Zaman büyük bir sırdır!

Zamana ne anlam yüklenirse yüklensin, o; insanı doğumuyla birlikte ilk nefes alıp verdiği, yaşam belirtisini gösterdiği, ağladığı o ilk andan itibaren salise salise, saniye saniye, dakika dakika geri saymaya başlayan; bebekliği, çocukluğu, ergenliği, gençliği, orta yaşı, yaşlılığı veya ileri yaşlılığına kadar ve sonrasında farklı bir zaman ve mekâna doğru sürükleyen büyük bir sırdır!

ZAMAN için, İsviçrelilerin imâl ettiği, Fransızların stokladığı, İtalyanların aradığı, Amerikalıların para olarak gördüğü, Hindularınsa var olduğuna inanmadıkları söylenir…

**

Einstein ise zamanı, dünyada ve uzayda aynı hızda işlemeyen, hıza bağlı olarak değil, “çekim gücü” ile de değişikliğe uğrayan izafî bir kavram olarak tanımlar.

**

Amerikalı motivasyonel konuşmacı, yazar ve danışman Denis Waitley ise, zaman hakkında şunları söyler: “Zaman, kimse arasında ayrımcılık yapmayan bir işverendir. Yeni bir güne başlarken herkes aynı sayıda saat ve dakikalara sahiptir. Örneğin zenginler parayla daha fazla saat satın alamazlar. Aynı şekilde bilim adamları yeni dakikalar icat edemezler. Ya da yarın kullanmak üzere bugünün zamanını biriktiremezsiniz. Ancak yine de zaman, son derece âdil ve bağışlayıcıdır. Geçmişte vaktinizi ne kadar boşa harcarsanız harcayın, hâlâ koca bir ‘yarın’a sahipsinizdir.”

**

Kâinatta canlı ve cansız hiçbir varlık zamandan bağımsız değildir. Zaman bütün canlılar için hep aynı yönde, aynı istikamette, daima ileri doğru akıp gider. Zamanı durdurmaya, yönünü değiştirmeye, istikametini bozmaya, geri almaya, ileri sarmaya hiçbir canlının iradesi, gücü ve kudreti yetmez. Hiçbir varlık zamana karşı direnemez, zamana karşı koyamaz, zamana mukavemet edemez.

**

“Zamanın akıp gitmesine müdahale ederim” diyen, etse etse ya duvarda asılı duran “saatli maarif takvimi”nin o günkü yaprağını koparmayarak zamanı durdurduğunu zanneder ya da durdursa durdursa kolundaki kol saatinin zembereğini durdurur. Zaman herkese eşit aralıktadır. Asla ve kat’a insanların keyfine, isteğine, dileğine ve talebine bağlı olarak durmaz, durdurulamaz. O hep ileri doğru aynı tempoda, aynı hızla akıp gider; tâ ki İsrafil meleğin Sûr’a üflemesi ile yer ve gökteki bütün canlıların öleceği ve dünya hayatının sona ereceği kıyamete kadar…

**

Her canlının belli bir ömrü, her nesnenin-eşyanın-varlığın belli bir kullanım veya tedavül süresi vardır. Ömrü tükenen her insan, “ölüm” denilen gerçekle zamanın belirli bir kesitinde yüz yüze gelir. Bu gerçeği câmilerde verilen salâlardan da işitiriz. Kimse Allah’ın takdir ettiği zamandan (ömür) önce ölmeyecek. Bir kimsenin kendinin veya bir yakınının ömrünü diğer bir kimseye bağışlama nidasında bulunması da beyhude bir temenni, sözde bir çaba, faydasız ve imkânsız bir iştir.

**

Siz bakmayın bazı bilim insanlarının ölümsüzlük konusunda önemli zengin yatırımcıların da desteğini alarak hücre yenilenmesi üzerine yaptıkları araştırmaların sözde sonucu olarak (hücre yaşlanmasını durdurarak) yakın veya orta bir zamanda ölümsüzlüğü bulacakları iddialarına, hepsi beyhude birer çalışmadır!

**

Peki, bir makinanın dişlileri gibi hep ileri saran bu kavram hakkındaki “Zaman sizin için nedir?” sorusuna biz ne cevap vereceğiz?

Fizikçilerin tarif ettikleri gibi, sadece bu evrenin sınırları içerisinde olan canlı/cansız her maddenin içinde bulunduğu dördüncü boyut olarak mı göreceğiz? Ya da diğer bilimlerin tanımlarına bakarak bir iş ya da oluşun, bir eylemin içinde geçmekte olduğu, geçtiği ya da geçeceği bir saat veya geçen süre olduğunu mu ifade edeceğiz?

**

Yoksa kaybettiğimizde ağladığımız, doğru kullanmadığımız, doldurmakta zorlandığımız, uymakta geç kaldığımız, yarışmaktan yorulduğumuz, ahmakça öldürdüğümüz, boş geçirmek için oyalandığımız, plânını yapmadığımız, çetelesini tutmadığımız, bol keseden verdiğimiz, yetmediğinde şikâyet ettiğimiz, daraldığında üzüldüğümüz, kazanmaya çalışmadığımız, kıymetini bilmediğimiz, boşa geçirdiğimiz her “an” için, “Aman! Ne olacak canım?” dercesine, umursamaz bir tavırla “Zaman zenginiyiz” mi diyeceğiz?

Yoksa geçen her salisenin, her saniyenin, her dakikanın ne kadar kıymetli olduğunun bilincinde, yirmi dört saatin yetmediği serzenişinde bulunan, ailesine, çevresine, milletine, devletine, ülkesine faydalı bir fert olmak için çabalayan bir insanın ruh hâliyle, “Zaman fukarasıyız” mı diyeceğiz?  

**

Evet, zaman dediğimiz nedir?

Adına “ömür” dediğimiz, bir insanın veya canlının doğumundan ölümüne kadar geçen salise, saniye, dakikaların peş peşe geldiği bir dizgi mi? 

Yoksa saat ve takvim cinsinden bir şey mi?

**

Zamana ne anlam yüklenirse yüklensin, o; insanı doğumuyla birlikte ilk nefes alıp verdiği, yaşam belirtisini gösterdiği, ağladığı o ilk andan itibaren salise salise, saniye saniye, dakika dakika geri saymaya başlayan; bebekliği, çocukluğu, ergenliği, gençliği, orta yaşı, yaşlılığı veya ileri yaşlılığına kadar ve sonrasında farklı bir zaman ve mekâna doğru sürükleyen büyük bir sırdır!