GÜNÜMÜZDE pek çok
araştırmacı ve akademisyen, belli dönemlerde yaşamış veya yaşayan kuşakların
özelliklerini tespit etmek, alışkanlıklarını belirlemek, onların ideallerini, fikirlerini,
hayâl kırıklıklarını gün yüzüne çıkarmak için çeşitli araştırmalar yapmakta. Kısaca
“bir kuşağı anlamak” olarak nitelendirebileceğimiz bu çalışmaların temel amacı,
kuşaklar üzerinden, yaşanan zaman dilimine ve toplumsal ilişkilere ayna tutarak
belirli bir dönemi günahıyla sevabıyla gün yüzüne çıkarmak olsa gerek.
1830-1840
yılları arasında kuşaklar konusundaki çalışmaları ile bu konudaki bilimsel
araştırmalara önemli katkılar sunan Auguste Comte’un hakkını teslim edip bir
kenara koyarsak, kuşak sorunsalının gündemi iyiden iyiye meşgul etmeye
başladığı 20’nci yüzyılda, 1923 yılında Karl Mannheim tarafından kaleme alınan
“Kuşaklar Sorunu” isimli makale ile başlayıp ünlü sosyolog Talcott Parsons’un
“Sosyal Düzen Araştırmaları” ile devam eden, birbirinden farklı kuşakların
arasındaki çatışmaların merkeze alındığı akademik araştırmalar, 90’lı yılların
başlarında olgunlaşarak somut birtakım sonuçlar vermeye başladı.
Yayınlandığı
1991 yılında akademik çevrelerde gündem oluşturan, Amerikalı bilim insanları William Strauss ile
Neil Howe’nin kapsamlı araştırmaları sonucu ortaya çıkardıkları Kuşak Teorisi,
özü itibariyle belirli dönemler arasında yaşamış insanların, yaşadıkları çevre
ve içinde bulundukları tarihsel olaylar ile etkileşimde olduğunu, bu durumun da
o kuşağa mensup insanlara has birtakım özellikler yüklediğini
savunmaktadır.
Büyük
yankı uyandıran bu araştırmanın mucitleri, “Kuşak Teorisi” isimli makalelerinin
giriş kısmında, “sosyal bilimlerin babası” olarak kabul edilen İbni Haldûn’un
1337 yılında kaleme aldığı “Mukaddime” isimli eserine atıfta bulunarak, İbni
Haldûn’un “tarihsel süreçlerin toplumda yaşayan insanları şekillendirdiği”
yönündeki araştırma ve fikirlerinden ilham aldıklarından bahseder.
İbni
Haldûn’un Mukaddime’de, tarihî “teamül” nazariyesine dayalı olarak kurduğu
tarih felsefesinde cemiyet ve devletleri kişilerin doğması, büyümesi ve
ölmesine benzettiği, bunların birbirini takip ettiği şeklindeki teorisiyle pek
çok Batılı araştırmacıya yol gösterdiği bilinmektedir. 1332-1406 yılları
arasında yaşamış olan büyük düşünür, “Mukaddime” isimli eserinin “Umran İlmi”
başlıklı bölümünde, insanların sosyal, siyasal ve ekonomik yaşantılarını
deneysel yöntemlerle gözlemleyerek birtakım sonuçlar elde etmiş, bulduğu
sonuçlar ile sosyoloji biliminin temellerini atmıştır.
Mukaddime’den
fazlası ile nasiplenen Strauss ve Howe, “Kuşak Teorisi” adlı araştırmalarında,
1925 ve sonrasında yaşamış insanların genel mizaçlarını temel alarak onları
gruplandırmaktadır. Bir hususu belirtmekte fayda var: Alâmet-i farikası adında
gizli, bir konu ile ilgili genelleme yapmak oldukça tehlikelidir. İstisnalar bazen
kaideleri bozabilir. Misâl, dünya üzerinde 1980-1999 yılları arasında doğan
çocukları “falanca kuşağın temsilcileri” olarak addetmek, onların ortak birtakım
özellikleri olduğunu savunmak, her zaman doğru sonuç vermeyebilir. 1980 yılında
İngiltere’de doğan bir çocuk ile aynı yıl Endonezya’da doğan bir çocuğun tabiî
ki birbirinden farklı özellikleri olacaktır. Ancak aynı zaman diliminde yaşanan
bazı küresel gelişmelerden az ya da çok, pek çok ülkenin etkilendiği de bir
gerçektir. O yüzden kuşaklar içindeki ortak özellikleri ya da kuşaklar arası
farklılıkları okurken, reelde var olan birtakım coğrafî eşitsizlikleri
aklımızın bir köşesinde bulundurmak, bizi en sağlıklı sonuca götürecektir.
Bir
örnek vermek gerekirse, Amerika’da bilgisayarların işyerleri ile sınırlı
kalmayıp evlere girmeye başladığı 1980’li yılların başlarında, Afrika’da
insanlar açlıktan ölüyorlardı (bu hâlen devam ediyor). Elde bu veri varken,
“1980 ve sonrasında doğanlar bilgisayar konusuna çok hâkim” denildiğinde,
dünyanın çeşitli yerlerinde yiyecek ekmek bulamayan insanlarla alay etmiş
oluruz. O yüzden kuşaklar ile ilgili yapılan araştırmaların, içinde bulunulan
dönem koşullarının herkes için eşit olduğu varsayımı altında yapıldığı
bilinmelidir.
Bu
ek bilgi ışığında “Kuşak Teorisi” isimli araştırmada tasniflendirilen kuşaklar
ve yaşadıkları dönemleri sıralayalım:
1925-1944 (Sessiz
Kuşak): Sâdık,
otoriteye saygılı, fedakâr, takipçi, kalabalık evlerde yaşayan, teknolojinin
telgraftan ibaret olduğu döneme mensup kuşak.
1945-1964 (Bebek
Patlaması Kuşağı):
İdealist, sorumluluk sahibi, otoriteye lüzumlu hâllerde karşı çıkabilen,
kurumları yeniden inşâ eden, uzun çalışma saatlerine alışkın, teknoloji ile
arası en iyi olanının ancak faks kullanabildiği kuşak.
1965-1979 (X
Kuşağı):
Kendine güvenen, şüpheci, para ile motive olan, güvenlik kelimesine önem
atfeden, iş yerlerinde bilgisayar ile tanışan kuşak.
1980-1999 (Y
Kuşağı):
Sosyalleşmeye önem veren, işleri hızlı hâlleden, aile ile birlikte olmaya önem
veren, bilgisayar kullanımına hâkim, mobil teknolojinin nimetlerinden
faydalanan kuşak.
2000-2018 (Z
Kuşağı):
21’inci yüzyılda doğan ilk jenerasyon Z kuşağı, içeriği birkaç cümle ile
geçiştirilemeyecek kadar önemli, bir o kadar da renkli bir kuşak. Bazı
çevrelerce başlangıç yılı 1996 yılı olarak gösterilse de 2000 yılının genel
kabul gördüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz.
İsterseniz
gelin, yaşadığımız döneme damga vuran Z kuşağını yakından tanıyalım…
Son
jenerasyon
2019
yılında yapılan bir araştırmaya göre, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 33,7’si,
ülkemiz nüfusunun ise yaklaşık yüzde 31’i Z kuşağı. Bir başka ifadeyle,
ülkemizdeki 19 yaş ve altındaki birey sayısı 25 milyondan fazla.
Sonda
söylemem gerekeni burada söyleyeceğim: Z kuşağı, çoğu insanın düşündüğü üzere
yalnızca kendi çıkarını düşünen ergen kitleler değil. Birbirinden bağımsız
hücreler gibi görünseler de dijital ortamlarda ortak akıl ve vicdanla kitlesel
tepkiler ortaya koyan, kamuoyu yaratan, sosyal düzene ve siyasete, ekonomiye,
spora, sanata sosyal medya üzerinden yön veren genç insanlar topluluğudur Z
kuşağı. Şu an kendilerinden önceki hiçbir kuşağın aynı yaşlarda iken sahip
olmadığı iki şeye sahipler: Bunlardan birincisi teknoloji; bilgisayar
çiplerinin serçe tırnak boyutuna indirgendiği, mobil icatların bulut
teknolojileri ile yarıştığı, kişisel telefonların ve bilgisayarların içine
dünyaların sığdırıldığı, internet olmayan mekânların Cilalı Taş Devri’nden
kalma yerleşim yeri muamelesi gördüğü yeni dünyada Z kuşağı tüm bu teknolojik
inovasyonları kullanmakla kalmıyor, kendi bünyesinde geliştirdiği uygulamalarla
sırası geldiğinde bu inovasyonları hayâl sınırlarının da ötesine taşıyacak potansiyele
sahip olduğunun ipuçlarını veriyor.
Z kuşağı çocukları yeni teknolojik olanaklarla, iletişim ve ulaşım kolaylıkları ile bir arada yaşamakta. Z’ler, insanlık tarihinin el, göz, kulak gibi motor becerileri senkronizasyonu en yüksek kuşağı olarak tanımlanıyor. Çünkü bu kuşağın üyeleri, birbirlerinden uzakta olsalar bile dijital cihazları ile her an sözel, hattâ görsel iletişim kurarak, birbirleriyle bağlantı kurabilmektedir. Ancak bu avantajlarının bir yandan da dikkat ve konsantrasyon zorluklarıyla dezavantaja da dönüşebileceği hususu göz ardı edilmemelidir.
Z
kuşağı ister yakından olsun, ister uzaktan, mesafe tanımaksızın ilişki ve
iletişim kurabilir. Bu da yalnız yaşamaya eğilimli olacakları varsayımını
beraberinde getirir. Bu kuşağın temsilcileri, aynı anda birden fazla konu ile
ilgilenebilme becerisine sahiptirler. Sosyal ve iletişime açık olmaları
nedeniyle aralarında çıkabilecek olası anlaşmazlıkları kolayca çözümleyebilecek
potansiyele sahiptirler. Komplekssiz oldukları için kendilerini daha rahat
ifade edebilirler. Bu kuşak üyeleri tatminsiz, kararsız ve doğuştan tüketici
oldukları için, yaşamlarında “otorite” kavramının öneminin kalmayacağı
düşünülmektedir.
Z
kuşağı çocukları her şeyin kendilerine uygun olarak kişiselleştirilmesini
beklemektedirler. Bu durum ileride zengin-fakir arasındaki makasın daha da
açılmasına neden olabilir. Bu kuşaktakiler eğitime daha erken yaşlarda
başlamakta ve eğitim süreçlerinin önceki kuşaklardan daha uzun süreceği tahmin
edilmektedir. Yaratıcılığa izin veren aktivitelerden hoşlanmaktadırlar. Uzun
dönemli hâfızaları ezberden çok oyun, hikâyeleştirme ve hayâllerle etkin hâle
gelebilmektedir. Bu sebeple geleneksel eğitim yöntemleri bu kuşağa uygun
değildir. Mevcût imkânlar göz önüne alındığında, daha iyi bir eğitim alacakları
söylenebilir. Tabiî onlar da aynı niyettelerse…
Bu
kuşağın sahip olduğu ikinci kıymetli şeyse, yarattığı kamuoyu gücü… Yolda
yürürken denk geldiği günahsız sokak köpeğine ayağı ile tekme savuran cani
adamın videosunun sosyal medya üzerinden yayınlanmasını müteakip, Z kuşağının
birkaç saat içerisinde örgütlenmesi ile sosyal medyada gündem oluşturarak o
adamın hızlı bir şekilde yargı önüne çıkarıldığına bugünlerde sıklıkla şâhit
oluyoruz. Ya da 80’li ve 90’lı yıllarda sokakta eşine şiddet uygulayan
haysiyetsiz bir adam gördüğünde yüzünü çeviren insanların tam tersine, Z kuşağı,
o adamın koluna girip polis çağırıyor. Z kuşağı kesinlikle vicdanlı bir kuşak.
Kamuoyunda lânse edildiği gibi bencil ve sadece kendini düşünen insanlar
topluluğu değil.
Z
kuşağı üyeleri, çocuk sayısının diğer kuşaklara göre daha az olduğu, küçük
aileler içinde büyümekte. Evlenme ve çocuk sahibi olma yaşının ötelenmesinden
dolayı, önceki kuşaklara kıyasla yaşça daha büyük ebeveynlere sahipler.
Saklambaç oynayanların kaleye mum diktiği günlerin mâzide kaldığı, büyük oranda
tabletlerle sosyalleşen bir nesilden bahsediyoruz. Az sayıdaki çekirdek aile
fertlerinin hayatlarındaki hemen hemen her detaya müdâhil olduğu bu kuşağın en
baskın özelliği, aynı zamanda birçok uyaranla haşır neşir olabilmesi. Hayatına
her alanda müdâhil olunsa da özgürlükçü bir düzeni savunmaktadır Z kuşağı.
Kendisine çok karışılsa da, ebeveyn olduğunda çocuklarını daha da özgür
bırakacaktır.
Z
kuşağı kendi kredi kartına sahip olan şanslı bir azınlığın dışında, henüz
tüketim eylemini kendi başına gerçekleştiremese de, ailelerinin tüketim kararlarında
çok etkili olduğu için, pazarlamacıların özel önem verdikleri bir kuşak hâline
geldi. Z’lerin her konuda kişiselleşmiş, kendine özgü ve imaja dayanan bir
tüketime yönelerek, “pürtüketici” olarak nitelendirilebilecek bir tüketici
profili çizecekleri düşünülmektedir. İstediği her ürünü hemen almak, hemen
tüketmek ve sonrasında yeni tüketim deneyimlerine yönelmek istemektedirler.
Z
kuşağı ne ister?
Z
kuşağının olumlu pek çok özelliğini sayabiliriz. Lâkin keskin sirke bazen
küpüne zarar veriyor. Bu kuşağın temsilcileri, kazanmak için her yolu deniyor.
Sonuç odaklı olmak, kimi zaman işleri yola koyarken, kimi zaman da emek ve
gayret kavramlarını tamamı ile göz ardı ediyor. Z kuşağı, çabayı ikinci plânda
tutuyor. Hedefe ulaşamadıktan sonra dökülen alın teri onlar için ikinci plânda.
Bu da azim ve çaba gibi, daha eski kuşaklar için kutsal sayılabilecek
kavramların içlerinin boşaltılmasına neden oluyor. Z kuşağını bunun için
suçlayamayız. Çünkü tarihin belki de en rekabetçi eğitim ortamında çocukluklarını
ve gençliklerini hebâ ettiler.
Artık
okullarda X kuşağında yapıldığı gibi çocukların ellerine birer mandolin
verilmiyor. Çocukların sportif ve sanatsal aktivitelere ayırdıkları zaman
dilimleri günden güne azalıyor. Z kuşağı, hedefe kitlenen füze misâli, zorlu
sınavlardan yüksek puanlar almak üzere programlanıyor.
Yapılan
araştırmalar Z kuşağının bağımsız çalışmayı tercih ettiğini ortaya koyuyor.
Aslında birçok işyeri daha fazla etkileşimi teşvik etmek için ofisleri ortadan
kaldırmış vaziyette. Pandemi döneminde yerinden çalışmanın teşvik edilmesiyle
birlikte klâsik ofis tanımı gün geçtikçe etkisini yitiriyor. Bu durum, ofis
dışı her yerde nefes alabilen geleceğin cevvâl çalışanları yani Z kuşağı için
cennetin ta kendisi demek.
Yaratıcılık,
hak arama, farklı sosyolojik gruplarla ilişkiler konusunda da diğer kuşaklardan
daha başarılı olması, Z kuşağının çalışma yaşamında elde edebileceği başarıları
göstermektedir. Diğer taraftan Z kuşağı üyelerinin markalara ve çalıştıkları
işyerlerine karşı sadâkat duygularının zayıf olacağı, bu durumun da işyerlerini
olumsuz etkileyeceği belirtilmektedir. Azimli ve hırslı olmadıkları için kriz
dönemlerini olumsuz etkilenebilecek ve hep yükselmek istemelerinden dolayı
“yıldız savaşları” yaşanabilecektir. Çabuk vazgeçmeleri nedeniyle, şirketlerin
ve kurumların yetenekleri tutmaları zorlaşabilir. Standart işleri yaptırmak
daha zor hâle gelebilir. Bununla birlikte, zaman ve emek gerektiren meslek
dallarının değer kaybedeceği de ileri sürülmektedir. Ancak bunların yalnızca
bir tahmin olduğu unutulmamalıdır.
Z
kuşağı ile ilgili tüm bu tespitler doğrultusunda bardağın dolu tarafına
bakarsak, akademisyenler ve uzmanlar ağız birliği etmişçesine bu kuşağın
temsilcilerinin teknolojik anlamda en donanımlı bireyler olmasının yanı sıra,
kendilerinden önceki tüm kuşaklardan daha eğitimli olacakları konusunda
hemfikirler. Gelecekte internetin büyüyerek ve gelişerek yaygınlaşması ile
coğrafî sınırlar, Z kuşağının da katkıları ile daha hızlı kalkacaktır. Bağımsız
ve bireysel olmaları kendi yaratıcılıklarını arttıracak, komplekssiz oldukları
için kendilerini rahat ifade edebileceklerdir. Doğruyu çekinmeden söylemenin
motive edici bir ortam oluşturacağı geleceğin dünyasında, nesiller arası
farkların azalacağı öngörülmektedir.
Sosyalleşmeye
ve iletişime açık olmaları sayesinde Z kuşağı üyelerinin birbirlerini daha
kolay anlayacaklarını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.
Bardağın
boş tarafından bakıldığındaysa, Z kuşağının söz sahibi olduğu bir gelecekte, bu
kuşağın sadâkatsiz olması, gelecekte kurumları ve şirketleri zorlayacaktır.
Azimli ve hırslı olmamaları, kriz dönemlerini olumsuz etkileyebilir. Hep
yükselmek istemeleri nedeniyle çalıştıkları yerde ve aile ortamında huzursuzluk
yaşanabilir. Çabuk vazgeçmeleri nedeniyle çabuk sıkılacaklardır. Standart
işleri yaptırmak zorlaşacak, zaman ve emek gerektiren meslek dalları değer
kaybedecektir. Her şeyi kişiselleştirmek istemeleri, zengin-fakir arasındaki
uçurumun artmasına neden olacaktır.
Yakın
bir gelecekte sesinin daha gür çıkacağına emin olduğumuz Z kuşağı ile aynı dili
konuşmak için öncelikle kişiliklerine saygı duyduğumuzu her fırsatta
dillendirip onlara özerk olduklarını hissettirmeliyiz. Sadece görev vermekten
kaçınarak, girişimci ruhlarını beslemeliyiz. Şartlar ne olursa olsun, günün
sonunda ödüllerle motive olabileceklerini unutmamalıyız.
Z
kuşağının yüz yüze iletişim kurmanın önemine inandığını her daim
hatırlamalıyız. Sadece mesajlaşmaktan hoşlanmayıp gerçekten seslerinin
duyulduğunu hissetmek istediklerini göz önünde bulundurmalıyız. Hem işyerinde,
hem de okulda yönetici-asistan ilişkisine önem verdiklerini, yardım etmeye
oldukça meyilli bir nesil olduklarını aklımızdan çıkarmamalıyız.
Bir
dönemi anlamak için bir kuşağı anlamanın önemli olduğunu savunan 90’lı yılların
Kuşak Teorisi’nden yaklaşık 600 küsur sene önce kaleme alınan Mukaddime’den bir
alıntı ile bitirelim yazımızı: “Geçmişler
geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer.”
Kaynakça
Mukaddime – İbnî Haldun (Dergâh Yayınları,
2016)
Bir Kuşağı Anlamak – Evrim Kuran (Mundi
Yayınları, 2019)
Telgraftan Tablete – Evrim Kuran (Destek
Yayınları, 2018)
Kuşak Teorisi – William Strauss&Neil
Howe, (Harper-Perennial, 1991)
Kuşak Çatışması: X ve Z Kuşağı Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma – M. Zeki Duman (Nobel Yayınları, 2019)