“ZAMAN su misâli akıp gidiyor”… Ne de ezber edilmiş bir cümledir bu. Hepimizin
bildiği, bilip de zaman zaman söylediğidir üstelik.
Biliriz ki, mevsimler
değiştiğinde biz de değişiriz. Bir mevsimlik büyümek, bir mevsimlik hatıra, bir
mevsimlik birikimle karşılarız her yeni mevsimi. Asla eskisi gibi olamayacağımızı
bile bile birbirine ekleriz yazı, kışı, baharları… Günlerin ardından mı koşarız,
yoksa günleri ardımızdan mı koştururuz, pek ayırdına varamadığımız zamanların
kahramanı olduğumuzu unutarak yaşarız çoğu zaman. (Kimileri müstesna…)
Ömür bir nehir gibi akıp
gidiyor her hâlükârda. Çoğumuz bu seyrin birinci dereceden kahramanı ve
ömrümüzün yegâne mesulü olarak yaşadığımızı izleme pratiğini -her nedense- ihmâlinden
pek rahatsızlık duymayız. Yetişmeye çalıştığımız işlerin peşinden koşarken
edindiğimiz becerimiz kadar, kendi ömrümüzün tasarrufunda da maharetli miyiz?
Beklentileri karşılamak mı, bizi bekleyen akıbetin ne’liğine dair beklememiz
gerekenler mi yönetiyor hayatlarımızı?
Demem o ki, kendimizden bir
beklentimiz var mı?
Biriktirdiklerimiz kendimiz
için ne ifâde ediyor?
İşe yarar yatırımların peşinden
mi koşuyoruz?
Kendimizi ihmâlin ceremelerini
seyrededururken, aynı yanılgıyı kovalamaktan neden bıkıp usanmayız? Bir
mirasyedi edâsı ile tükettiğimiz günlerden bize kalan nedir?
Neredeyse her eve uğrayan
depresyon, panik atak ve sair bedensel hastalıklarımızın gerekçesi ne kötü
beslenme, ne imkânların azlığı ve ne de çok çalışmak olmadığını neden hâlâ anlamamakta
ısrarlıyız? Duvarı nemin, insanı gamın yıktığını da biliyorken üstelik…
Gam nedir?
Meselâ bu soruya cevap olarak
verilecek cümlelerin ne’liğini hep merak etmişimdir. Ayrılığın, hastalığın,
yokluğun gam hânesine yazıldığını bilirim. Bana sorsalar, “Sabır ve şükür
çerçevesinden kıymeti bilinmemiş birlikteliğin mesuliyeti, varlığın
sorumluluğu, sağlığın korunması da gam listesine girmeli” derim.
Seyrettiğim hayatlar ve
okuduğum haberlerden gördüğüm odur ki, şükür hızla terk edilirken, şikâyetlerse
ayyuka çıkıyor. İnsanlık kedere müptelâ edilmeye çalışılıyor.
Çünkü âhir zaman insanları
olarak bizler, eylediğimizin tesirini bir nehrin debisini ölçer gibi ölçmekten
günbegün uzaklaştırılmışız! Geri dönüşü olmayan zamanın ve tekrarı olmayan
akışlarımızın nabzını doğru ölçmek için doğru damara değmeyi çoktan unutmuşuz. (Kimileri
müstesna…)
Zaman akıyor ve şairin, “Celladıma
gülümserken çektirdiğim son resim” deyişine hak verenlerimiz çok. Buna rağmen
gerçekliği yoka sayan bir aldırmazlığı kuşanmışız.
Hâlbuki -bir üst satırdaki ben
ile bu harfleri dizen ben artık aynı kişi değiliz; silsem yazdıklarımı, yeniden
yazsam, birkaç dakikalık eskimişliğimin farklılığını en iyi ben hissederim- şaire
verdiğimiz hakkı hakkıyla teslim etmek için zamanı kaybolmayacak, uçup
gitmeyecek, israf etmeyecek biçimde kuşanmak bâbında ne yapmalıyız?
Köşemize çekilip zikrederek,
ferdî farziyetlerimizi yerine getirerek “ben” merkezli bir cennet tahayyülüyle
zaman kıymetlenir mi?
Anlamından mahrum olduğumuz
Kitabımızı terennüm etsek durmaksızın, hayatımıza acep ne ve nasıl yansır?
Tüm hadîsleri ezberlesek
meselâ… “Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş” bir Nebî’nin ayak izlerine
basarak arşınlasak dünyayı, “zaman idrakimizi” değiştirebilir miyiz? Yoksa
ezber ettiğimizin övüncüyle mangalda kül bırakmayacak bir esişle dilimize düşen
hakikate değil de sesimize mi hayran oluruz?
Kendi bacağımızdan asılmanın
kefaretini “ben” merkezli inancımızla ödemeye çalışırken, ötelerde bizi nasıl
bir durum bekler?
Meselâ Cennet’te yalnızlık
hissi var mıdır?
Biz koyun muyuz?
Bacağımızın derdine bizi kimler
düşürdü?
Vahy-i İlâhî, Peygamberimizin
sünneti ve tüm fakihlerin içtihatlarına rağmen savrulurken ümmet, şairin zamanın
katline dair söylediği bir dizeyi ezberlesek ne, ezberlemesek ne! (Kimilerimiz
müstesna…)
Biliriz Heraklitos’un “Aynı
ırmakta iki kere yıkanılmaz” diyalektiğini. Ona da hak veririz. “Helâl olsun,
iyi düşünmüş ve iyi söylemiş” der, felsefecinin ve felsefesinin de hakkını yemeyiz.
Allah için, kendimiz hâriç, herkese ve her şeye yetecek kabiliyette ve herkesi
ikna kapasitesine sahip değişik bir insan güruhu içindeyiz. Ama hazin bir
gafletin müptelâsı olarak, aslında Rabbimizin nezdinde, özenle ve özel kodlarla
yaratılmış biricik insan teki olduğumuz düşüncesinden uzaklaştırılmak
istenenleriz!
Öyleyse dikkat kesilmeliyiz!
(Devam edecek inşaallah…)