Zahirî ve hakikî dengesinde öğrenme

Türkiye’nin hakikî öğrenme biçimiyle hakikî bilgiye erişmesi zorunludur. Bunu yapmazsa her defasında saldırılarla karşı karşıya kalacaktır. Çünkü filizin yükseklere erişmesi zordur. Hakikî öğrenme biçimiyle aşikâr olan hakikî bilgi ile göklere erişmek mümkündür.

GIDA, şifa ve su gibi kavramlar insanlığın vazgeçemeyeceği ortak noktalardır. Bireylerin fikir, görüş ve düşünceleri ne olursa olsun, bunlar genel kabuldür. Medeniyet, kültür, toplum ve coğrafî bölgelere göre sadece şekil ve fikir elbisesi değişir.

Kabuk ve öz birlikte varlık gösterirken, birinci tercih sırasında “öz”, ikincil düzeyde ise “kabuk” durur. Evrende hiçbir şeyin zayi veya boş atık olmayacağı gibi, fikir, üretim ve öğrenim gibi kavramlar da kabuk ve öz olarak sınıflandırılabilir. İnsanlığa faydası olmayan fikirlerin kabuk, akla kuvvet olan fikir âlemlerinin ise özü inşâ ettiği şüpheden varestedir.

Bu pencereden bakıldığında kabuk zahirî, öz ise hakikî olarak görülebilir. Hakikat olmadan zahirî varlık gösteremez. Elbette kabuğun bir ömrü olacaktır ancak neslin sürdürülmesi mümkün değildir. Çünkü neslin devamı için gereken tohum özde yani hakikat âleminde bulunur, kabulta değil (zahir).

Fikir, öz ve hakikat âlemi eylem ister. Bu ise sözün eylem ile sınanmasıdır. Bu sınamanın maddî karşılığı olamaz. Zira evren mükemmele revan olmuştur. Yolun insanın da yolu olmasına işaret eder. İnsanın olmasına işaret eder, ölmesine değil.

Bu eylemin beklenti noktası sadece O’nun Esma ve Sıfatlarına karşı verilmesi gereken bir sevgi olarak görülüyor, maddî bir iltica değil. İnsan potansiyel açısından en donanımlı varlıkken öğrenme süreci de en meşakkatli olan canlıdır. Öğrenme sürecinin beşikten mezara kadar olmasının nedeni, her kademede ve her söz tabasında Esma ve Sıfata iltica ile mümkündür.

Kabuğun filiz vermesi nasıl mümkün değilse, zahirî öğrenmenin de hakikî bilgiyi vermesi mümkün değildir. Hakikî bilgi özdeki tohumun filiz vermesine gebedir. Modern anlamda ve en alt düzeyde anlam ifade eden bilgi, çevrede var olup insanın yeni fark ettiği malûmattır. Bilimsel verilerin ortaya koyduğu veriler/datalar sadece insanın söz verdiği âlemde yazılı olan ve bu dünyadaki sebepler silsilesinden ibarettir.

İnsanların sebeplere müracaat etmesi Batı’da bilimsel çalışmalar olarak algılanırken, Doğu’da bilimsel bakışın karşılığı “fiilî dua” olarak nitelendirilebilir.  Bu nedenle öz ve kabuk açısından doğru pencereyi ortaya koymak gerekir. Doğru pencerenin ortaya konulması için de olası üç durumu açıkça belirtmekte fayda vardır.

Bunlardan birincisi, Batı’da olduğu gibi olaylara zahirî öğrenme olarak bakıp belli sınırlar arasındaki verileri değerlendirmektir. İkincisi, bazı Doğu toplumlarında olduğu gibi tevekkül diyerek işi oluruna bırakmaktır. Üçüncüsü ise, bilimsel çalışmaların tamamını fiilî duanın talimi olarak görüp sebep perdesine müracaat ederek hiçbir neticeyi sebeplere vermeden doğrudan Yüce Yaratıcı’ya istinat etmek ve sonuç ne olursa olsun, üçüncü durumdan çıkan sonuca da tevekkül etmektir.

Doğru ve makbul olan ölçü, üçüncü yoldur. Batı’nın ileri gitmesindeki tek neden, insanlık adına makbul olan fiilî duanın yani bilimsel çalışmalara dört elle sarılmaktan kaynaklanmaktadır. Niyet ne olursa olsun, “bilimsellik” adı altında fiilî dua yapmanın peşin ücretinin teknolojik ve ekonomik karşılığını hemen almaktadırlar.

Bilimsel çalışmaların perde arkasındaki Yüce Yaratıcı’ya olan intisabı görenler bir adım daha ileri geçebilirler. Bilimsel çalışmaların bütün aşamalarına olan titizlikle uyum ve teknolojiye uyarlanması Batı’da sanayi devrimlerini gerçekleştirmiştir. Doğu’da ise Batı’dan çok ileride olan fikirsel potansiyelin bilimsel ölçütleri yani fiilî duanın istenildiği gibi sabırla, titizlikle ve emek harcayarak gelenek hâlinde uygulanamaması, ilk üç sanayi devriminin toplamda başarısız yüzünü bazı Doğu toplumlarında göstermiştir.

Günümüz dünyasını şekillendiren zahirî öğrenme biçimi ahtapot gibi bütün her tarafı sarmış durumdadır. Bu durum üstelik mutlak bir doğru gibi görünmekte ve dikte edilmektedir. Böyle bir dünyada öğrenme biçiminin insanlığı huzura eriştirmesi mümkün değildir. Nitekim Batı’nın çöküşü aşikâr olmuştur. Eğer hakikî öğrenme biçimiyle hakikî bilgiye erişilirse, bunu hangi devlet yaparsa yapsın, hem yeni bir medeniyet inşâ eder, hem de asırlarca süren bir devlet oluşur. Bunun temelinde ise bilim ve teknolojiyi harekete geçiren fikir yatmaktadır.

Bu nedenle Türkiye’nin hakikî öğrenme biçimiyle hakikî bilgiye erişmesi zorunludur. Bunu yapmazsa her defasında saldırılarla karşı karşıya kalacaktır. Çünkü filizin yükseklere erişmesi zordur. Hakikî öğrenme biçimiyle aşikâr olan hakikî bilgi ile göklere erişmek mümkündür. Böyle bir durumda saldırılar ne kadar çok olursa olsun, hangi yönden gelirse gelsin, atılan taşların yükseklere erişmesi mümkün değildir. Böylece Türkiye kendi iradesiyle bütün dünyanın kabul ettiği öncü bir ülke konumuna erişir.