Zamana taşınan

Zaman her fani için en hızlısından akmaya devam ederken, kim set olabilmiş ki önünde? Gidenler kervanına dâhil olana kadar paylaşabilme, iktifa ve hırs üzere olmama ameliyelerini taşımak gerekiyor.

Ayrı bir zamanda şimdi

GEÇMİŞİN mirasını yanına alarak yol alır insan ve şimdinin ağırlığıyla dertlenir. Heyula ve dağdağalı bir zamanda uzun bir yoldadır. Yetim maziden gelip, kavil tutmayan zamanlardan geçip geleceğin deli çıbanlarına ulaşır adeta. Bu seyrüseferinde insanlık mirasına olumlu anlamda bazı şeyler katar veya bu mirası örseler, kendinden sonra gelen nesillere bu birikimi aynı şekilde gerisin geri aktarır.

Hayatın içinde kötülükler de, çirkinlikler de var ama “İnsanın dünyadaki vazifesi dünyayı güzelleştirmektir”1 anlayışındaki güzellikleri görmemiz gerekiyor. Bütün mesele, vicdan sahibi bir insan olabilmekte ve vicdanın mayası olan merhameti taşıyabilmekte değil mi? Güttüğümüz dâvâlar gücümüz olacaktır elbette ama zamanın esrarını çözecek aşkınlığa, adalet üzere sahip olmalıyız bir taraftan.

İnsana perçin olan tercihler, zamana ve ortama göre şekil alıp değer bulacak veya geriye götürecektir. Çabamız, var olan bu dünyada istediğimiz ve bu doğrultuda çaba gösterdiğimiz güzelliklerle örülü olmalıdır. Nasıl olsa her yeni çağ kendi müdavimleri ve kurallarıyla yolunu bulacaktır ama biz kendi çağımızda bu kadar ezberin içerisinde, zamanın hesabını iyi tutup oyunları bir bir bozmalı ve Nemrut’un ateşine su taşıyan olup sağ selâmet işimize bakmalıyız.

Kırık ayna

Köşesi kırık bir aynaya yaslanmış bir sırt hayata duruyor. Yolculuğun ve yokluğun habercisiyle bu esriklik cascavlak... Bir iyelik ilişkisi, yalnızlık habercisi dudağının kenarında ve burkuntu kenar soylu sunağında büyüyor... Derdi ertelenmiş düşleriyle beraber boynu eğik bir hiçliğe salıyor. Gözleri bir dalıp bir dik bakıyor hayata, özlem yollu uzun bir hüzün boylu seremonisince...

“Kirpiklerin neden su topladı?” dedim, “Hiç, ıslak” dedi. Elini kolunu rahatına koyamayan misafir ürküntüsü taşıyorken ölçüsünde keder griliği, üzerine dar olduğu kadar birilerine sıkıca sarılmak olamaz artık dediğimiz... Her bir tecrübe de ceriham taşıyacak derdimiz oluyor. Dışı harabe, içi hatıra dolacak insanız ya hani, hayatımız kırık aynalardan akseden...

Önceki söylenenlere akraba olabilecek öğretiler taşıyan yaş kemâlindeyiz ne de olsa. Yaşamak, ölümlü bir son demek değil sadece bütün bildiğimiz. İzdüşümüne düşmek ya da gölgesi olabilmek hayatın... Hiçbir halavetinin olmayışıyla mustazaf olmak, böyle bulmak demektir. Çaresi “ne, niçin, neden” dediğimiz gerekçe.

“Vasati kırkçöp”

Kibrit kutularının üzerine “Vasati kırkçöp” yazan anlayış, hak gözetmeyi öncelemiş görünüyor. Çöpü eksik gelen ile fazla gelen arasında “Hakkını helâl et” rikkati taşıyor. Otuz dokuz ile kırk bir arasındaki dengeyi kurmuş görünüyor. Eksi-artı, yüzde bilmem kaç fazla veya eksik anlayışının atasıdır belki de, kim bilir. Teknolojinin emarelerini de taşımıyor değil. Ayrıca, miktar-ı kâfi hükmündeki bu “vasati kırkçöp” anlayışı, hayatın kolaycılığının ilk numunelerinden biri olsa gerek.

Tevazu ve rikkat üzere olmak, insana en güzel yakışandır. Diğerkâmlık hasleti de buna dâhil edilebilir. Böyle güzel insanlar röper noktaları gibi olmalılar ki toplumun geneline sirayet edebilsinler. Yoksa üç dinin de kâfiri olmak gibi bir kayıp yaşanacaktır.

Hep daha fazlasını isteyen insan nefsinin karşısında zırhını kuşanıp görkemli ve sarih bir şekilde gardını alsın yeter ki. İnsanı huşunete ve egoizme sürükleyen anlayışlar galip gelmesin. Yoksa bu büyük hırsla, mizacını dahi körleştirmeyi göze alan insandan ne beklenebilir ki? Kaybettiklerini hep göz ardı eden insan, bir cendereden çıkıp daha başka bir cendereye girerek çok şey kazanacağını zannediyor ama nafile.

Zaman her fani için en hızlısından akmaya devam ederken, kim set olabilmiş ki önünde? Gidenler kervanına dâhil olana kadar paylaşabilme, iktifa ve hırs üzere olmama ameliyelerini taşımak gerekiyor. Gani ve derviş gönüllü olmak da bunu gerektiriyor. Ateşi söndürmeden bir sonraki ocağa çıngı olabilmek ya da yoğurdu tüketmeden bir sonraki süte maya olabilmek gibi devridaim ve basit bu hayat, daha çok türlü kolaycılığa insanları taşımalıdır. Ama kırıp dökmeme asaletinde...

Hepimizin bir şekilde yarımızın kalacağı bu dünyada “vasati kırkçöp”, bize kanaati, letafeti, hak yememeyi, nümayişten uzak olmayı öğretmeye bihakkın devam etmelidir. Ateş yanarken ateşdanlığın da köz hâline geleceğini unutmamak gerekir. Ne diyelim, Allah, dünyayı paylaşabilme ve kanaat yetisini elimizden almama bahtiyarlığını bize bahşetsin. Mamafih, bugün mevcut durumda bütün ezberlerimize kırıp dökmeden reset atıp yepyeni ezberler ve kuramlar üzerine yol almamızın zamanı geldi de geçiyor bile.

Hazır kıta

Toprağın çektiği bedenler hazır kıta; ruh, mahşere yürüyecek. Bu gitmeler belki de senin yokluğunda kendisini sevindirmiş olacak. Ve dahi gri bir avaz bırakan bütün son nefesler, hazır bir kıta olacak akıbetine. Yaşanan bu hayat, ölümün önsözü gibi insanın kitabesinde yerini alacak ve dikilecek mezar başına. Hançer gibi belinde taşınan bütün meşakkatler, bu yolculuğun yalnızları olarak kalacak. Her bir gidiş, uzak hayâllerin yolda kalmışlığı olarak mazideki yerini böylece almış olacak.

Her bir ömür, başkalarının doğumlarında neşet edip üzüntüleriyle savrulacak. Apansız gidivermeler, kimilerine ibret olmanın yanında şamar olacak. Her hâlükârda insan yüzünü, beraberinde genetiğini, mizacını ve günahlarını da taşıyacak. “Ölüm telaşı ölümden korkunçtur”2 sözündeki bu hazır kıta ve kaygı hâli daha kötü geçecek. Bütün bu kırılmalar ve yolda kalmışlıklar, sözdizim sada olarak kalacaklar.

Sonuçta her bir can, varoluş manifestosunu ömrü çerçevesinde yazacak. Her ne kadar korkular birlikte yaşansa da, başa gelecek son, yalnızlığı olacak. Yaşarken biriktirilen bütün mutluluklar yağmalanacak ve bu gürültü, can bedende olduğu müddetçe ikâme olacak. Her ayrılık gürültü yapsa da sonrası sessizlik olacak. Kol kırılıp da yenin içinde kaldığı hayat, bu kadar basit olacak.

 

 

1Hadis

2Seneca