Zaman zaman

O saatin içindeki akrep-yelkovan koşusuna eşlik etmeye devam edeceğiz. Yaşadığımız âna değil saatin yetip yetmediğine bakacak, çocukluk döneminin güzelliklerine, gençliğin ateşine, olgunluğun deneyimlerine ve yaşlılığın bilgeliğine değil de geçip giden zamana odaklanacağız. Hep bir şeyleri kaçırmış gibi, hep yetişemiyormuş gibi hissetmek zorunda mıyız gerçekten?

VAROLUŞ ve zaman iç içe geçmiş iki kavram. İnsanoğlunun bilinç kazanmasıyla sahnede yerini alan zaman kavramı bir yandan dur durak bilmeden yoluna giderken, diğer yandan tarih denen bir iz bırakır ardında. İşte bu tarih oluşumu, zaman kavramını herkes için farklı bir konuma oturtur. İnsanın ve insanlığın tarihi, evrenin tarihi, sonrasında hangi konuya hangi başlığı atarsanız onun tarihi ortaya çıkar. Hayvanlardan bitkilere, teknolojiden ülkeler tarihine kadar geniş bir alan, zamanın ardında bıraktığı izleri kategorize eder. Peki, senin tarihini nasıl yazıyor zaman?

Yaramaz bir çocuk gibi seni dinliyor; bazen anlıyor, çoğu zaman ise anlamak için uğraşmıyor bile, sadece koşuyor, ardına bakmadan kaçıyor zaman. Yalnız hiç affetmiyor; istersen nefes almadan, kıpırdamadan dur, istersen her şeyden biraz ol, sana dokunup dokunup kaçıyor. İllâki izlerini seriyor arkana. Şöyle bir arkamıza bakmalıyız o yüzden “Bizi takip eden ne?” diye.

“Zaman zaman böyle oluyor” deriz, “Zamana bırak”, “Zamansız oldu”, “Zaman yönetimi yapalım”. Zamanı yönetmeye ya da sahip olmaya, onu iyi değerlendirmeye çalışırız. Bütün bunlar zamanın umurunda mı sizce?

İnsan ve toplum hayatı dağınık ve rastgele bir yaşam için pek uygun değil. Dağınık bir yaşamın kalitesinden çok söz edemeyiz. Bir programa, program için de zamanı göstergeye dönüştürme zorunluluğumuz var. Uyanmanın ne zaman olacağı, sabah kahvaltısının zamanı, işe veya okula çıkış, iş ve dersin yapılma birim zamanları, eve dönüş aracında geçen zaman birimi, akşam zamanı ve diğer programların istatistiği için saat kavramı kullanılır ve böylece telefonumuzun ve kolumuzdaki saatin içindeki zaman hareketi önemli bir parçamız olur. Burada iki grup insan vardır: Zamanla anlaşanlar ve zamanla anlaşamayanlar. 

Zamanla adeta kavga edenler vardır ve şikâyetlerinin çoğunluğunu zamana yüklerler. “Yetişmiyor, yetişemiyorum, yetmiyor”, “Ne çabuk geçip gitti”, “Zaten bu kadar zaman yetmezdi”, “Bu kadar işe bu kadar zaman adil mi?” gibi şikâyet ve kavgalar neredeyse bir ömür sürer ve yaşam son bulma aşamasına geldiğinde son bir soru daha belirir: “Biraz daha vaktim olsaydı…”

Diğer grupta ise barış imzalanmıştır. Zamana değil kendine yatırım yapanlar vardır. Yine telefonun saat kısmına bakılır, yine duvardaki ya da koldaki saate bakılır ama bir telaş için değil. Zamanın en hızlı geçtiği anlardan biri olarak üniversite sınavlarını örnek verirler genelde. Gerçekten de inanılmaz bir deneyimdir; herkesin ortak görüşü, zamanın inanılmaz hızıdır. İlk gruptakilerin durumu bellidir; bir telaş ve panik havası… Ama ikinci grup kendinden emindir. Zamanla anlaşma yapanlar saate değil, âna bakarlar. An içinde neyle beraberlerse onunla bütün oluşturmaya çalışırlar. Farkında ve bilinçli yaşamak, neyi nasıl yaşamak istediğini bilmek ve buna göre çalışmak kişinin olgunluk seviyesini gösterir.

Üniversite sınavının kaç saat ve dakika süreceğini o sınava girecek her öğrenci bir iki sene öncesinden bilir. Bunlardan büyük kısmı bu zaman dilimi için ölümüne bir hazırlığa ve yarışa başlar. Deneme sınavlarında kronometre tutulur daha hızlı soru çözmek için. Herkesin elinde ve zihninde sihirli bir güç yok tabiî, bazıları toplum hayatının getirdiği karmaşada sağlıklı ve refah seviyesi yüksek bir yaşam için diğerlerinden daha çok mücadele etmek, diğerlerinden daha hızlı olmak zorunda. Buna hiçbirimiz itiraz etmeyiz sanırım. 

Lâkin birileri nasıl oluyorsa hep hazırdır, sakindir, koşmaz da yürür ve bazen koşanlardan daha çok yol kat ederler. Buradaki farkı oluşturan çok etken var. Zihinsel, genetik, ailevî durumlar ve alınan eğitim kalitesi bunlardan bazılarını oluşturur. Bu imkânlara sahip her öğrenci aynı durumda değildir tabiî; kişiyi farklı kılan en önemli unsur, yaşam vizyonudur. Ne yapmak istiyoruz, nasıl yapmak istiyoruz, neredeyiz ve nereye doğru yürüyoruz? İmkânlarımızı ya da imkânsızlıklarımızı nasıl değerlendiriyoruz?

Birey ve zaman

Hedefi, hayâli ve vizyonu netleşmiş birey, üniversite sınavına rahat hazırlanmıştır. Konulara hâkimdir, onlarla barışıktır, seviyordur, çözülemeyecek problem yoktur ona göre. Biliyordur ki, tek yapması gereken, o an, içinde ve hazır bulunmaktır. Soruyu okuduğunda tamamen sorunun içindedir ve okuduğu metne tam olarak sahip olur; cevap net olarak zihin ekranında belirir ve yapması gereken basittir: Zihnindeki cevabı oyalanmadan kâğıda aktarmak… 

Tabiî ki çoğu insanın zihni bu kadar rahat olamıyor, olamayacak. Ben de dâhil, o saatin içindeki akrep-yelkovan koşusuna eşlik etmeye devam edeceğiz. Yaşadığımız âna değil saatin yetip yetmediğine bakacak, çocukluk döneminin güzelliklerine, gençliğin ateşine, olgunluğun deneyimlerine ve yaşlılığın bilgeliğine değil de geçip giden zamana odaklanacağız. Hep bir şeyleri kaçırmış gibi, hep yetişemiyormuş gibi hissetmek zorunda mıyız gerçekten?




Zaman en iyi nasıl değerlendirilir?

Zamanı en değerli kılan uğraşlar, insana ve yaşama katan anlar ve uğraşlardır bence. İş, eğitim, ev temizliği, tedavi, ibadet, iyilik ve aklınıza gelebilecek iyi olan, örnek olan, değer katan, gelişim sağlayan, destekleyen, yaşatan her uğraş, zamanı kıymetli kullanmaktır.

Çoğu şeyde olduğu gibi bu konuda da aşırılık pek tavsiye edilmez. Zamanı faydalı kullanmanın da bir dengesi ve oranı olmalıdır. “Zamanı verimli kullanacağım” diyerek uyku dışındaki tüm zamanı bir şeylerinden koşarak harcamamalıdır. Bir veya birkaç konu varsa ilgilenilen, çalışılan ve araştırılan, kendimizi yoracak şekilde konu sayısı arttırılmamalıdır. Toplumdan ve yaşamdan çok uzaklaştırmamalıdır. Aldığımız nefesi araştırırken, nefes aldığımızı fark edemeyecek kadar kaybolmamalıyız. Bize ulaşmaya çalışan, mesaj atan insanları “Çok yoğunum” diyerek her seferinde uzaklaştırmamalıyız. Yetişmiyorsa yetişmiyordur; “Olduğu kadar, olmadığı kader” demişler.

Zamanın izleri olan tarihî olaylar, mekânlar ve yazılı/görsel eserler bize geçmiş dönem insanlarının zamanı nasıl kullandıklarına dair örnekler de sunarlar. Tarih her açıdan bizim için bir öğüt aracıdır. İzleri takip etmek ve ona göre yeni ve sağlam izler bırakmak, iyi bir ilerleyişin anahtarıdır. Sorumlu olduğumuz alanı (okul, ev, çalıştığımız yer) bu tür önemli konularda bilinçlendirmeliyiz. Gündelik yaşamımızda, çevremizde muhakkak birileri ile iletişim hâlindeyiz. Bazen iş, okul veya ev ortamında ya da bir yolculukta birileri ile uzun süreli bir sohbet yapabiliyoruz. Zamanı verimli ve faydalı kullanmak adına bu sohbetleri değer üreten bir çerçeveye oturtmak, bence yapılabilecek en güzel şey. Zira insan sadece okuyarak değil, konuşarak ve diğer insanların sahip olduğu bilgi ve tecrübeyi paylaşmasıyla çok şey kazanır. 

Gündelik konuşmalara baktığımızda, çoğunlukla akşam haberlerinde değinilen konuların ortak konular olduğunu görüyoruz. Üstüne bu konular günleri ve haftaları kapsarsa, kaçan zamanın haddi hesabı olmuyor; sermaye ucuza tüketilmiş oluyor. Ekonomik gündem, siyaset, spor gibi konuların haftaları değil, bir ömrü kapsadığı insanları da görüyoruz artık. Ekonomiyi çekiştirmeyi, siyasetin bir tarafını tutup diğer tarafları topa tutmayı, fanatiği olduğu takım için fedakârlıklar yapmayı hayatlarının vazgeçilmez bir parçası yapanlar, hem en değerli hazine olan zamanı insafsızca harcamış oluyor, hem de zaten kısa olan insan ömrünü insana değer ve anlam katacak birçok faydalı ilim ve uğraştan mahrum bırakmış oluyorlar.

Sigara içenler ne olur kızmasınlar ama burada sigara ile ilgili de bir örnek vermek istiyorum: Beden yapımız her bir parçasıyla ayrı ayrı ve bütün olarak, sağlığımızdan tutun s ruhsal yapımıza kadar en verimli hâlimizde hayat bulmamız için müthiş bir çalışma sergiler. Ne tür bir bilgi ile donatılmış ve ne tür bir görev ile sorumlu tutulmuş ise, bunu en iyi şekilde son ana kadar yapmak için çabalar. Zaman onun için tek bir şey ifade eder: Zaman akıyorsa görev ve sorumluluk da devam ediyordur; taviz vermeden gayrete devam! 

“Gayret” diyorum, çünkü bazı insanlar için ne yapsalar da güçlerinin yetmediği bir aşamaya gelip erkenden tükenebiliyorlar. Burada tamam, beden ülkesi bizim sağlığımız için yedi gün yirmi dört saat görev başında ama bu görev için dışarıdan bazı malzemeler göndermemizi bekler. Sağlıklı besin, dengeli spor aktivitesi, sağlıklı düşünmek ve tabiî ki temiz hava gibi… Oksijen hem besin yakımı, hem enerji düzeyi, hem de sağlıklı beyin faaliyetleri için su ile beraber olmazsa olmaz ihtiyacımızdır. İster keyif, ister derdi için içiyor olsun, içeride bizim için hayat bulan, bizim için sağlık üreten, bizim kaliteli bir içsel karakter ve vizyonumuz için çabalayan dünyaya sis ve zehir bulutu göndermeye hakkımız yok. Bu çabayı baltalamaya hakkımız yok. İçerideki zamanı sise boğmaya hakkımız yok. Sağlığı sürdürülebilir hâlde tutmak isteyen mekanizmaların zehir temizlemek için zorlu bir çabaya girseler de zehrin sürekli içeriye akmaya devam etmesi bir süre sonra içerdeki mücadelenin gün geçtikçe daha kötü bir hâl alması demektir. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: İnsan ömrü çok kısa. Bu kısa zaman dilimine asla sığdırılamayacak kadar ilim, fayda, vazife ve diğer insan sorumlulukları varken, boşa geçirilen her an, hakikatin önünü kapatan bir sise dönüşür. Boş zaman, rahatlık düşkünlüğü, şikâyet ve isyan, hırs ve kin, cimrilik ve diğer nefsî olgulara teslim olup kendine ve topluma zarar vermek, adeta sigara gibi manevî ciğerlerimizi helak eder. 

Zaman, Rabbimizin bahşettiği büyük nimetlerden ve büyük sorumluluklardan biridir. Bu nimete verilen önem, kendine önem ve çevresine, ayrıca Rabbinin rızasına önem vermektir. Sorumluluk sahibi olarak verilen zaman nimetinin hem şükrünü eda etmek, hem de onu iyi şekilde değerlendirmek sadece bize ait şahsî bir durum değildir. Ailemize ve çevremize, aşılamamız gereken değerler mirasının başlıcalarındandır.

Üniversite sınavındaki o birkaç saat nasıl önemli ise, insana verilen ortalama altmış senelik ömür de o kadar önemli. Baksanıza, binlerce yıl geçmiş, bir yüz sene nedir ki?

Zaman zaman zamana bakıp tefekkür edelim, zamanı verene şükredelim, zamanın hakkını verelim ve hem kendimize, hem sevdiklerimize, hem ihtiyaç sahibine zaman ayıralım. Zira zaman kıymetli dostlar, onu kıymetlendiren, geleceğini de kıymetlendirir.

Zaman su gibi akıp geçti yine, değil mi? O akışın içinde güzellikler olsun. Allah’a emanet olun...