“DİPLOMATİK yalnızlık”…
Ne
kadar havalı duruyor, değil mi? Türkiye’nin mevcût durumunu tarif etmekte
kullanıyorlar bu ifadeyi ve buradan da Türk dış politikasına verip
veriştiriyorlar.
Peki,
bu “diplomatik yalnızlık” Türkiye için bir tercih midir, yoksa kader mi? Bunu
biraz tartışmak isterim…
Gezi
Kalkışması’ndan sonra benzer bir ayaklanma da Ukrayna’da baş göstermişti. O
vakitler başka bir mecrada yazıyordum ve “Neler oluyoruz kuzum?” sorusuna
kafa yorduğum günlerdi. Takipçilerime aşağıdaki haritayı paylaşmış ve şöyle
sual etmiş idim:
“Haritada
gördüğünüz petrol ve doğalgaz kaynaklarını Avrupa pazarına nasıl
bağlarsınız? Hattâ bu soruyu evinizin en küçük bireyine sorunuz lütfen, size en
kestirme yolu çizecektir.”
Evet,
aklın yolu bir! Kaynağı pazara bağlayan en elverişli, en kestirme, en ekonomik
ve en makul yol, -elbette- Türkiye üzerinden geçmekte…
Peki,
Türkiye üzerinden geçemezseniz nereden gidersiniz? Bu kez de Karadeniz’in
kuzeyinden ve Ukrayna’nın üzerinden, öyle değil mi?
Mezkûr
yazımda şöyle devam etmiştim:
“Bizler
her ne kadar doğu ile batı, Asya ile Avrupa arasında jeo-stratejik konumumuzla
ve köprü olma özelliğimizle kendimize önem atfediyorsak da (haksız da değiliz)
bu konuda rakipsiz değiliz aslında. Asya-Avrupa arasında bir enerji köprüsüne
ihtiyaç varsa -ki var- ortada iki seçenek var demektir: Karadeniz’in güneyinde
Türkiye, kuzeyinde Ukrayna!
Şu
an Kiev meydanları epeyce karışık. Flâma ve bayraklarla dolu meydanlarda
barikatlar kurulu, güvenlik güçleri giremiyorlar. Çadırlarda kalan
göstericilere gaz maskesi, baret, bedava yemek dağıtan, sağlık hizmetleri sunan
‘millî’ (ve süper) kahramanlar var. Meydanın ortasında konser sahnesi kurulmuş
durumda ve günlük konserler veriliyor. Piyano bile Taksim’deki aynı piyano!
Dindar
Ukraynalılar kesinlikle unutulmuş değiller, aynı sahneden ‘anti-kapitalist Hıristiyan’
rahipler ayinleri yönetiyor Cuma, pardon Pazar günleri… Ukrayna’nın ‘çiçek çocukları’,
çiçek gibi tutuyorlar meydanlarını, her gün mutlaka mıntıka temizliği yapılıyor.
Sık sık marşlar yayınlanıyor kurulmuş dev ses sistemlerinden (ve tabiî ki hep
birlikte söyleniyor), sıklıkla da insanın kanını kaynatan kıpır kıpır
marşlar...
Tanıdık
geliyor mu bir yerden? Kiev’de başardılar bizde de denediklerini.
Asla
vazgeçmeyecekler, çünkü ‘Türkiye, Türklere bırakılacak kadar değersiz bir
ülke değildir’!”
…
Ve
yazıyı şöyle nihâyete erdirmiştim:
“Son
olarak, size malûmunuz olan bir sır daha vereyim mi? Aslında enerjinin İpekyolu
için üçüncü bir alternatif daha var. Akdeniz’de Afrika ile Avrupa’nın en yakın
noktasından bir hat geçirilmesi kaydıyla, Mısır…”
Batılı
emperyalistler Mısır’da gerçekleştirilen darbe ile en azından bu üçüncü alternatifi
ceplerine koymuşlardı. Lâkin Türkiye’nin Libya ile yaptığı Deniz İşbirliği Anlaşması,
Beyaz adamın plânını hem karadan, hem de denizden akâmete uğratmış durumda!
Birçok
kere bölgede Türkiye’nin dışarıda bırakılacağı bir formülün, Türkiye’ye rağmen
kurulan plânların yürümeyeceğini, yürüse bile sürdürülebilir olmayacağını yazıp
çizmiştik. Haritaya ve bozduğumuz oyunlara bakınca Beyaz adam için ne kadar
“can sıkıcı” bir ülke olduğumuz apaçık ortada.
Kimse
kimseyi kandırmasın, Türkiye, artık gücünün ve hinterlandının farkına varmış,
yüzyıllık uykusundan uyanmış, silkinip kendisine gelmiş bir devlettir. Artık bu
coğrafyada bizim dışarıda kalacağımız bir masanın kurulmasının, kurulsa da uzun
süre ayakta kalmasının imkânı yoktur!
Hâddizâtında
Türkiye, muhatapları ile her türlü diplomasi faaliyetini gerektiği şekilde yürütmektedir.
Bunu yaparken kendisine biçilen deli gömleğine rızâ göstermemekte, kimsenin
hakkına ve hukukuna göz dikmeden kendi hakkını ve menfaatlerini korumaya
çalışmaktadır.
Masada
olmazsa sahada; bu kadar basit!
“Türkiye’yi
diplomatik olarak yalnız kalmakla suçlayan aydınlarımız (!) biraz da
muhataplarımızın niyetleri, plânları ve Türkiye’ye lâyık gördükleri hakkında
kelâm etseler” diyeceğim ama nafile bir beklenti bu, biliyorum!
İbni
Haldûn’un “Coğrafya kaderdir” dediği gibi, bulunduğumuz coğrafyamızdan
(ve tarihimizden) mütevellit “diplomatik yalnızlığımız” da bir tercih
meselesinden ziyâde, bizim kaderimizdir!
Ancak
şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Aydınımızın (!) ve muhalefetimizin Türkiye
menfaatlerine yönelik aldıkları pozisyon ise tamamen bir tercih meselesidir.
Daha
düne kadar “Ne işimiz var Libya’da?” diyen, Libya’ya gönderilen
askerlerimizi “lejyoner” olarak tesmiye eden, hakarette bulunan, hattâ “Libya’nın
petrollerine göz diktiğimizi” söyleyecek kadar hâddini aşan zevat, bugün
Türk dış politikası hakkında beylik lâflar etmiyorlar mı, ağızlarına kürekle
vurası geliyor insanın!
Ne
diyelim, coğrafyamız gibi aydınımız (!) ve muhalefetimiz de kaderimiz sanırım… Atsan
atılmıyor, satsan satılmıyor!
Kalınız sağlıcakla efendim...