır ve orta sınıfın teşekkülünü sağlar. Toplumda orta hâlli vatandaşların artması, piyasada rahatlık meydana getirir. Mal sadece bir sınıfın inhisarında kalmaktan kurtularak fakirlerin de satın alma güçleri artar. Sırf zenginler değil, geniş bir halk kitlesi de cemiyet içinde sıkılmadan zarurî ihtiyaçlarını temin ederek yaşayabilme imkânına kavuşur. Malın sadece zenginler elinde dolaşan bir servet olması, âyet-i kerîmeyle yasaklanmıştır (el-Haşr, 7. âyetin tefsirinde teferruatla anlatılmıştır). Bu da zekât yoluyla temin edilir.
Zekât, paranın stok edilmesini önler, yatırıma yöneltir. Çünkü kârdan değil, anaparadan verildiği için işletilmedikçe devamlı eksilecektir. Sahibi de eksilmeyi önlemek için parayı yatırıma yöneltir, artırma yoluna gider.
Zekât, toplumun fertlerini birbirine kenetler. Zekât sosyal bir yardımlaşma olmak hasebiyle fertleri birbirine kenetler. Zenginde fakire karşı sevgi, şefkat ve merhamet duyguları gelişir. Fakirde ise zengine karşı itaat, hürmet, işinde titizlik hisleri inkişaf eder. Kıskançlık, düşmanlık, haset duyguları törpülenir, hatta tamamen yok olur. Ne zengin fakire zulmeder ve onu minnet altında bırakır, ne de fakirde zengine karşı zillet ve esaret, kin ve adavet duyguları teşekkül eder. Hadis-i şerîfte buyurulmuştur: “Kalpler, insanı iyilik yapanı sevmeye, kötülük yapanı da sevmemeye zorlar.”
Zekât, sadaka, kurban, karz-ı hasen ve vakfetme gibi ibadetler tam anlamıyla paylaşma, dayanışma ve yardımlaşmayı öğreten ve yaşatan ibadetlerdir. Hz. Peygamberin “Komşusu aç olduğu hâlde kendisi tok yatan bizden değildir” hadisi, paylaşmanın ve yardımlaşmanın önemini bizlere bildirmektedir. Kur’ân’ı Kerîm, defalarca “Namaz kılınız, zekât veriniz” emrini tekrar eder. Ruh ile bedenin birliğinin/ ahenginin, bir olan Allah’a ibadetle cemiyete olan borcunu ödemenin bir defada ve aynı yerde beraber emredilmiş olmasından daha iyi bir görünüm olabilir mi? Hep bir arada toplu olarak yapılan ibadet ve duanın, bireyin mutluluk ve sağlığına ilişkin olumlu katkıları olduğunu gösteren araştırmalar ibadetin toplum açısından ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Beşeriyetin içtimaî hayatının varlığının sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için, toplumsal denge ve barışın bir şekilde sağlanması ve fertler arasında duygusal gerilime yol açabilecek etkenlerin giderilmesi şarttır. Bir toplumda zenginlerin ve fakirlerin bulunması tabiidir. Fakat tabii olmayan, bunların birbirlerinin haklarını gözetmemesi ve sosyo-ekonomik açıdan gerilim ve gerginlik sebebi olmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu yönde yapılan düzenlemelerle âdeta böyle bir gerilimin potansiyel varlığı ima edilmekte, bunun engellenme ve giderilme yolları teşhis edilmektedir.
Devâyı ihsan eden Allah (cc) zekâtın sosyal güvenlik fonksiyonunu, onun gelir dağılımını düzeltici fonksiyonuyla da doğrudan bağlantılıdır. Bilindiği gibi, sosyal güvenlik tedbirleri, fonksiyonlarını yerine getirirken, gelir dağılımını düzeltici (gelirin yeniden dağıtımı, ikincil gelir dağılımı) etkileri yapmaktadır. Bununla birlikte gelir dağılımını düzeltici etkiler yaparak fonksiyonlarını yerine getirmektedir. Zekât İslam’daki sosyal güvenlik tedbirlerinin başında gelmektedir. Zekât bu boyutuyla, insan hakları açısından da önemli bir kavramdır. Zira günümüzde insan hakları teorisyenlerinin, “sosyal ve ekonomik haklar” diye ifade ettikleri haklarla sağlanmak istenen hedefler, büyük ölçüde zekâtın hedefleriyle paralellik arz etmektedir.
Sonuç olarak… Zekât, günümüzdeki sistemlerin tehlike olarak gördüğü olaylara insanî çözümler bulması yanında, istihdam hacmini genişletmesi, âdil servet dağılımına yardımcı olması, yatırımları teşvik etmesi yönüyle sosyal dayanışmayı temin eden ve bu yolla sosyal güvenlik kurumlarına büyük ölçüde ihtiyaç bırakmayan bir müessesedir.
Zekât, toplum hayatının temel direklerinden biridir ve insanları yerleşik hayat içerisinde cemaat ruhu ile birbirine bağlayan en önemli unsurdur. Ayrıca bu inanç üzerine bina olan vakıf sistemi ve kurumlaşması İslâm şehirlerinin en önemli hususiyetini teşkil etmektedir. Kadim medeniyetimiz bunun emsalsiz misalleriyle doludur. İslâm’ın yardımlaşma ve paylaşma ile ilgili emir ve prensiplerinden doğan vakıf sistemi de toplumsal hayat ve dayanışmayı sağlayan önemli müesseselerden biridir.
Unutulmamalıdır ki, devlet başkanından dağdaki çobana kadar herkesi aynı safta omuz omuza bir araya getiren namaz; konuyu daha da ileri götürüp aynı statüde olmaktan öte aynı giyiniş biçimiyle de her kademeden insanı aynı duygularla bir araya toplayan hac; açlığın yoksulluğun fakirliğin ne demek olduğunu fiilen tattıran oruç ve bütünüyle zekât, birer ibadet olmalarının yanında, oluşturdukları cemaat ruhuyla, sosyal dayanışma, sosyal denge ve hatta sosyal güvenliğin oluşmasında küçümsenemeyecek etkileri olan ibadetlerdir.
Kısaca İslâm’daki bütün ibadetlerin bir de dünyaya bakan yönleri vardır ve sosyal içerikli ibadetlerdir. İbadetlerin sırrı Allah’a kul olmanın şiarıdır. Sonuç olarak ibadetler her ne kadar öncelikli olarak bireyi ilgilendirse de bir madalyonun diğer yüzü gibi toplumu ilgilendiren bir yüzü de bulunmaktadır. Dinî hayatın imandan sonra vazgeçilemez unsuru olan ibadetler, insanın Allah’la arasındaki ilişkinin dış dünyaya akseden yönünü yansıtırken, aynı zamanda insanın toplumla ilişkilerini tanzim etmesi açısından da önemlidir.
Son söz Kur’ân’ın: “Onların mallarından sadaka (zekât) al. Onunla kendilerini temizlemiş ve tezkiye etmiş olursun.” (Tevbe, 103)