PANDEMİ bir sağlık
problemi olmasına karşın, bu durum ülkeleri gittikçe ekonomik bir darboğaza
doğru sürüklemekte. Fakat durum ne olursa olsun, kesin olan bir şey var ki, dünyayı
sömürgeleştirip zenginlikleri kendisine toplayan, bir zamanların Fransa,
Almanya, Kuzey İtalya, Hollanda, Belçika ve İsviçre dâhil Batı Avrupa’yı içine
alan Karolenj Avrupa’sının insanî değerlere sahip ama fakir Doğu’ya üstünlüğüne
dair efsanesi, iki ay içerisinde yerle bir oldu.
Kuşkusuz,
Orta ve Doğu Avrupa uzun zamandır üç nedenden ötürü Batı Avrupa tarafından
dışlanmış ve değersizleştirilmiştir.
Birinci
neden, bu bölge devletlerinin sömürgeci olmayışıdır. Meselâ bir batı Avrupa
ülkesi olan Fransa’nın anavatan yüzölçümü 640 bin 679 kilometrekare iken, 1900-1930
yılları arasında kurduğu sömürge imparatorluğu ile yüz ölçümü 13 milyon
kilometrekareye ulaşmıştı.
Tabiî
bu rakam, konu sömürge olduğunda Birleşik Krallık ve dominyonlar, sömürgeler,
himâyeler ve mandalar ile diğer bağımlı bölgelerden oluşan Britanya
İmparatorluğu yanında bir hiçti.
Aynı
tarihlerde Büyük Britanya İmparatorluğu, dünya nüfusunun dörtte birine denk
gelen, 458 milyon nüfusu ve 33 milyon kilometrekarelik alana hâkimdi.
Batı
Avrupa sömürgeciliğinde bunlar, sadece iki önemli örneği oluşturmaktadırlar.
1960 yılı ile birlikte resmî olarak sömürgecilik tarihe karışsa da, bu ülkeler
o topraklardan çekilmeden önce, o ülkelere yönetici atayarak, yasalarını
değiştirerek ya da kendilerine ait şirketler için tekel politikaları
oluşturarak modern anlamda sömürüye devam etmektedirler.
Bu
ülkeler, var olan sömürgelerini kaybetmemek adına, iki dünya savaşı yaptılar;
günümüzde de yaşanan savaşlar ve çekişmelerde bu paylaşım kavgalarının izlerini
görmek mümkündür. Tabiî bu insanlık dışı durumu Doğu Avrupa ülkelerinde
göremezsiniz.
***
İkinci
neden, Batı Avrupa devletlerinin sürekli olarak bu bölgedeki halkları kışkırtma
politikaları nedeniyle, bölge halklarının sürekli gerginlikler, sınır
çatışmaları ve etnik kavgamalar yaşamalarıdır.
Bölge
halkları arasındaki huzursuzluk ve gündelik çatışmaları bir tarafa bırakırsak,
asıl büyük problemi, “Büyük Sırbistan” hayâli kuran Sırp Çetniklerin özellikle
İkinci Dünya Savaşı’nda Sırp hârici bütün bölge halklarına, Kosova ve Bosna Savaşı’nda
yürüttükleri etnik temizlik faaliyetlerinde görebiliriz.
Ya
da bir Hırvat devrimci hareketi olan Ustaşaların 1929-1945 yılları arasında yüz
binlerce Sırp, Yahudi, Romen ve Müslüman halkını katletmesi ve isim değiştiren
ama ideoloji değiştirmeyen Hırvatların Bosna Savaşı’nda özellikle Müslümanları
katletmelerinde fark edebiliriz.
Tüm
bu yaşananlar, insanların yüreğinde tamiri olanaksız yaralar açmıştır.
***
Üçüncü
ve son neden ise, Soğuk Savaş yıllarında hem bölge ülkelerinin totaliter
rejimler altında geçirdiği dönemin bu ülkelerin gelişimini engellemesi, hem de
SSCB’nin uydusu olan bu devlet başkanlarının ülkelerinin dış politikadaki
rollerini felç etmesidir.
Batı
Avrupa’nın gözünde, her ne kadar binlerce yıllık tarihin ve kültür birikimin
olsa da, şayet fakir bir ülkeysen, değersizsindir.
Diğer
taraftan tüm bu olumsuzluklara rağmen, özellikle Çek Cumhuriyeti, Macaristan,
Polonya ve Slovakya’nın oluşturduğu Vişegrad Grubu, problemsiz olmasa da (hepsi)
eşit derecede hızlı bir şekilde sosyo-ekonomik sisteme nispeten iyi geçiş
yaptılar.
Günümüzde
yaşanan bu pandemi, bir gerçeği gözler önüne serdi. Doğu Avrupa bu sorunla Batı
Avrupa’dan çok daha iyi ve insancıl olarak baş etmektedir. Hattâ bu sorunla en
iyi baş ettiği düşünülen Avrupa ülkesi Almanya’da bile, Doğu Almanya, Batı
Almanya’dan iyi durumdadır. Belki de bu durum, Doğu Avrupa’nın tekrar yükselişe
geçmesi ve tarih sahnesine yeniden güçlü bir şekilde çıkmasının ilk adımıdır.
Artık masadaki kâğıtların yeniden dağıtılma zamanı gelmiştir belki de…
Çünkü
Batı Avrupa’nın hümanizmi ve adaleti, aldatmacadan başka bir şey değil.
Bu
bağlamda, neden Avrupa’nın yeni başkenti, milyonlarca Kongolunun kemikleri
üzerine inşâ edilen Brüksel yerine Prag olmuyor?
Neden
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Strazburg yerine, 20’nci yüzyılda insan
haklarının nasıl çiğnendiğini bilen ve zulüm gören Polonya’nın başkenti
Varşova’ya taşınmıyor?
Ya
da medeniyet başkenti neden Amsterdam yerine, çok daha köklü bir şehir olan
Sofya olmuyor?
Velhasıl, zaman değişirken, değişimi de beraberinde getirmeli…