Zalimler için yaşasın Cehennem (2)

Filistin Siyonist zulmü altında inlerken, yaşam hakları hiçe sayılırken, Müslüman kardeşlerimizin ölüm fermanları tüm dünyaya aleni bir şekilde deklare edilmişken, bir avuç Siyonistin Müslüman bir topluluğun hayat ve ölüm kararını verme haysiyetsizliğini imanımızın ve Müslümanlığımızın hangi şeref derecesine koyacağız? Hangi yüzle birbirimize ayet ve hadislerden örnekler verecek, hangi yürek ve dille özgürlüğü haykıracağız?

Filistin topraklarının Müslümanlar için önemi

O topraklar mukaddestir. Bu kutsallık hem Hıristiyan, hem Yahudi, hem de Müslümanlar için geçerlidir (Maide, 21; İsrâ, 1).

O topraklar yeryüzü hâkimiyetinin tarih boyunca bir sembolü gibi kabul edilmiş, Filistin’e (Mescid-i Aksâ’ya) sahip olan ülkeler ve zihniyetler hem psikolojik moral, hem de siyasal güç yönüyle rakiplerinden öne geçmişlerdir.

Filistin’in, dolayısıyla Gazze’nin gönül dünyamızdaki sırrını anlamak için, Hazreti Ömer’in, Sultan Selahaddin-i Eyyubi’nin, Sultan Muhammed Alparslan’ın ve Yavuz Sultan Selim Han’ın hatıralarına hürmetsizlik etmememiz gerektiğine inanıyoruz.

20’nci yüzyılın ilk yarılarına kadar Müslümanların o topraklarda hâkimiyeti, izzetlerinin de bir göstergesi olmuştur. İtikadımızın bize emrettiği üzere, Resûlullah (sas) ve ilk Müslümanlar, Mescid-i Aksâ’yı vahiy gereği ilk kıble olarak seçtiler, oraya yönelerek Rablerine kulluklarını yerine getirdiler ilk önce. Biz de önce oraya sahip çıkmalı, sonra Kâbe’ye teveccüh etmeliyiz tefekkür ve görev bilinciyle.

Hem namazdaki kıyamı, hem de namaz gibi ibadet olan kıyamı kıbleler tayin edecek, biz de kıblelerimize doğru yönelecek, yüzümüzü Aksâ ve Harâm Mescidlerine çevirecek, oraya doğru “Allah-u Ekber” diyerek kıyama duracağız. 

Resûlullah (sav) Mescid-i Harâm’dan veya diğer mescidlerden değil, Mescid-i Aksâ’dan çıktı Miraç’a. Mescid-i Aksâ’ya ayak basarak yükseldi göklere. Dünya Müslümanları olarak biz de namazlarımızın birer Miraç olmasını arzu ediyor, Yahudilerin ayakları altında alçalmak değil de göklere ve yücelere doğru yükselmek istiyorsak, Mescid-i Aksâ’yı kaldıraç kabul etmeli, onu merdivenimizin ilk basamağı olarak değerlendirmeliyiz.

Unutmayalım, Kur’ân-ı Kerîm’de bu tarihî tecrübeye büyük önem verilmiş, çeşitli vesilelerle eski milletlerin hayatları ve akıbetleri anlatılırken özellikle kötülük ve zulümleri, azgınlaşıp isyan etmeleri yüzünden helâk edildikleri ve böylece tarih sahnesinden silindikleri anlatılarak insanların bu tarihî gerçekten ibret alıp Sünnetullah’ı daima göz önünde tutmaları, şimdi sahip oldukları imkânların (başta ABD ve diğer İsrail muhibbi Batılı devletlerin firavun kılıklı başkanları) bizi felâketlerden koruyamayacağını iyi bilmeli ve hayatı buna göre düzenleme gereği buyurulmuştur. Âd ve Semûd gibi çok eski dönemlerde yaşamış kavimler yanında daha yakın çağlardaki birçok devletin de çöküşü veya tarihten silinişinin temelinde aynı olumsuz sebeplerin yattığında kuşku yoktur.

Tarihte hilâfet ve dünya hâkimiyeti açısından önemi gibi, günümüzde de oraya sahip olanın dünyaya da egemen olduğu gösterilmiş oluyor. Ne acıdır ki, böyle bir vahdet iklimini kaybettik. Filistin’in bugünkü durumunu anlatmak için lügatlerdeki zulüm ve vahşetle ilgili bütün kelimeleri İsrail denen vampir için eksiksiz saymak, mazlumluk ve acınmayla ilgili tüm sözcükleri Filistin için sıralamak gerekiyor. Ya da Filistinli o kızın şiirindeki ağlatan tek kelimeyi seçmek: “Utanın!”

Peki, utanılacak bu durumdan kurtulmak, orayı kurtarma gayretiyle kendimizi kurtarmak için ne yapılması gerekiyor? 

“Müslümanız, Müslüman kardeşimizin içinde olduğu tüm sıkıntılar bizimdir, kardeşimize dünyanın neresinde olursa olsun yapılan her zulmü kendimize yapılmış kabul eder ve ona karşı tüm varlığımızla mücadele ederiz” diyebilerek, atılacak adımları başkalarından beklemek acziyeti yerine ilk adımı atmak yarışına girelim. Hayırda yarışan bir ümmet olmanın maratonunda tüm yüreğimizle kendimizi ortaya koymanın cesaret ve erdem kişilikleri olalım.  

Filistin Siyonist zulmü altında inlerken, yaşam hakları hiçe sayılırken, Müslüman kardeşlerimizin ölüm fermanları tüm dünyaya aleni bir şekilde deklare edilmişken, bir avuç Siyonistin Müslüman bir topluluğun hayat ve ölüm kararını verme haysiyetsizliğini imanımızın ve Müslümanlığımızın hangi şeref derecesine koyacağız? Hangi yüzle birbirimize ayet ve hadislerden örnekler verecek, hangi yürek ve dille özgürlüğü haykıracağız?

Ey yeryüzünün mazlumları! Anlayın artık birbirinizi, küfrün tek millet olduğunu, zalimi ve ümmet içerisindeki zihniyet temsilcilerini tanıyın. Bizim bu söylediklerimiz bir hamaset değil, medeniyet tasavvurumuzun ve kadim tarihimizin omuzlarımıza yüklediği “mukaddes yüke hamal” olmanın mesuliyetindendir. Gelin, bir daha dua ve gönül beraberliği ile sesimizi İlâhî sırata yolcu edelim!

Ey Ümmet-i Muhammed (sas)! Zalimin zulmüne sessiz kalıp Allah’ın gazabına havale olmamak ve “Yardım edin!” diye feryat eden bu mazlumların bedduasına muhatap olmamak için kalbimizle (imanın zulme karşı olmanın en zayıf itiraz şekli olan) buğz etme kaçamağını bırakıp, dillerimiz ve ellerimizle imanımızın gereğini ifa edelim.

Yapabileceklerimizi en yüksek seviyede zorlayarak hayatımızın her alanında seferberlik ilân edelim. Ensar olup Filistinlileri muhacir kabul edelim, yurtlarından alarak değil, mallarımızla onları muhacir kardeşlerimiz kabul edip nefislerimizden önceleyelim.

Bu kadar ucuz mu Müslümanın kanı, bu kadar değersiz mi ümmetin birlikteliği? Bu kadar mı cesaret ve fedakârlıktan uzağız? Bu kadar mı zayıf ve duyarsız imanlara sahibiz?

İsrail’de ölen bir çocuğa bile ağlayanlar, neden Filistin’de ölen binlere, on binlere ağlamazlar? Neden dünyanın dört bir tarafına yardım elini uzatan ve bol bol reklâm yapanlar Filistin’e de yardım elini uzatmazlar?

Alman ordusunun gettolarda ve toplama kamplarında Yahudilere neler yaptığını hatırlayalım. Nasıl insanlık sınırlarını zorlayan bir zulümdü o? “Hatırlayalım” diyoruz ama zaten filmler ve belgesellerle unutturmuyorlar. Nazi zulmünü anlatan filmlere meraklı biri eline kumandayı alsa, kanal kanal dolaşsa, her gün her saat seyredecek bir yayın bulur. Yahudiler kendilerine zulmeden Almanları bıraktı, Müslümanların üzerine çullandılar. Orantısız güç kullanmak, zulmetmek, sivil halkı aç bırakmak, üzerlerine bomba yağdırmak, onlara ulaşacak yardımları keserek yavaş yavaş toplu ölüme terk etmek gibi eylemlerin hepsi çağdaş, modern ve daha bunlar gibi birçok sıfatla anılan dünyanın gözü önünde yaşanıyor.

Şu tabloya bir bakın: Filistin, Türkistan, Afganistan, Pakistan, Çeçenistan, Mısır, Suriye, Keşmir, (Burma, yeni adıyla Myanmar’ın kuzeyinde yer alan) Arakan, Açe… Müslümanlar hangi coğrafyada rahat, huzurlu ve müreffeh?

Siyonist işgalcilerin günlerdir Gazze’ye yaptığı saldırılar karşısında milletlerarası kuruluşlar bırakın ateşkesi, insanî yardım ulaştırılması oylamasında bile Filistinlileri ölüme terk etmiştir. Akif’in -merhum- dediği gibi, Batı medeniyeti tek dişi kalmış canavar olduğunu bir kez daha ispat etmenin gayreti içinde maalesef. Batı’nın demokrasi, insan hakları ve özgürlükler edebiyatı, sadece kendi insanı söz konusu olunca bir anlam ifade ediyor. Başkasını bunlara lâyık görmüyorlar.

Mazlum Filistin halkının yanında olduğunu söyleyen futbolcunun lisansını iptal edecek kadar canavarlaşmış durumda Batı yönetimleri. Olan, mazlum Müslümanlara oluyor.

Dün Bosna ve Rohingya Müslümanlarıydı adres, bugün Filistinliler. Siyonistler Filistinlileri insan olarak görmüyorlar. Resmî ağızla “hayvanımsı insanlar” olarak tarif ediyorlar. Yani ölen Filistinlinin Siyonizm ve destekçileri nezdinde bir kıymeti yok. Yine resmî ağızla yapılan “Gazze’ye bir gram insanî yardımın girmesine izin vermeyeceğiz, Gazze’ye sadece hava kuvvetlerinin bombaları girecektir” açıklaması, Filistinlilere ölümden başka tercih bırakmıyor. Bu canavarlığa karşı meselâ BM ne yapıyor? Sözde çağdaş demokratik ülkeler ne yapıyorlar? Başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri kayıtsız şartsız İsrail’in yanında olduklarını ilân ediyorlar. Onlardan aldığı bu destek ile Siyonistler katliama devam ediyorlar. Ne hastane, ne cami, ne kilise, ne okul tanıyorlar.

(Devam edecek…)