Zafer ve istikbâl ufkumuz

Biz Türklerin hayat tasavvurunu özümsemiş, metodolojisini okumuş, idrak etmiş ve yaşamış bir anlayışta olmak gerekiyor. Gürül gürül akan bir pınar gibi çağladı, çağlıyor ve çağlayacak elbet kaynağımız.

Zafer zafer içinde

KAZANABİLMEK için ille de bir savaş olması gerekmez. Kazanmanın ve kaybetmenin sıralandığı dünyamızda başka bir cihette kaybedilebilecek bir mücadele ille de olacaktır. Doğumu bir kazanım, ölümü bir kayıp gördüğümüz bu dünyamızda bunu yaşarken doğum öncesi için doğum bir kayıp, ölüm sonrası için ölüm ise bir doğum pekâlâ olacaktır. Hem kazanımlarda, hem yeniliklerde hep bir kayıp vardır değil mi sonuçta? Gerek kazanılan, gerekse de kaybedilen her savaşta bütün annelerin yüreklerine saplanan büyük bir hançer olacaktır ne yazık ki.

Kendi emperyalizmini, kendi kapitalistini oluşturmadan, adil, haklı ve mağdurun yanında durabilmek, Müslümanca bir bakış sergileyerek görünen dünyanın görünmeyen dünyanın bir tarlası olduğu gerçeğini içselleştirerek bu hâli hâkim kılmak bütün insanlığa büyük bir hediye olacaktır. “İnsan Allah’tan koptukça pas yoğunlaşır” diyen Nuri Pakdil’in sözündeki birlik ve beraberliği yaşamak gerekiyor ki sorunlarımızı minimize edelim. Tek vücut, yekvücut olamayanı kurtların kapacağı durumlara düşmemek gerektiğini de görmemiz gerekiyor. Birlik içinde çokluk, çokluk içinde birlik ve bu ruhları diri tutma anlayışını toplumumuza hâkim kılmamız gerekiyor.

Merhum Sezai Karakoç'un dediği gibi, “dirilmiş bir geçmiş, aydınlık bir gelecek, altın bir şimdiki zaman”… İşte bu ruhla bu dirilik ve irilikle ancak yol alınacaktır. Görünen fiziğin görünmeyen metafizikle beslendiği bir dünyada ancak bunun mümkün olacağı muhakkak. Derinlik ve zenginlik kaynakları üzerinde odaklanmak ve bu doğrultuda hareket edebilmek en elzemi olacaktır. Muhammed İkbal’in dediği gibi bu büyük ideal ve amaç böylelikle gerçekleşmiş olacaktır: “Kur’ân ki kalplere girince değişir insan/ O insan ki değişince değişir cihan…”

Öyle çok savaş çeşidi var ki eldeki ok ve yayın savaşların en masumu olduğunu söylesek yeridir. Günümüzün dünyasında savaşların sıcağı, soğuğu, ekonomik olanı, kültürel olanı derken bu listeyi uzattıkça uzatabiliriz. Bu kadar çeşitli savaştan sağ çıkabilmek, hele bizim gibi büyük bir ateş çemberinde ve coğrafyasında olanlar için yaralanmamak dahi imkânsız hâle gelecektir. Hiçbir taşın altını boş bırakmama ameliyesiyle, “Parça, bütünün habercisidir” diyen Hazreti Ali sözündeki gibi, herkesin evinin önünü süpürmesini sağlamak olmalı en azından. Günümüzün güçlüsünün güçsüzü sömürmesi gibi bir vahşi küresel adaletsizliğin tavan yapması, yol açtığı ölümleri ve acıları kim inkâr edebilir ki? Savaş meydanında yenişmek için karşı karşıya gelen iki ordunun belli kuralları ihlâl etmeden savaşması dahi kötünün bir iyisi olacaktır.

Günümüzün son teknolojisine sahip silahlı akıncılarımız olacak; çünkü bu caydırıcı güç olacak. Ama silahsız akıncılarımız da olmalıdır. Şöyle ki; iyi müzakere yapan, donanımlı, beyaz ve bütün yakalı renklerle üreten, çalışkan, silahsız akıncılar bunlar... “Kılıç tutanlar kılıçla yok olurlar” sözünün olumsuz cihetini bertaraf edecek bütün olumlu hâller... Geleceği inşâ edecek aklın söyleyecek sözleri olmalı. Her sorunu sükûnetle çözmeye çalışan, barışı içselleştirmiş, çevreyi, dünyamızı korumayı amaç edinen bir akıl... Türk-İslâm düşünce ve eylem dünyasının söz sahibi olduğu, sözünün dinlenilir olduğu bir etki gücü... Bu da zenginlik kaynağı olarak insanımızı oturtmak ve donanımını bu minvâlde artırmakla mümkün olacaktır. Devamında entelektüel sermaye, kültür ve ekonomik sermaye şeklinde sıralanan büyük bir yapı...

Savaşı istemeyen tarafta olmak yetmiyor. Bütün insanları savaşı istemeyen tarafta tutabilmek mümkün olamayacağına göre, savaşı istemeyenleri sayı ve nitelik olarak artırma yolu güdülmeli en azından. Bu çabaları bir felsefe ve bir amaç doğrultusunda işleyip yararlı savaşın ve zararlı barışın olamayacağı anlayışını hâkim kılmak, yeni nesillere aşılamak ve ikna etmek en doğrusu olacaktır. “Ben gelmedim kavga için” diyen Yunus gönüllüleri çoğaltmak böyle mümkün olacaktır. Milletin bilgi ve bilgelik birikimlerini zayi etmeden diri tutmak ve artırmak gibi bir sorumluluğumuz her daim vardır ve olacaktır. İç derinliğin, yetişmişliğin dış zenginlik sonucunu doğuracağı, bilinen bir gerçeklik olarak hayatiyetini sürdürmelidir. Durgun bir toplum ve bireyler olmak yerine hareketli bir toplum olmak bizi her zaman için büyütecek ve etken yapacaktır. Hareketin bereketine inancımız hep olagelmiştir, şükürler olsun. “Üretimde bin lokma bin hırka, tüketimde bir lokma bir hırka” anlayışı bizi daha avantajlı konumda tutacaktır velhasıl.

Modern çağın aparatlarıyla, bugünün teknolojileriyle farklı trajedilere maruz kalıyoruz ne yazık ki. Modern çağın her türden olumsuzluklarını, kayıplarını insanın hayvanî güdüleriyle müsavi görmemiz hiç de yadırganmamalıdır. Vahşi kapitalizmin her türden yıkıcılığını yaşayan günümüz insanı yine de tabiatla, çevreyle daha barışık yaşasın. Zorluklarla ve mücadelelere karşı daha idmanlı olması gerektiğini düşünüyorum. Milletimizin, insanımızın emekleriyle, kazanımlarıyla, beslendikleriyle daha çok soluklanacağı ve avantajlı konumda olacağı muhakkak. Bu, bütün bu değerlerimizin bir gövde gösterisi olan hayatta yanlı algıların ve hataların bertarafına vesile olacaktır.

Gün aysın, eşinsin karanlıklarımız, çıkış yolumuz böylelikle aydınlığa kavuşsun…

Türk olmak

Biz Türklerin hayat tasavvurunu özümsemiş, metodolojisini okumuş, idrak etmiş ve yaşamış bir anlayışta olmak gerekiyor. Gürül gürül akan bir pınar gibi çağladı, çağlıyor ve çağlayacak elbet kaynağımız. Zaman zaman dinginliğe yol verse de daha çok hareket üzerine olacaktır. Bir tar’ın ve rebap’ın ve ney'in hiçliği ile buluşması gibi bir durumu da taşır bu. “Dünyada iki bilinmeyen vardır; biri kutuplar, diğeri Türkler” der Albert Sorel. Onun bu sözündeki gibi gizin yanında Türklük, insanlığa büyük katkısını her daim yapmaktadır ve yapacaktır. Başta biz Türkler olmak üzere bütün insanlığın felahına yönelik gözelerini akıtacaktır.

Türk kimliğine yönelik tespitlerde gerek kendi değerlerimizin, gerekse de yabancı gözlerin bakış açılarına pencereler aralayacak olursak…

Meselâ Bahtiyar Vahapzade şunları söylemiş: “Deyirem ki, Türkiye, Avrupa’nın kuyruğunda sürünmektense Türk dünyasının önünde gitsin. Bu daha iyi. Yüzünü döndersin kardaşlarına…”

Başka bir yerde Polonya (Lehistan) atasözüne yer verelim: “Türk atları Vistül nehrinden su içmedikçe Polonya kurtulamaz.”

Çok meşhur başka bir söz de Napolyon’dan: “Eğer dünyanın başkenti bir tane olsaydı, o İstanbul olurdu.”

“Türk milleti sadece birinci sınıf dövüşen bir kalabalıktır.” (İngiltere Başvekili Loyd Corc)

Allah’ın Türklere “hâkimiyet tılsımı” demek olan yede (yada, yeşim) taşını vermiş olduğuna dair rivayetler vardır.

Son olarak, Doğu Türkistan atasözüyle bu bahsi sonlandıralım: “Köyün itleri birbirine küs olsalar da kurdu görünce birleşirler.”

Bunun gibi sözlerin Türk milletine övgü niteliğinde olduğu muhakkak. 15 Temmuz darbe girişimine karşı gösterilen büyük kahramanlık ortadadır. Feraseti sayesinde, dalda yaprağı, yerde bir karış toprağı olmayan insanımızın başta vatanını en güzel şekilde savunduğu görülmüştür. Buradaki büyük fedakârlıklarla milletimizin arifane yönünü bütün dünya görmüştür. “Bin âlimin bilmediğini bir arif bilir” anlayışında bir birikim ve kültürdür bu. Milletimizin kimliğini ileriye taşıyacak olan büyük bir güç…

Meselâ spesifik başka bir örnek verecek olursak, Selim Tunçbilek’in şu tespitinde olduğu gibi kendimizi görmemiz ve silkelenmemiz gerekiyor: “Ayasofya’nın ibadete tekrar açılması ile ‘gerilim’ kavramının yeniden tanımlanma gereği hâsıl olmuştur. Gerilim, artık dünyada Müslümanların veya mazlumların hukukunu korumaya çalışmalarıyla oluşuyor. Alışacaklar velhasıl.”

Türk kimliğinin en önemli değerlerinden biri olan bayrağımız konusuna pek itirazı olan çıkmaz herhalde. Avrupa’nın temsil ettiği fikir, kavram ve inancın, bayrağa basmayı yadırgamaması yanında, biz Türklerin anlayışında bayrağa verdiğimiz manevi değer toplumumuzun genelinin genlerine sirayet ettiğini biliyoruz. Türk milletinin bayrağına bakışıyla diğer milletlerin bakış farklılıkları bu bağlamda kendini gösteriyor. Türk kimliğini oluşturan, taşıyan ruha yapılan bütün eleştiriler, başta düşmanlarımızın yancılarına, ideolojik hastalara ve aşağılık duygusu taşıyanlara iyi gelmektedir ne diyelim.

Biz Türklerin çerağı insanlığı aydınlatmaya devam edecektir. Türklerin, İslamiyet’le beraber uğrunda yaşanacak ve uğrunda ölünecek daha çok ulvi bir ruh hali taşıdığını görmekteyiz. Hayırları fetheden, şerleri def eden bir çizgidir bu. Türk kimliği konusu hem sözün genişliğinde hem de anlatımın derinliğinde olan çok boyutlu geniş bir konudur. Daha çok milletine güvenen ve ümitvar bir minvalde bu konuya bakmak gerektiğini düşünüyorum. Velhasıl, Türk Milleti olarak yükümüz ağır. Genetiğimizden, kodlarımızdan, dilimizden, dinimizden ve kültürümüzden gelen bu kadar şümullenmiş olguyu küfemizde her daim taşıyacağız Allah’ın izniyle. Malazgirt’te hayali kurulan, Söğüt’te rüyası görülen, Çanakkale’de kapısı açılan, Edirne’de planı yapılan büyük bir ülkü bu, bir kızıl elma…