Zaman zaman içinde, insan ziyan içinde

Zamanda ve boyutlar arasında astral seyahatler yapmakla emrolunmadığımıza göre, yapacağımız tek şey, zaman açısından ziyandan kurtulmak için zamanın kıymetini bilmek ve onu iyi kullanmaktır. Zamanımızı Yaratıcı’nın razı olacağı bir şekilde geçirmek, hakkı ve sabır tavsiye etmek şiarımız olmalıdır.

Zaman nedir?

“Zaman nedir?” diye hiç düşündük mü? Çoğumuz bu soruya “Elbette” diye cevap verebilir. Hatta “zaman” denilince bir refleks olarak hemen kolumuzdaki saate ya da artı dijital bir gölge olan telefonumuza bakarız. Hâlbuki saatimiz bir zaman ölçerdir. Zaman ise akıp giden bir süreçtir ve ne elle tutulur, ne gözle görülür. Ancak kâinatta onun geçtiğini anlayacağımız çok şey mevcuttur. Meselâ güneşin batması veya doğması, gün ışığının seyri gibi…

Zaman, maddenin hareketi sonucu oluşan izafî bir varlıktır. Canlılıkta zaman, önemli bir temel unsurdur. Zira her bir canlının belirli bir zamanı içine alan ömrü ve o canlılığın devamını sağlayan biyokimyevî reaksiyonların gerçekleşmesi için gerekli belirli ve oldukça kısıtlı bir süresi vardır. Eğer ilgili birim zamanda o reaksiyonlar gerçekleşemezse canlılık devam edemeyecektir.[i]

Fizikçiler zamanı, “olayların geçmişten bugüne, geleceğe doğru ilerlemesi” olarak tanımlarlar. Temel olarak, bir sistem değişmiyorsa zamansızdır. Zaman, üç boyutlu uzayda olayları tanımlamak için kullanılan gerçekliğin dördüncü boyutu olarak düşünülebilir. Görebildiğimiz, dokunabildiğimiz veya tadabileceğimiz bir şey değil ama geçişini ölçebiliriz.[ii] Dünya’nın kendi etrafında dönmesi “bir gün” kabul edilmiş. Güneş’in etrafında yaptığı bir tur da “bir yıl” kabul edilmiş.

Tevbe Sûresi 36’ncı ayette, “Doğrusu Allah’a göre ayların sayısı, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısına uygun olarak on ikidir” buyurulur. Burada da görüldüğü gibi, zamanı yaratan Allah, ayları on iki olarak belirlemiştir. Dünyanın yaratıldığı günden bugüne kadar bu böyle olmuştur. Hazreti Âdem’den Hazreti Muhammed’e kadar gelen tüm peygamberler bu bilgiyi insanlara tebliğ etti ve “zaman” kavramını bu çizgide kabul etti. Teknolojinin geldiği son nokta da bu gerçeği teyit etmekten öteye geçemedi.

Kur’ân-ı Kerîm’de zamanı ifade eden çeşitli kelimeler hem bir işin ya da ibadetin vaktini bildirmek yahut tarihî bir hâdiseye atıfta bulunmak amacıyla kronolojik bağlamlarda, hem de kozmolojik anlamda yer alır. Yevm (gün), şehr (ay) ve sene (yıl) gibi sınırlı zaman belirtenler içinde en sık kullanılanı “yevm” kelimesidir. Kur’ân’da “yevm”, yirmi dört saatlik tam gün anlamının yanı sıra süre kaydı olmaksızın zaman dilimi anlamında da kullanılır.[iii] 

Zaman hakkında DMY Felsefe sayfasında şu ilginç bilgiler verilmekte: “Zaman yedi fiziksel nicelikten biridir: Uzunluk, sıcaklık, kütle, madde, elektrik, ışık şiddeti, katı açı, düzlem açı, zaman. Hız gibi diğer nicelikleri tanımlamada zaman kullanılır. Zamanı ölçmede kullanılan uluslararası varsayım standardı saniyedir. Saniye ölçüsü ise bir varsayımla belirlenmiştir. ‘Caeseium’ atomunun elektronları iki enerji hâli arasında saniyede 9 milyar 192 milyon 631 bin 770 kere gidip gelir, buna göre 1 saniye, caesium atomunun 9 milyar 192 milyon 631 bin 770 kez titremesi için geçen zaman aralığıdır. Fizikte kullanılan bir kök zaman birimi mevcuttur. Buna ‘Planck zamanı’ denir. ‘10−43’ saniyedir. Bir fotonun ışık hızında Planck uzunluğunu (1.616199×10−35 metre) geçtiği süredir. ‘Zamanın kuantumu, en küçük parçacığı’ gibi varsayımsal ifadelerle tanımlanır.”[iv]

Gök cisimlerinin hareket ve konumlarının oluşturduğu matematik referans sistemi sebebiyle gün, ay ve yılların hesaplanabilir oluşu Kur’ân’da özellikle vurgulanmaktadır (En’âm, 96; Rahmân, 5). Gün, ay ve yıllar Allah tarafından bir düzene ve hesaba bağlanmış olup, bu bilginin gök cisimlerinin hareketinde matematiksel bir sistem bulunduğu yönünde kişiyi teorik bir fikre sevk etmesinin yanında insanların zamanla ilgili işlerini düzenlemeleri hususunda sistemin pratik yararına da dikkat çekilmektedir.[v]

Dehr

Zaman için “vakit”, “saat” ve “dehr” gibi farklı kelimeler de kullanılmış. Bunlardan biri olan “dehr”, “mutlak zaman” anlamının yanında “zaman, devir ve dünya” mânâlarına da gelir. Dehr, tasavvuf düşüncesinde “mutlak zaman” anlamıyla yer almaktadır. Mutasavvıflar dehrin Allah katında bulunan ân-ı dâim olduğunu söylerken, ezel ve ebedin onda birleştiğini kastederler. Zaman ise dehrin açılımı ile meydana gelir.[vi] Dehrin mutlak zamanı karşılaması sebebiyle Yaratıcı, “Ed-Dehr” ismiyle anılır. Bu durumda Yaratıcı zaman üstü iken, Kendisinin de bir tür zamanının olduğu, bu zamanın da “Dehr” ismiyle anlatıldığı kaynaklarda geçmektedir.[vii]

Dehr ile alâkalı bir husus da, onun insanların şikâyet sebebi olmasıdır. İnsanoğlunun zamandan şikâyeti, hemen hemen her dönemde ve birçok kültürde rastlanan bir durum olmuştur. Eskiden Arap toplumunda âlemin sonsuz olduğuna inanan, ahiret inancı taşımayan ve dehri her şeyin sebebi sayanlar “dehrî” diye adlandırılırdı. Dehrîler bütün sıkıntılarına sebep olarak dehri yani zamanı gördükleri için yazdıkları şiirlerde sürekli zamandan şikâyet etmişlerdir. Hazreti Peygamber’in, “Dehre sövmeyiniz, çünkü dehr Allah’tır”[viii] sözünü Cȃhiliye Araplarının bu şikâyetleri sebebiyle söylediği belirtilir. Söz konusu gelenek, tabiatın varlık verdiğine, dehrin ise yok ettiğine inanmaktadır.[ix]

Yine bir kutsî hadisle Hazreti Peygamber’in (sas) bildirdiğine göre, Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: “Âdemoğlu dehre söverek Beni ezalandırır, hâlbuki Ben dehr(in yaradanıy)ım. Her emir Benim elimdedir. Geceyi gündüzü Ben idare ederim.”[x] Hoşa gitmeyen bir şey karşısında “Bunu dehr yapıyor” diye dehre söven, -dehr bir şey yapmadığına ve her şeyi Allah yarattığına göre- Allah’a sövmüş oluyor. Onun için Cenâb-ı Allah, “Dehr Benim” buyurarak dehrin yaratıcısı, mâliki ve mutasarrıfının Kendisi olduğunu bildiriyor.[xi] Bu hadisi şerh eden şarih Bedrüddin Aynî de şöyle der: “İşte Hazreti Resulullah’ın (asm) bu hadis-i şeriften maksadı, Sizden biri zamana sövmesin, çünkü zaman gerçek fail değildir. Yapan Allah’tır. Bu musibetleri başınıza getirdiğine inandığınız zamana sövdüğünüzde, Allah’a sövmüş olursunuz. Çünkü musibetleri başınıza getiren zaman değil, Allah’tır. Cenab-ı Hakk’ın ‘Ben zamanım' demesi ise ‘Ben zamanın sahibiyim’ mânâsındadır.”[xii] Hadisteki “Bana eza veriyor” ibaresinin anlamı ise “Bunu kim söylerse Allah’ın gazabına maruz kalır” demektir.[xiii]


Gök cisimlerinin hareket ve konumlarının oluşturduğu matematik referans sistemi sebebiyle gün, ay ve yılların hesaplanabilir oluşu Kur’ân’da özellikle vurgulanmaktadır (En’âm, 96; Rahmân, 5). Gün, ay ve yıllar Allah tarafından bir düzene ve hesaba bağlanmış olup, bu bilginin gök cisimlerinin hareketinde matematiksel bir sistem bulunduğu yönünde kişiyi teorik bir fikre sevk etmesinin yanında insanların zamanla ilgili işlerini düzenlemeleri hususunda sistemin pratik yararına da dikkat çekilmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Câsiye Sûresi’nin 24’üncü ayeti, “Bir de şöyle demektedirler: ‘Bu dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur. Ölürüz, yaşarız. Bizi öldüren ise zamandan başkası değildir. Hâlbuki onların bu konuda bir bilgileri yoktur, onlar sadece boş iddiada bulunuyorlar”[xiv] şeklinde geçmektedir. Bu ayette geçen “zamanın insanı helak etmesi” ifadesi ile kastedilen mânâ, zamanla insanların ömürlerini tamamlayıp ölmeleridir. Müşrikler ahirete inanmadıkları için ölümü helak olarak görmektedirler. Müminlerin nazarında ise ölüm helak olmak değil, yeni bir hayata başlamak demektir.[xv] 

Konevî, “Ed-Dehr” isminin anlamını bilen kişinin zamanın hakikatini de bildiğini söyler: “O zamanın dürülmesini, yayılmasını, gizliliğini ve açıklığını, his ve hayâl, ruh ve misâl, makam ve hâl olarak müşahede eder.”[xvi]

İbni Arabî’de zaman

Zaman hususunda fikir beyan eden İslâm âlimleri arasında şüphesiz ilk sırayı İbni Arabî alır. İbni Arabî, gerek Fütühat’ında ve gerekse “Saatler Hazinesi” gibi diğer eserlerinde bu konuyu bazen çok derin bir şekilde değerlendirir. Bu konuda Hatice Özkan’ın hazırladığı “İbni Arabî’de Zaman” konulu yüksek lisans tezinden faydalanacağız.

İbni Arabî’ye göre “dehr”, Mutlak Varlık’ın isimlerinden birisi olduğu için zaman, Mutlak Varlık’tan sudûr eden bütün mertebelerde söz konusudur.[xvii] İbn Arabî’ye göre her şeyin bir sadrı yani bir başlangıcı vardır. İbni Arabî’ye göre zamanın kökeni “tabiat mertebesi”, zamanın sadrı “heyula”nın (heba) sureti ise kabul zamanıdır. Bu aşamadan sonra mahsus âleme ait zaman, yavaş yavaş şekillenmeye başlar.[xviii]

İbni Arabî’nin metafizik anlayışının temel taşlarından biri olan “O her gün (an) bir iştedir” ayetine göre Mutlak Varlık, her an yeni bir durumu sürekli yaratır.[xix] Tasavvuf yolunda sâlikin ilk bilmesi gereken, istidadı çerçevesinde anlık yaratılan hâllerinin gerektirdiğini yaşamasıdır. Bu mertebeye “ibnu’l-vakt” yani “vaktin çocuğu” denilir. Âlemin ve hâllerin sürekli yaratıldığı bilgisine sahip olan sâlikin varacağı ikinci mertebe ise “vaktin babası” anlamına gelen “ebu’l-vakt”tir.[xx]

İbnu’l-vakt olmak

İbni Arabî’nin kendisine ulaşan tasavvufî gelenekte sâlik-vakt-hâl ilişkisi, insanın vakitte gerçekleşen İlâhî tecelli (hâl) ile sınırlandığını ve “an”da bulunduğu hâlin gereğini yaşaması üzerine kuruludur.[xxi] Bu mertebeye hâlden hâle geçmek anlamında “telvin mertebesi” de denilmiştir ve sufîlere göre bu mertebe, eksik bir mertebedir.[xxii] İbni Arabî’ye göre ibnu’l-vakt mertebesi, kulun hayatının her anının İlâhî tecellilerden ibaret olduğunu bilmesi ve ona göre yaşamasıdır.[xxiii]

İbni Arabî ibnu’l-vakt sıfatını, “cömertlik, mertlik ve cesaret nitelikleriyle donanmış kuvvet ve güç makamı” olarak nitelendirdiği “fütüvvet” makamının özelliklerine dâhil etmiştir. Bu makama erenler “Ne zaman?” sorusunu sormayan, şimdiki zamanda yaşayan sâliklerdir.[xxiv]

Ebu’l-vakt olmak

İbnu’l-vakt mertebesine ulaşan sâlikin varacağı bir üst mertebe, “ebu’l-vakt”tir.[xxv] Tasavvuf geleneğinde “ebu’l-vakt” kavramı “vaktin ve hâlin hükmünden kurtulup zamanda ve hâllerinde tasarrufta bulunabilen kimse” anlamına gelir.[xxvi] İbnu’l-vakt mertebesi telvin yani hâlden hâle geçme mertebesiyken, “ebu’l-vakt” ise hâlin artık değişmeyip sâlikin makama yerleştiği ve zamanın tahakkümünden kurtulması sebebiyle kendi hâlleri üzerinde tasarrufta bulunabildiği temkin mertebesidir.[xxvii] İbni Arabî’nin tasavvuf anlayışında ise “temkin mertebesi”, sürekli değişimin olduğunu kabul etme makamıdır.[xxviii]

İbni Arabî “ebu’l-vakt” kelimesinin yerine “sahibu’l-vakt” kavramını da kullanmıştır.[xxix] İbni Arabî’ye göre vaktin sahibi olan “kutup”[xxx], onun manevî hiyerarşisinde zirve noktada olan ve her devirde bir tane olup devrinin şeraitiyle âlemde tasarruf sahibi evliyadan bir zâttır.[xxxi] İbni Arabî’nin tasavvuf anlayışında en üst mertebe olan “kutup” veya “sahibu’l-vakt”, zamanın hakikatinin bilgisine sahip olarak zamanda tasarruf sahibi olabilir. Zamanın bilgisine sahip olmak ise kolay bir iş değildir.[xxxii]

İbni Arabî’nin felsefesinde “dehr” kavramına birçok anlam yüklenmiştir. Bunları şöyle özetleyebiliriz:

Bir ucu ezel, bir ucu ebed olan sınırsız bir zamanı ifade eder.[xxxiii] İbni Arabî Fütühat’ta zaman ile dehrin bazen farklı şeyler olduğundan bahsederken, bazen de aynı anlama geldiklerini ifade ederek net bir ayrım yapmamıştır; ona göre âlemin meydana getirilişi (tevlid) zamana ait ve zaman da dehr iken[xxxiv], âlemin ortaya çıktığı zaman ve mahsus âleme ait bütün zaman dilimleri de dehrdir.[xxxv] İbni Arabî’ye göre “dehr”, vehmî yani gerçek anlamda var olmayan bir hakikattir.[xxxvi] Dehr, mahsus âlemdeki zamanın ve onda meydana gelen her varlığın ebeveynidir.[xxxvii] Dehr, zamanla birlikte mekânı da kapsar.[xxxviii] Mahsus zamanın mekânı sayılabilecek günler de dehrin atlas feleği ile nikâhının bir sonucudur.[xxxix] İbni Arabî’ye göre tahavvül yani değişim ve dönüşüm, “Dehr” esmasının en önemli niteliklerinden birisidir.[xl] İbni Arabî’ye göre zamanın bilgisi kıymetli bir bilgidir ve bu bilgiyi sadece Ricâl’den “efrad” mertebesinde olanlar bilebilir. İbni Arabî bu bilgiyi daha önce açıklanan ilk dehr ve dehrlerin dehri olarak niteler.[xli] İbni Arabî’nin Allah’a ulaşma yolculuğunda (seyr u sülûk) dehr; sâliklerin geçtiği mertebe ya da çıktığı basamak[xlii] ve Allah’ın kuluna indirdiği hâl olması yönünden[xliii] -ki buna “menzil” denilir- ele alınmıştır.

Einstein ve İbni Arabî’ye göre zamanda tasarruf

“Zaman” denilince, günümüzde akla Albert Einstein ve onun meşhur “İzafiyet Teorisi”, diğer adı ile de “Özel Görelilik Kuramı” gelir. Einstein, 1905 yılında yayınlamış olduğu “Hareket Eden Cisimlerin Elektrodinamiği Üzerine” isimli çalışmasında, ışık hızının sabit olduğunu yani farklı hızlarda hareket eden gözlemcilerden bağımsız olarak saniyede yaklaşık 300 bin kilometre olduğunu iddia ederek, bilim dünyasında ve gündelik hayatta kabul gören zaman anlayışının değişmesine neden olmuştur. Zamanın akıp gittiği, geçmişin geride kaldığı ve geleceğin henüz yaşanmadığı varsayımı kökten sarsılmıştır.[xliv]

Ona göre uzay ve zaman arasında bir ilişki vardır. Mekân, zaman ve hareket birbirinden bağımsız değildir. Bunlar birbiri ile bağlantılı olan izafî bir bütündür. Cisim zamanla, mekân hareketle, zaman cisimle, hareket mekânla yani hepsi birbiriyle aslında bağlantılıdır. Einstein’e göre kütle çekimi ne kadar güçlüyse zaman da o kadar yavaşlar.

Bu izahlardan yola çıkarak, değişimin ve hareketin yaşanmadığı, zamanın akmadığı, nesnelerin bir andan diğerine geçmediği dört boyutlu bir uzay-zamandan söz edilmektedir. Uzay-zaman kavramı ilk kez Einstein’in matematik öğretmeni Hermann Minkowski (1864-1909) tarafından kullanılmıştır. Klasik mekanik fiziği evreni üç boyut (uzunluk, genişlik, derinlik) ve zamanla (dördüncü boyut) tanımlamıştır.[xlv] Ortaya atılan teorilere göre zamanın akış hızı, yaşımızın karekökü ile doğru orantılıdır. Yani 10 yaşındayken zamanın akış hızı 1’dir. 20 yaşındayken zamanın akış hızı 1,14’tür. 60 yaşındayken zamanın akış hızı 2,44’türr. Yani 60 yaşındaki biri için 10 yaşındaki birine göre zaman, yaklaşık iki buçuk kat daha hızlı artmaktadır. Bu da bize ölçülebilir zamanla hissedilebilir zamanın farklı olduğunu göstermektedir.


Ömürden her geçen an, her harcanan nefes ya bir iş için harcanır veya boşa geçer. Boşa geçtiyse, bu elbette zarardır. Zaman ömrümüzü eritirken, bizler bu hüsrandan kurtulmak için akıp giden zamandan bir şeyler kurtarmalıyız. Asr Sûresi de bu ziyandan ancak şu dört özelliğe sahip olanların kurtulacağını ifade eder: (1) Samimî bir şekilde iman etmek; (2) iyi işler yapmak yani din, akıl ve vicdanın emrettiklerini yerine getirmek, yasakladıklarından kaçınmak; (3) hakkı tavsiye etmek ve (4) sabrı tavsiye etmek.

Einstein’e göre, karşısında hareket eden bir cismi gözlemleyen kişiye göre hareket eden bir cismin hareketi esnasında zaman daha yavaş akmaktadır. Yani bir cisim hareket ediyorsa, o cisim için zaman daha yavaş akar. Ama kendisi için zamanın yavaşladığını hareket eden cisim bunu anlayamaz, onu gözlemleyen kişi anlar. Eğer iki cisimde duruyorsa yani birbirlerine göre hareket etmiyorlarsa zaman içinde hareket ederler (saatleri ilerlemeye devam eder) ve bu iki cisim için zaman aynı şekilde akmaktadır. Ancak iki cisimden biri hareket ederse, iki cisim için de zaman kavramı farklılaşır. Zaman, hareket eden bir insan için daha yavaş akar. Tabiî bu durumu algılayamamışımızın sebebi, Dünya’daki yavaş hızla hareketin (ışık hızına göre) zaman üzerindeki etkisi çok küçük olduğundan bunu algılamamızın mümkün olmamasıdır.[xlvi]

Evrenin referansı ışık hızıdır. Dünya içinde biz ışık hızına göre o kadar yavaş ilerliyoruz ki hareketimizin zaman üzerindeki etkisinin algılanması mümkün değil. Peki, ışık hızında (saniyede 299 milyon 792 bin 458 metre veya yaklaşık “300 bin kilometre” diyebiliriz) hareket etseydik? İşte bu durumda zamandaki hızımız “sıfır” olurdu. Yani zaman bizim için dururdu. Daha doğrusu, zaman kavramı bizim için kalkardı. Zaman eğer dördüncü boyut ise, belki de ışık hızında başka bir boyuta geçerdik. Bunun cevabı bilinmiyor. Peki, eğer ışık hızından fazla bir hızda olsaydık? O zaman, zamanda geriye mi giderdik?[xlvii]

İşte tam da burada tayy-i zaman ve tayy-i mekânın mümkün olup olmadığı sorusu akla eliyor! Eskiler, “hasır üzerinden Mısır’ı seyretmek” diye bir deyim kullanırlardı. Neydi “hasır üzerinden Mısır’ı seyretmek” acaba? Mevzu derin ve açıklaması da zor.

Sözlükte, “dürüp bükmek, mesafe kat etmek, geçip gitmek” anlamlarındaki “tay” (tayy) kelimesi, tasavvufta “uzak bir yere bir anda gitmek, an içinde çok uzun bir zaman yaşamak, aynı anda birden fazla yerde bulunmak” gibi olağanüstü durumları belirtmek için kullanılır. Kavramın mekânla ilişkisi “tayy-i mekân, bast-ı mekân”, zamanla ilişkisi “tayy-i zaman, neşr-i zaman, bast-ı zaman” şeklinde ifade edilir. Kur’ân’da iki yerde geçen “tay”, kıyamet günü göklerin Allah’ın kudret eliyle dürüleceğini beyan etmek için zikredilmiştir (Enbiya, 104; Zümer, 67).[xlviii]

Tayy-i zaman, “zamanı kat etmek, zamanı dürmek” anlamına gelir. Sufîler, uzak mesafelerin İlâhî bir lütufla an içerisinde aşılmasını bir tür keramet saymışlar, bu durumu “tayyü’l-arz, teshîlü’l-mesâfe” gibi ifadelerle anlatmışlardır.[xlix] İbni Arabî’nin “muhayyel zaman teorisine” göre zamanda yolculuk söz konusu olabilir. Ancak bu yolculuk sadece geleceğe doğru olmalıdır; çünkü geçmiş sona erdiği için ancak bir benzeri yaratılabilir ve o da sadece geçmişte olanı hatırlatır. İbni Arabî’ye göre zamanda yolculuk, daha doğmamış kişilerle görüşmeyi de kapsayabilir.[l]

İbni Arabî’ye göre mevhum zamanda tasarrufta bulunmak üç şekilde söz konusu olabilir: (1) “Tayy-i zaman ve mekân” ki, keramet ehli sufîlerin aynı zamanda birden fazla yerde bulunabilerek zamanın ve mekânın sınırlandırmasında tasarrufta bulunabilecekleri anlamına gelir.[li] Tayy-i mekân, mekânı aşarak bir anda değişik yerlerde görünebilmektir.[lii] (2) “Kabz-ı zaman” ki, sufîlerin normal zamana nispetle çok uzun bir zamanı kapsayacak olayları kısa bir zaman dilimine sığdırarak yaşayabilecekleri anlamına gelir. İbni Arabî kabz-ı zamana “zamanın katlanması” demiş[liii] ve keramet sahibi zatlardan Cevherî’nin Nil nehrinde yıkanırken kendisini Bağdat’ta yaşayıp altı sene süren bir evlilik sonucu çocuklarının olduğunu görüp tekrar nehirde yıkandığı zamana geri döndüğü hikâyesini örnek vermiştir. İbni Arabî’ye göre zamanın katlandığı bu olayın gerçekliği Cevherî’nin birkaç ay sonra evlendiği ve hanımıyla Mısır’da karşılaşıp onu tanıması ve çocuklarıyla da görüşmesiyle sabit olmuştur.[liv] (3) “Bast-ı zaman” ki, zaman ölçülebilir bir süreçtir ama hissedilebilirliliği nedense kişiden kişiye değişir. Aynı gün bir kişi için geçmek bilmezken, bir başkası için göz açıp kapayana kadar geçip gitmiştir. Bast-ı zaman, “zaman içinde zaman yaratılması, kısa bir süreye uzun bir zamanı sığdırmak” demektir.[lv]

İbni Arabî bast-ı zamana Hazreti Muhammed’in hem bedenen, hem ruhen miraca yükselip binlerce yıllık mesafeye rağmen bir gecede bu olayın gerçekleşmesini örnek olarak vermiştir.[lvi]

Zaman sermayemiz

Zamanla ilgili bu mevzuları herkesin tam olarak anlamasını bekleyemeyiz. Bu meseleler hem derin, hem de ağır bir meseledir. Ehlini ilgilendirir. Bizler için bilinmesi gereken, zamanın insana verilmiş en büyük sermaye olduğu gerçeğidir. Kur’ân’da Asr Sûresi ile insanın ziyanda olduğu bildirilmiştir. Müfessirler bu sûreyi tefsir ederken şu menkıbeyi de anlatırlar:

Cüneyd-i Bağdadî, bir Ağustos gününde talebeleri ile çarşıda geziyordu. Ortalık sıcaktan kavruluyor, herkes gölgelere kaçıyordu. O sırada bir adam, tezgâhında yüksek dağlardan ge­tirdiği buzları satıyordu. Ancak buz kalıpları erimeye başlamıştı. Buzlar eridikçe adamın da yüreği eriyordu. Bir an önce buzlarını satması gerekiyordu. Yoksa buzlar eriyip gidecekti. Adam endişe ile bağırmaya başladı: “Sermayesi eriyen bu fakire merhamet edin, buz alan yok mu?”

Bu feryadı duyan Cüneyd-i Bağdadî ol­duğu yere çöktü. Talebeleri, hocalarının rahatsızlandığını zannederek endişeye kapıldılar. Bir müddet sonra kendisini toparlayan Cüneyd-i Bağdadî, öğrencilerine, “Şu adamın söylediklerine dikkat edin!” diyerek buz satıcısını işaret etti: “Bu sözler beni sarstı. Eriyen sadece buzlar değil, aynı zamanda ömrümüzdür. Şu sıcak hava adamın maddî sermayesi olan buzları eritip tükettiği gibi, zaman da asıl sermayemiz olan ömrümüzü tüketiyor.”

Aslında insana verilen ömür, güneşin altında bir buz gibi hızla erimektedir. Eğer bunu ziyan eder veya yanlış yere harcarsa, insanın hüsranına sebep olur. İnsanın sermayesi ömrüdür. Ömür ise her saniye, her nefes, her dakika, her saat harcanıp tükenmektedir. Her nefes geçtikçe bu nimetin sonu ve hesabı yaklaşmaktadır. Ömürden her geçen an, her harcanan nefes ya bir iş için harcanır veya boşa geçer. Boşa geçtiyse, bu elbette zarardır. Zaman ömrümüzü eritirken, bizler bu hüsrandan kurtulmak için akıp giden zamandan bir şeyler kurtarmalıyız. Asr Sûresi de bu ziyandan ancak şu dört özelliğe sahip olanların kurtulacağını ifade eder: (1) Samimî bir şekilde iman etmek; (2) iyi işler yapmak yani din, akıl ve vicdanın emrettiklerini yerine getirmek, yasakladıklarından kaçınmak; (3) hakkı tavsiye etmek ve (4) sabrı tavsiye etmek.[lvii]

Zamanda ve boyutlar arasında astral seyahatler yapmakla emrolunmadığımıza göre, yapacağımız tek şey, zaman açısından ziyandan kurtulmak için zamanın kıymetini bilmek ve onu iyi kullanmaktır. Zamanımızı Yaratıcı’nın razı olacağı bir şekilde geçirmek, hakkı ve sabır tavsiye etmek şiarımız olmalıdır. Böyle bir ömür sürerek zamanın ne kadar da bereketlendiğini göreceğiz. Yoksa ömür bir su gibi geçip gidecek ve biz de boşa geçen ömrümüze pişmanlık dolu ağıtlar yakmak zorunda kalacağız.



[i] https://sorularlaislamiyet.com/zaman-nedir-0

[ii] Tuna PÜSKÜL, Zaman Nedir?, https://muhendistan.com/zaman-nedir/

[iii] İlhan KUTLUER, Zaman, TDV İslam Ansiklopedisi, c: 44, S: 111-114, İstanbul, 2013

[iv] https://www.dmy.info/zaman-nedir-anlami-felsefesi/

[v] İlhan KUTLUER, agm

[vi] Faiz KALIN, Felsefe ve Bilim Işığında Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005

[vii] Arzu Yıldırım, Azmȋ-Zȃde Hȃletȋ Dȋvȃnı’nda Dehr, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi Yıl 6, Sayı: 12, 2018

[viii] Buhârî, Edeb, 101; Müslim, Elfâz, 4; Muvatta'. Kelâm, 3

[ix] Hayrani ALTINTAŞ, “Dehriyye”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt:9, s.107-109, Ankara, 1994

[x] Buhârî, Tefsiru Süre 45/1; Tevhid, 35; Edeb,101; Müslim, Elfâz,1,2, 5, 6; Ebû Dâvûd, Edeb,169

[xi] Mehmet BULUT, Dehr, https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/dehr

[xii] Umdetu'l-kari, 22:202

[xiii] Ahmed DAVUDOĞLU, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, İstanbul 1978, IX, 706-707

[xiv] Kur’an Yolu Tefsiri, DİB Yayınları, Cilt: 5 Sayfa: 20

[xv] https://sorularlaislamiyet.com/casiye-suresi-24

[xvi] Ekrem DEMİRLİ, İslam Metafiziğinde Tanrı ve İnsan, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2009

[xvii] Hatice ÖZKAN, Muhyiddin İbni Arabî’de Zaman Kavramı, Kırklareli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı, 2019

[xviii] H. ÖZKAN, Age, s:49

[xix] İbni Arabi, Fütûhât, c. 2, s. 14

[xx] H. ÖZKAN, Age, s:52

[xxi] Ekrem Demirli, Metafizik Düşünce, s. 26.

[xxii] Zafer Erginli, Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 1049, İstanbul: Kalem yayınları, 2006

[xxiii] Semih Ceylan, “Vakit”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 42, s. 492, İstanbul, 2012

[xxiv] Fütûhât, c. 17, s. 313

[xxv] H. ÖZKAN, Age, s:53

[xxvi] S. CEYLAN, Agm.

[xxvii] Z. Erginli, Tasavvuf Sözlüğü, s. 1049.

[xxviii] el- Hakim, İbn Arabî Sözlüğü, s. 615.

[xxix] S. CEYLAN, Agm.

[xxx] Hakim, İbn Arabî Sözlüğü, s. 665

[xxxi] Hakim, A.g.e, s. 432.

[xxxii] H. ÖZKAN, Age, s:55

[xxxiii] H. ÖZKAN, Age, s:63

[xxxiv] Fütuhat, c. 17, s. 33

[xxxv] H. ÖZKAN, Age, s:64

[xxxvi] Fütûhât, c. 17, s. 32.

[xxxvii] Fütûhât, c.17, s. 33-34.

[xxxviii] Muhammed Hacı Yusuf, Zaman ve Kozmoloji, çev. Kadir Filiz, İstanbul: Nefes Yayınları, s. 119, 2011

[xxxix] Fütûhât, c. 8, s. 383.

[xl] William Chittick, İbn Arabî’ye Giriş, Tercüme: Kadir Filiz, İstanbul: s. 121, Nefes Yayınları,2014

[xli] Fütûhât, c. 1, s. 54

[xlii] Fütûhât, c. 17, s. 31.

[xliii] El-Hakim, İbn Arabi Sözlüğü, s. 456.

[xliv] Pakize ARIKAN SANDIKCIOĞLU, Uzay-Zamanda Nesneler ve Bilinç, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 2014 Güz, sayı: 18, s. 61-73

[xlv] Uzayzaman Nedir?, https://www.uzayzaman.com/

[xlvi] Uzay – Zaman Kavramı, https://www.elektrikport.com/

[xlvii] Agm.

[xlviii] M. Nedim TAN, TDV İslâm Ansiklopedisi, C: EK-2, s: 582-583, 2019,  Ankara

[xlix] Kelâbâzî, s. 79; Kuşeyrî, s. 437

[l] H. Yusuf, Zaman ve Kozmoloji, s. 90

[li] Osman Nuri KÜÇÜK, “Zaman Düşüncesinin Tasavvufi Açılımı”, Tasavvuf İlmi ve Araştırma Dergisi, S. 9 (2002), s. 227

[lii] Alâeddin BAŞAR, Bast-ı zaman ve tayy-i mekân, https://sorularlaislamiyet.com

[liii] O. N. Küçük, “Zaman Düşüncesinin Tasavvufi Açılımı”, Tasavvuf İlmi ve Araştırma Dergisi, s. 227 (2002),

[liv] Fütûhât, c. 4, s. 274.

[lv] Faiz KALIN, Felsefe ve Bilim Işığında Kur’an’da Zaman Kavramı, İstanbul: Rağbet

Yayınları, s. 377, 2005.

[lvi] H. Yusuf, Zaman ve Kozmoloji, s. 88.

[lvii] Ömer Çelik, Asr Suresi Tefsirinden özet