Z Kuşağı: Dijital Nesil

Z kuşağının birkaç saat içerisinde örgütlenmesi ile sosyal medyada gündem oluşturarak o adamın hızlı bir şekilde yargı önüne çıkarıldığına bugünlerde sıklıkla şâhit oluyoruz. Ya da 80’li ve 90’lı yıllarda sokakta eşine şiddet uygulayan haysiyetsiz bir adam gördüğünde yüzünü çeviren insanların tam tersine, Z kuşağı, o adamın koluna girip polis çağırıyor. Z kuşağı kesinlikle vicdanlı bir kuşak.

GÜNÜMÜZDE pek çok araştırmacı ve akademisyen, belli dönemlerde yaşamış veya yaşayan kuşakların özelliklerini tespit etmek, alışkanlıklarını belirlemek, onların ideallerini, fikirlerini, hayâl kırıklıklarını gün yüzüne çıkarmak için çeşitli araştırmalar yapmakta. Kısaca “bir kuşağı anlamak” olarak nitelendirebileceğimiz bu çalışmaların temel amacı, kuşaklar üzerinden, yaşanan zaman dilimine ve toplumsal ilişkilere ayna tutarak belirli bir dönemi günahıyla sevabıyla gün yüzüne çıkarmak olsa gerek. 

1830-1840 yılları arasında kuşaklar konusundaki çalışmaları ile bu konudaki bilimsel araştırmalara önemli katkılar sunan Auguste Comte’un hakkını teslim edip bir kenara koyarsak, kuşak sorunsalının gündemi iyiden iyiye meşgul etmeye başladığı 20’nci yüzyılda, 1923 yılında Karl Mannheim tarafından kaleme alınan “Kuşaklar Sorunu” isimli makale ile başlayıp ünlü sosyolog Talcott Parsons’un “Sosyal Düzen Araştırmaları” ile devam eden, birbirinden farklı kuşakların arasındaki çatışmaların merkeze alındığı akademik araştırmalar, 90’lı yılların başlarında olgunlaşarak somut birtakım sonuçlar vermeye başladı.

Yayınlandığı 1991 yılında akademik çevrelerde gündem oluşturan,  Amerikalı bilim insanları William Strauss ile Neil Howe’nin kapsamlı araştırmaları sonucu ortaya çıkardıkları Kuşak Teorisi, özü itibariyle belirli dönemler arasında yaşamış insanların, yaşadıkları çevre ve içinde bulundukları tarihsel olaylar ile etkileşimde olduğunu, bu durumun da o kuşağa mensup insanlara has birtakım özellikler yüklediğini savunmaktadır. 

Büyük yankı uyandıran bu araştırmanın mucitleri, “Kuşak Teorisi” isimli makalelerinin giriş kısmında, “sosyal bilimlerin babası” olarak kabul edilen İbni Haldûn’un 1337 yılında kaleme aldığı “Mukaddime” isimli eserine atıfta bulunarak, İbni Haldûn’un “tarihsel süreçlerin toplumda yaşayan insanları şekillendirdiği” yönündeki araştırma ve fikirlerinden ilham aldıklarından bahseder.

İbni Haldûn’un Mukaddime’de, tarihî “teamül” nazariyesine dayalı olarak kurduğu tarih felsefesinde cemiyet ve devletleri kişilerin doğması, büyümesi ve ölmesine benzettiği, bunların birbirini takip ettiği şeklindeki teorisiyle pek çok Batılı araştırmacıya yol gösterdiği bilinmektedir. 1332-1406 yılları arasında yaşamış olan büyük düşünür, “Mukaddime” isimli eserinin “Umran İlmi” başlıklı bölümünde, insanların sosyal, siyasal ve ekonomik yaşantılarını deneysel yöntemlerle gözlemleyerek birtakım sonuçlar elde etmiş, bulduğu sonuçlar ile sosyoloji biliminin temellerini atmıştır.

Mukaddime’den fazlası ile nasiplenen Strauss ve Howe, “Kuşak Teorisi” adlı araştırmalarında, 1925 ve sonrasında yaşamış insanların genel mizaçlarını temel alarak onları gruplandırmaktadır. Bir hususu belirtmekte fayda var: Alâmet-i farikası adında gizli, bir konu ile ilgili genelleme yapmak oldukça tehlikelidir. İstisnalar bazen kaideleri bozabilir. Misâl, dünya üzerinde 1980-1999 yılları arasında doğan çocukları “falanca kuşağın temsilcileri” olarak addetmek, onların ortak birtakım özellikleri olduğunu savunmak, her zaman doğru sonuç vermeyebilir. 1980 yılında İngiltere’de doğan bir çocuk ile aynı yıl Endonezya’da doğan bir çocuğun tabiî ki birbirinden farklı özellikleri olacaktır. Ancak aynı zaman diliminde yaşanan bazı küresel gelişmelerden az ya da çok, pek çok ülkenin etkilendiği de bir gerçektir. O yüzden kuşaklar içindeki ortak özellikleri ya da kuşaklar arası farklılıkları okurken, reelde var olan birtakım coğrafî eşitsizlikleri aklımızın bir köşesinde bulundurmak, bizi en sağlıklı sonuca götürecektir.

Bir örnek vermek gerekirse, Amerika’da bilgisayarların işyerleri ile sınırlı kalmayıp evlere girmeye başladığı 1980’li yılların başlarında, Afrika’da insanlar açlıktan ölüyorlardı (bu hâlen devam ediyor). Elde bu veri varken, “1980 ve sonrasında doğanlar bilgisayar konusuna çok hâkim” denildiğinde, dünyanın çeşitli yerlerinde yiyecek ekmek bulamayan insanlarla alay etmiş oluruz. O yüzden kuşaklar ile ilgili yapılan araştırmaların, içinde bulunulan dönem koşullarının herkes için eşit olduğu varsayımı altında yapıldığı bilinmelidir.     

Bu ek bilgi ışığında “Kuşak Teorisi” isimli araştırmada tasniflendirilen kuşaklar ve yaşadıkları dönemleri sıralayalım:

1925-1944 (Sessiz Kuşak): Sâdık, otoriteye saygılı, fedakâr, takipçi, kalabalık evlerde yaşayan, teknolojinin telgraftan ibaret olduğu döneme mensup kuşak.

1945-1964 (Bebek Patlaması Kuşağı): İdealist, sorumluluk sahibi, otoriteye lüzumlu hâllerde karşı çıkabilen, kurumları yeniden inşâ eden, uzun çalışma saatlerine alışkın, teknoloji ile arası en iyi olanının ancak faks kullanabildiği kuşak.

1965-1979 (X Kuşağı): Kendine güvenen, şüpheci, para ile motive olan, güvenlik kelimesine önem atfeden, iş yerlerinde bilgisayar ile tanışan kuşak.

1980-1999 (Y Kuşağı): Sosyalleşmeye önem veren, işleri hızlı hâlleden, aile ile birlikte olmaya önem veren, bilgisayar kullanımına hâkim, mobil teknolojinin nimetlerinden faydalanan kuşak.

2000-2018 (Z Kuşağı): 21’inci yüzyılda doğan ilk jenerasyon Z kuşağı, içeriği birkaç cümle ile geçiştirilemeyecek kadar önemli, bir o kadar da renkli bir kuşak. Bazı çevrelerce başlangıç yılı 1996 yılı olarak gösterilse de 2000 yılının genel kabul gördüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz.

İsterseniz gelin, yaşadığımız döneme damga vuran Z kuşağını yakından tanıyalım…

Son jenerasyon

2019 yılında yapılan bir araştırmaya göre, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 33,7’si, ülkemiz nüfusunun ise yaklaşık yüzde 31’i Z kuşağı. Bir başka ifadeyle, ülkemizdeki 19 yaş ve altındaki birey sayısı 25 milyondan fazla.

Sonda söylemem gerekeni burada söyleyeceğim: Z kuşağı, çoğu insanın düşündüğü üzere yalnızca kendi çıkarını düşünen ergen kitleler değil. Birbirinden bağımsız hücreler gibi görünseler de dijital ortamlarda ortak akıl ve vicdanla kitlesel tepkiler ortaya koyan, kamuoyu yaratan, sosyal düzene ve siyasete, ekonomiye, spora, sanata sosyal medya üzerinden yön veren genç insanlar topluluğudur Z kuşağı. Şu an kendilerinden önceki hiçbir kuşağın aynı yaşlarda iken sahip olmadığı iki şeye sahipler: Bunlardan birincisi teknoloji; bilgisayar çiplerinin serçe tırnak boyutuna indirgendiği, mobil icatların bulut teknolojileri ile yarıştığı, kişisel telefonların ve bilgisayarların içine dünyaların sığdırıldığı, internet olmayan mekânların Cilalı Taş Devri’nden kalma yerleşim yeri muamelesi gördüğü yeni dünyada Z kuşağı tüm bu teknolojik inovasyonları kullanmakla kalmıyor, kendi bünyesinde geliştirdiği uygulamalarla sırası geldiğinde bu inovasyonları hayâl sınırlarının da ötesine taşıyacak potansiyele sahip olduğunun ipuçlarını veriyor.

Z kuşağı çocukları yeni teknolojik olanaklarla, iletişim ve ulaşım kolaylıkları ile bir arada yaşamakta. Z’ler, insanlık tarihinin el, göz, kulak gibi motor becerileri senkronizasyonu en yüksek kuşağı olarak tanımlanıyor. Çünkü bu kuşağın üyeleri, birbirlerinden uzakta olsalar bile dijital cihazları ile her an sözel, hattâ görsel iletişim kurarak, birbirleriyle bağlantı kurabilmektedir. Ancak bu avantajlarının bir yandan da dikkat ve konsantrasyon zorluklarıyla dezavantaja da dönüşebileceği hususu göz ardı edilmemelidir.


Z kuşağı ister yakından olsun, ister uzaktan, mesafe tanımaksızın ilişki ve iletişim kurabilir. Bu da yalnız yaşamaya eğilimli olacakları varsayımını beraberinde getirir. Bu kuşağın temsilcileri, aynı anda birden fazla konu ile ilgilenebilme becerisine sahiptirler. Sosyal ve iletişime açık olmaları nedeniyle aralarında çıkabilecek olası anlaşmazlıkları kolayca çözümleyebilecek potansiyele sahiptirler. Komplekssiz oldukları için kendilerini daha rahat ifade edebilirler. Bu kuşak üyeleri tatminsiz, kararsız ve doğuştan tüketici oldukları için, yaşamlarında “otorite” kavramının öneminin kalmayacağı düşünülmektedir.

Z kuşağı çocukları her şeyin kendilerine uygun olarak kişiselleştirilmesini beklemektedirler. Bu durum ileride zengin-fakir arasındaki makasın daha da açılmasına neden olabilir. Bu kuşaktakiler eğitime daha erken yaşlarda başlamakta ve eğitim süreçlerinin önceki kuşaklardan daha uzun süreceği tahmin edilmektedir. Yaratıcılığa izin veren aktivitelerden hoşlanmaktadırlar. Uzun dönemli hâfızaları ezberden çok oyun, hikâyeleştirme ve hayâllerle etkin hâle gelebilmektedir. Bu sebeple geleneksel eğitim yöntemleri bu kuşağa uygun değildir. Mevcût imkânlar göz önüne alındığında, daha iyi bir eğitim alacakları söylenebilir. Tabiî onlar da aynı niyettelerse…

Bu kuşağın sahip olduğu ikinci kıymetli şeyse, yarattığı kamuoyu gücü… Yolda yürürken denk geldiği günahsız sokak köpeğine ayağı ile tekme savuran cani adamın videosunun sosyal medya üzerinden yayınlanmasını müteakip, Z kuşağının birkaç saat içerisinde örgütlenmesi ile sosyal medyada gündem oluşturarak o adamın hızlı bir şekilde yargı önüne çıkarıldığına bugünlerde sıklıkla şâhit oluyoruz. Ya da 80’li ve 90’lı yıllarda sokakta eşine şiddet uygulayan haysiyetsiz bir adam gördüğünde yüzünü çeviren insanların tam tersine, Z kuşağı, o adamın koluna girip polis çağırıyor. Z kuşağı kesinlikle vicdanlı bir kuşak. Kamuoyunda lânse edildiği gibi bencil ve sadece kendini düşünen insanlar topluluğu değil.

Z kuşağı üyeleri, çocuk sayısının diğer kuşaklara göre daha az olduğu, küçük aileler içinde büyümekte. Evlenme ve çocuk sahibi olma yaşının ötelenmesinden dolayı, önceki kuşaklara kıyasla yaşça daha büyük ebeveynlere sahipler. Saklambaç oynayanların kaleye mum diktiği günlerin mâzide kaldığı, büyük oranda tabletlerle sosyalleşen bir nesilden bahsediyoruz. Az sayıdaki çekirdek aile fertlerinin hayatlarındaki hemen hemen her detaya müdâhil olduğu bu kuşağın en baskın özelliği, aynı zamanda birçok uyaranla haşır neşir olabilmesi. Hayatına her alanda müdâhil olunsa da özgürlükçü bir düzeni savunmaktadır Z kuşağı. Kendisine çok karışılsa da, ebeveyn olduğunda çocuklarını daha da özgür bırakacaktır. 

Z kuşağı kendi kredi kartına sahip olan şanslı bir azınlığın dışında, henüz tüketim eylemini kendi başına gerçekleştiremese de, ailelerinin tüketim kararlarında çok etkili olduğu için, pazarlamacıların özel önem verdikleri bir kuşak hâline geldi. Z’lerin her konuda kişiselleşmiş, kendine özgü ve imaja dayanan bir tüketime yönelerek, “pürtüketici” olarak nitelendirilebilecek bir tüketici profili çizecekleri düşünülmektedir. İstediği her ürünü hemen almak, hemen tüketmek ve sonrasında yeni tüketim deneyimlerine yönelmek istemektedirler.

Z kuşağı ne ister?

Z kuşağının olumlu pek çok özelliğini sayabiliriz. Lâkin keskin sirke bazen küpüne zarar veriyor. Bu kuşağın temsilcileri, kazanmak için her yolu deniyor. Sonuç odaklı olmak, kimi zaman işleri yola koyarken, kimi zaman da emek ve gayret kavramlarını tamamı ile göz ardı ediyor. Z kuşağı, çabayı ikinci plânda tutuyor. Hedefe ulaşamadıktan sonra dökülen alın teri onlar için ikinci plânda. Bu da azim ve çaba gibi, daha eski kuşaklar için kutsal sayılabilecek kavramların içlerinin boşaltılmasına neden oluyor. Z kuşağını bunun için suçlayamayız. Çünkü tarihin belki de en rekabetçi eğitim ortamında çocukluklarını ve gençliklerini hebâ ettiler.

Artık okullarda X kuşağında yapıldığı gibi çocukların ellerine birer mandolin verilmiyor. Çocukların sportif ve sanatsal aktivitelere ayırdıkları zaman dilimleri günden güne azalıyor. Z kuşağı, hedefe kitlenen füze misâli, zorlu sınavlardan yüksek puanlar almak üzere programlanıyor.

Yapılan araştırmalar Z kuşağının bağımsız çalışmayı tercih ettiğini ortaya koyuyor. Aslında birçok işyeri daha fazla etkileşimi teşvik etmek için ofisleri ortadan kaldırmış vaziyette. Pandemi döneminde yerinden çalışmanın teşvik edilmesiyle birlikte klâsik ofis tanımı gün geçtikçe etkisini yitiriyor. Bu durum, ofis dışı her yerde nefes alabilen geleceğin cevvâl çalışanları yani Z kuşağı için cennetin ta kendisi demek.

Yaratıcılık, hak arama, farklı sosyolojik gruplarla ilişkiler konusunda da diğer kuşaklardan daha başarılı olması, Z kuşağının çalışma yaşamında elde edebileceği başarıları göstermektedir. Diğer taraftan Z kuşağı üyelerinin markalara ve çalıştıkları işyerlerine karşı sadâkat duygularının zayıf olacağı, bu durumun da işyerlerini olumsuz etkileyeceği belirtilmektedir. Azimli ve hırslı olmadıkları için kriz dönemlerini olumsuz etkilenebilecek ve hep yükselmek istemelerinden dolayı “yıldız savaşları” yaşanabilecektir. Çabuk vazgeçmeleri nedeniyle, şirketlerin ve kurumların yetenekleri tutmaları zorlaşabilir. Standart işleri yaptırmak daha zor hâle gelebilir. Bununla birlikte, zaman ve emek gerektiren meslek dallarının değer kaybedeceği de ileri sürülmektedir. Ancak bunların yalnızca bir tahmin olduğu unutulmamalıdır.

Z kuşağı ile ilgili tüm bu tespitler doğrultusunda bardağın dolu tarafına bakarsak, akademisyenler ve uzmanlar ağız birliği etmişçesine bu kuşağın temsilcilerinin teknolojik anlamda en donanımlı bireyler olmasının yanı sıra, kendilerinden önceki tüm kuşaklardan daha eğitimli olacakları konusunda hemfikirler. Gelecekte internetin büyüyerek ve gelişerek yaygınlaşması ile coğrafî sınırlar, Z kuşağının da katkıları ile daha hızlı kalkacaktır. Bağımsız ve bireysel olmaları kendi yaratıcılıklarını arttıracak, komplekssiz oldukları için kendilerini rahat ifade edebileceklerdir. Doğruyu çekinmeden söylemenin motive edici bir ortam oluşturacağı geleceğin dünyasında, nesiller arası farkların azalacağı öngörülmektedir.

Sosyalleşmeye ve iletişime açık olmaları sayesinde Z kuşağı üyelerinin birbirlerini daha kolay anlayacaklarını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.

Bardağın boş tarafından bakıldığındaysa, Z kuşağının söz sahibi olduğu bir gelecekte, bu kuşağın sadâkatsiz olması, gelecekte kurumları ve şirketleri zorlayacaktır. Azimli ve hırslı olmamaları, kriz dönemlerini olumsuz etkileyebilir. Hep yükselmek istemeleri nedeniyle çalıştıkları yerde ve aile ortamında huzursuzluk yaşanabilir. Çabuk vazgeçmeleri nedeniyle çabuk sıkılacaklardır. Standart işleri yaptırmak zorlaşacak, zaman ve emek gerektiren meslek dalları değer kaybedecektir. Her şeyi kişiselleştirmek istemeleri, zengin-fakir arasındaki uçurumun artmasına neden olacaktır.

Yakın bir gelecekte sesinin daha gür çıkacağına emin olduğumuz Z kuşağı ile aynı dili konuşmak için öncelikle kişiliklerine saygı duyduğumuzu her fırsatta dillendirip onlara özerk olduklarını hissettirmeliyiz. Sadece görev vermekten kaçınarak, girişimci ruhlarını beslemeliyiz. Şartlar ne olursa olsun, günün sonunda ödüllerle motive olabileceklerini unutmamalıyız.

Z kuşağının yüz yüze iletişim kurmanın önemine inandığını her daim hatırlamalıyız. Sadece mesajlaşmaktan hoşlanmayıp gerçekten seslerinin duyulduğunu hissetmek istediklerini göz önünde bulundurmalıyız. Hem işyerinde, hem de okulda yönetici-asistan ilişkisine önem verdiklerini, yardım etmeye oldukça meyilli bir nesil olduklarını aklımızdan çıkarmamalıyız.

Bir dönemi anlamak için bir kuşağı anlamanın önemli olduğunu savunan 90’lı yılların Kuşak Teorisi’nden yaklaşık 600 küsur sene önce kaleme alınan Mukaddime’den bir alıntı ile bitirelim yazımızı: “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer.”


Kaynakça

Mukaddime – İbnî Haldun (Dergâh Yayınları, 2016)

Bir Kuşağı Anlamak – Evrim Kuran (Mundi Yayınları, 2019)

Telgraftan Tablete – Evrim Kuran (Destek Yayınları, 2018)

Kuşak Teorisi – William Strauss&Neil Howe, (Harper-Perennial, 1991)

Kuşak Çatışması: X ve Z Kuşağı Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma – M. Zeki Duman (Nobel Yayınları, 2019)