Zaman kimin? (1): Biz koyun muyuz?

Biliriz Heraklitos’un “Aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz” diyalektiğini. Ona da hak veririz. “Helâl olsun, iyi düşünmüş ve iyi söylemiş” der, felsefecinin ve felsefesinin de hakkını yemeyiz. Allah için, kendimiz hâriç, herkese ve her şeye yetecek kabiliyette ve herkesi ikna kapasitesine sahip değişik bir insan güruhu içindeyiz. Ama hazin bir gafletin müptelâsı olarak, aslında Rabbimizin nezdinde, özenle ve özel kodlarla yaratılmış biricik insan teki olduğumuz düşüncesinden uzaklaştırılmak istenenleriz!

“ZAMAN su misâli akıp gidiyor”… Ne de ezber edilmiş bir cümledir bu. Hepimizin bildiği, bilip de zaman zaman söylediğidir üstelik. 

Biliriz ki, mevsimler değiştiğinde biz de değişiriz. Bir mevsimlik büyümek, bir mevsimlik hatıra, bir mevsimlik birikimle karşılarız her yeni mevsimi. Asla eskisi gibi olamayacağımızı bile bile birbirine ekleriz yazı, kışı, baharları… Günlerin ardından mı koşarız, yoksa günleri ardımızdan mı koştururuz, pek ayırdına varamadığımız zamanların kahramanı olduğumuzu unutarak yaşarız çoğu zaman. (Kimileri müstesna…)  

Ömür bir nehir gibi akıp gidiyor her hâlükârda. Çoğumuz bu seyrin birinci dereceden kahramanı ve ömrümüzün yegâne mesulü olarak yaşadığımızı izleme pratiğini -her nedense- ihmâlinden pek rahatsızlık duymayız. Yetişmeye çalıştığımız işlerin peşinden koşarken edindiğimiz becerimiz kadar, kendi ömrümüzün tasarrufunda da maharetli miyiz? Beklentileri karşılamak mı, bizi bekleyen akıbetin ne’liğine dair beklememiz gerekenler mi yönetiyor hayatlarımızı?

Demem o ki, kendimizden bir beklentimiz var mı?

Biriktirdiklerimiz kendimiz için ne ifâde ediyor?

İşe yarar yatırımların peşinden mi koşuyoruz?

Kendimizi ihmâlin ceremelerini seyrededururken, aynı yanılgıyı kovalamaktan neden bıkıp usanmayız? Bir mirasyedi edâsı ile tükettiğimiz günlerden bize kalan nedir?

Neredeyse her eve uğrayan depresyon, panik atak ve sair bedensel hastalıklarımızın gerekçesi ne kötü beslenme, ne imkânların azlığı ve ne de çok çalışmak olmadığını neden hâlâ anlamamakta ısrarlıyız? Duvarı nemin, insanı gamın yıktığını da biliyorken üstelik…

Gam nedir?

Meselâ bu soruya cevap olarak verilecek cümlelerin ne’liğini hep merak etmişimdir. Ayrılığın, hastalığın, yokluğun gam hânesine yazıldığını bilirim. Bana sorsalar, “Sabır ve şükür çerçevesinden kıymeti bilinmemiş birlikteliğin mesuliyeti, varlığın sorumluluğu, sağlığın korunması da gam listesine girmeli” derim.  

Seyrettiğim hayatlar ve okuduğum haberlerden gördüğüm odur ki, şükür hızla terk edilirken, şikâyetlerse ayyuka çıkıyor. İnsanlık kedere müptelâ edilmeye çalışılıyor.

Çünkü âhir zaman insanları olarak bizler, eylediğimizin tesirini bir nehrin debisini ölçer gibi ölçmekten günbegün uzaklaştırılmışız! Geri dönüşü olmayan zamanın ve tekrarı olmayan akışlarımızın nabzını doğru ölçmek için doğru damara değmeyi çoktan unutmuşuz. (Kimileri müstesna…)

Zaman akıyor ve şairin, “Celladıma gülümserken çektirdiğim son resim” deyişine hak verenlerimiz çok. Buna rağmen gerçekliği yoka sayan bir aldırmazlığı kuşanmışız.

Hâlbuki -bir üst satırdaki ben ile bu harfleri dizen ben artık aynı kişi değiliz; silsem yazdıklarımı, yeniden yazsam, birkaç dakikalık eskimişliğimin farklılığını en iyi ben hissederim- şaire verdiğimiz hakkı hakkıyla teslim etmek için zamanı kaybolmayacak, uçup gitmeyecek, israf etmeyecek biçimde kuşanmak bâbında ne yapmalıyız?

Köşemize çekilip zikrederek, ferdî farziyetlerimizi yerine getirerek “ben” merkezli bir cennet tahayyülüyle zaman kıymetlenir mi?

Anlamından mahrum olduğumuz Kitabımızı terennüm etsek durmaksızın, hayatımıza acep ne ve nasıl yansır?

Tüm hadîsleri ezberlesek meselâ… “Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş” bir Nebî’nin ayak izlerine basarak arşınlasak dünyayı, “zaman idrakimizi” değiştirebilir miyiz? Yoksa ezber ettiğimizin övüncüyle mangalda kül bırakmayacak bir esişle dilimize düşen hakikate değil de sesimize mi hayran oluruz?

Kendi bacağımızdan asılmanın kefaretini “ben” merkezli inancımızla ödemeye çalışırken, ötelerde bizi nasıl bir durum bekler?

Meselâ Cennet’te yalnızlık hissi var mıdır?

Biz koyun muyuz?

Bacağımızın derdine bizi kimler düşürdü?

Vahy-i İlâhî, Peygamberimizin sünneti ve tüm fakihlerin içtihatlarına rağmen savrulurken ümmet, şairin zamanın katline dair söylediği bir dizeyi ezberlesek ne, ezberlemesek ne! (Kimilerimiz müstesna…)

Biliriz Heraklitos’un “Aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz” diyalektiğini. Ona da hak veririz. “Helâl olsun, iyi düşünmüş ve iyi söylemiş” der, felsefecinin ve felsefesinin de hakkını yemeyiz. Allah için, kendimiz hâriç, herkese ve her şeye yetecek kabiliyette ve herkesi ikna kapasitesine sahip değişik bir insan güruhu içindeyiz. Ama hazin bir gafletin müptelâsı olarak, aslında Rabbimizin nezdinde, özenle ve özel kodlarla yaratılmış biricik insan teki olduğumuz düşüncesinden uzaklaştırılmak istenenleriz!

Öyleyse dikkat kesilmeliyiz!

(Devam edecek inşaallah…)