Yüzüncü yılında Sivas Kongresi

“Manda kararını alıp ilân etmeliyiz” diyen delegelere karşı bir diğer delege grubu ise, “Böyle bir kararı alıp ilân etmemizden sonra ABD manda isteğimizi kabul etmez ise siyâsî bakımdan çok müşkül bir duruma düşeriz” diye itiraz değil, bir tereddütle karşılamışlardır bu isteği. Rauf Orbay’ın “orta yol” sayılacak teklifi ise, “Bu kararı açıkça ilân etmeyelim ama ABD Kongresi’ne Sivas Kongresi adına isteğimizi iletelim” şeklinde olmuştur.

TÜRKİYE tarihinde 1919 yılı, aslında kongreler yılıdır. Kars ve Ardahan’dan başlayarak Balıkesir, Salihli ve Nazilli’ye kadar pek çok il ve ilçede kongreler yapıldı. Kemal Paşa, Anadolu’da başlayan Millî Mücadele’ye sonradan katıldığı için bu kongrelerin hepsine katılmadı. Buna rağmen yalnızca onun katıldığı Erzurum ve Sivas Kongreleri önemli sayıldı. Diğerleri haber değeri bile taşımadı.

Aslında Erzurum Kongresi de “Bölgesel Kongre” diye nitelenerek küçümsenir. Erzurum Kongresi’ne on beş ilden 54 delege katılmışken, Sivas Kongresi’ne on ilden 40 delege katılmıştır. Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar, bazı harf ve kelime ilâveleri ile Sivas’ta tekrarlanmıştır. Adına kongrenin düzenlendiği cemiyetin adı, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” olarak değiştirilmiştir. Buna rağmen Kemal Paşa, Sivas Kongresi’ni “ulusal ve önemli” saydığı için yüz yıldan beri bir kural gibi bu görüş tekrarlanmaktadır.

Sivas Kongresi’ni asıl farklı kılan tarafı ise, manda tartışmalarıdır. “Manda”, İngilizce “vekil, yetki ve ferman” gibi anlamlara gelmektedir. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı ülkeler, sömürgelerini eski hâlleriyle devam ettiremeyeceklerini kabullenmişlerdir. Ama sömürgelerini de bırakmak istememişlerdir. İkisi arasında kendilerine göre orta bir yol aramışlardır. Sömürdükleri toplulukların kendi kendilerini yönetecek yeterlilik ve olgunluğa ulaşıncaya kadar, “Milletler Cemiyeti” adına işte o toplulukları yönetme hak ve yetkisini almayı “manda” diye adlandırmışlardır. (F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, C. I, s.147, Ankara 1993, s. 147)

Sivas’ta ABD notları

Mondros Mütarekesi’nden sonra işgâller başlayınca, Türkiye’de de bir manda tartışması başlamıştı. Pek çok tanınmış kişi, artık Türkiye’nin kendi başına bu işgâlleri ortadan kaldıramayacağını ve bunun için askerî ve ekonomik gücünün yeterli olmadığından dolayı gelişmiş bir Batılı ülkenin manda idaresi altında Türkiye’nin toprak bütünlüğünü temin etmenin mümkün olabileceğini savunmuştu. Bu ünlüler arasında İsmet Paşa da vardı. (Karabekir, İstiklâl Harbimiz, C. I, İstanbul –tarihsiz-, s. 95, 204-206).

1919 yılı, kongreler yılı olduğu kadar bir mandacılık mücadele yılıdır. İngiliz, Fransız, İtalyan ve ABD mandasını isteyen çevreler ve bunlar tarafından kurulan cemiyetler vardır. Ancak ABD ve İngiliz mandası taraftarları daha etkin ve yaygın durumunda olmuşlardır.

Aslında manda tartışmaları Erzurum Kongresi’nde de görülmüştür. Bu durum, Kongre kararlarının yedinci maddesinde, “Memleketimize karşı işgâl amacı gütmeyen herhangi bir devletin fennî, sınâî, iktisâdî muaveneti memnuniyetle karşılanır” cümlesi şeklinde yer almıştı. (F. Kırzıoğlu, Bütünüyle Erzurum Kongresi, C. II, Ankara 1993, s. 252)

Memleketimize karşı işgâl amacı taşımayan ve yardım (muavenet) edebilecek ülke hangisidir? İtilaf Devletleri olan İngiltere, Fransa ve İtalya fiilen asker gönderip Türkiye’de bazı şehirleri işgâl etmişlerdi. Dolayısıyla bu cümlenin tarif ettiği ülke bunlar değil, ABD idi. “ABD” adı yazılmadan böyle bir tarif yapılmıştı.

Sivas Kongresi, ABD mandasını neredeyse tek madde olarak gündemine alması nedeniyle dikkat çekmektedir. İngiliz mandasını isteyenlerin Kongre’de etkisi pek görünmez. Kongre’nin asıl sorunu, ABD mandası hakkında nasıl karar alınacağı olmuştur. Çünkü delegelerin bir kısmı, “ABD mandası istiyoruz” şeklindeki bir kararın ilân edilmesini ister. Nitekim Kongre’de hazır bulunan ABD’li Chicago Daily News gazetesinden Louis Edgar Browne’nin gözlemi de bu görüşü teyit edici mahiyettedir: “Türkiye, ABD’nin yardıma gelmesini istiyor. Sivas Kongresi doğrudan ABD mandasını kabul etmek istemiyor, çünkü evvelâ ABD’nin bunu kabul edip etmeyeceğinden emin değil.” (Deniz Bilgen, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi, İstanbul 2014, s.190)

Sivas Kongresi tutanakları da aslında bu gözlemi teyit etmektedir. Çünkü “Manda kararını alıp ilân etmeliyiz” diyen delegelere karşı bir diğer delege grubu ise, “Böyle bir kararı alıp ilân etmemizden sonra ABD manda isteğimizi kabul etmez ise siyâsî bakımdan çok müşkül bir duruma düşeriz” diye itiraz değil, bir tereddütle karşılamışlardır bu isteği. Rauf Orbay’ın “orta yol” sayılacak teklifi ise, “Bu kararı açıkça ilân etmeyelim ama ABD Kongresi’ne Sivas Kongresi adına isteğimizi iletelim” şeklinde olmuştur.

ABD Kongresi’ne ittifakla yazılması kararı alınan manda dilekçesini Kemal Paşa, Rauf Orbay ve İsmail Fazıl Paşa imzalamıştır. Kemal Paşa bu manda dilekçesi hakkında, “Kongre Divanı Riyâseti’nin imzaları ile bu yolda bir mektup tesvit olunduğunu hatırlıyor isem de bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pekiyi hatırlamıyorum. Esasen bu mektuba suret-i mahsusada ehemmiyet atfetmiş değildim” (Kemal Atatürk, Nutuk, C. I, MEB, İstanbul 1973, s. 114) şeklinde bir açıklama getirmiştir.

Karardan sonra ne değişti

İmzacılardan Rauf Orbay, dilekçeyi hatırladığı gibi anılarında da yer vermiştir (Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni: Siyasi Hatıralarım, C. I, İstanbul 1993, s. 259). ABD Kongresi’ne gönderilen bu dilekçenin orijinal hâli, hâlen ABD Kongresi arşivindedir (M. Şükrü Hanioğlu, 3 Eylül 2019 Karar Gazetesi, Aktaran: Taha Akyol).

O dönemde henüz “Ya istiklâl, ya ölüm!” gibi bir slogan duyulmuş veya bir yerlere yazılmış değildir. Kemal Paşa’nın “Kongre Riyâset Divanı” dediği üç kişiden biri de kendisi idi. Dolayısı ile Kemal Paşa, o manda dilekçesini imzaladığını da itiraf etmiş olmaktadır.

Kongre günlerinde İngiliz mandası taraftarlığı ile bilinen Damat Ferit Paşa, Sadrazamdır. ABD manda isteği ilân edilse, başlıca iki sakıncası vardır: Birincisi, ABD’nin bu isteği kabul edeceği belli değildir. İkincisi, bu isteğin açık edilmesi, İtilaf Devletleri ile -özellikle İngiltere ile- gelecekte muhtemel olan iyi ilişkilerin de ortadan kaldırılması demektir. Belki bunun bir sonucu olarak 19 Eylül 1919’da Kemal Paşa, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri General Solly Flood’a gönderdiği telgrafta, “Damat Ferit Paşa’nın Sivas Kongresi’ni engelleme girişimini ülkeye ihanet olarak gördüğünü” belirtmiştir. (Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk 1919/1938, C.I, TTK, Ankara 1992, s. 160-161)

İngilizci olan Damat Ferit Paşa, İngiliz generaline âdeta şikâyet edilmiştir. Bu şikâyetten beklenen ise, muhtemelen Sivas Kongresi’nde ABD mandası doğrultusunda bir karar alındığını gösterir niteliktedir ama İngiltere yok sayılmamıştır. İngiltere’nin iyi ilişki için bir adım atması hâlinde Kongre Riyâseti benzeri adımları atmaya hazırdır.

Bir diğer önemli nokta ise, Damat Ferit Paşa’nın İngilizci olduğundan hain sayılmamasıdır. İngiliz taraftarlığı o dönemde hainlik sayılmamıştır. Damat Ferit Paşa o hâlde niçin hain sayılmıştır? Damat Ferit Paşa hükûmeti, Elazığ’a vali tayin ettiği Ali Galip Bey’den, yanına Kürt aşiretlerinden toplayacağı silahlı kişilerle giderek Sivas’ı ele geçirip Kongre’yi dağıtmasını, Kemal Paşa ile Rauf Orbay’ı da tutuklamasını istemiştir. Ali Galip’in, Sivas’a gelmek için yaptığı hazırlıkların duyulmasından sonra karşı tedbirlerin alınması ile Sivas’a ulaşması engellenmiştir.

Temsil Heyeti bu olayı bir hükûmet darbesine dönüştürmüştür. Aslında bunun işaretleri 29 Ağustos’ta Ali Fuat Paşa’nın 20’nci Kolordu Komutanlığından alınması ile başlamıştı. Ali Fuat Paşa görevinden alınmasına rağmen, Kolordu Komutan Vekili unvanı ile görevine devam etmiştir. (Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C. I, Ankara 1991, s. 250)

Bununla da yetinmeyen Ali Fuat Paşa, Sivas Kongresi’ni, Temsil Heyeti kararlarını değil, İstanbul’daki Osmanlı Hükûmeti kararlarını uygulayacağını söyleyen Ankara Valisi Muhittin Paşa’yı tutuklayarak Sivas’a göndermiştir. Vali Muhittin Paşa, Temsil Heyeti’ne sâdık kalacağı hakkında ettiği yemin nedeniyle bağışlanıp serbest bırakılmıştır. (M. Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C. I, Ankara 1988, s. 295 vd.)

Kongre Heyeti kararı ile Ali Fuat Paşa (Cebesoy) 9 Eylül 1919’da Ankara’daki Kolordu Komutanlığına ek olarak Batı Anadolu Genel Kuvây-ı Milliye Komutanlığına da atanmıştır.

Böylece hükûmet tarafından atanmış olan bir komutan, hükûmetin görevden alma kararını tanımamış vekil sıfatı ile görevine devam etmiştir. Karabekir Paşa, 9 Eylül 1919’da Ali Galip Olayı’nı etraflı bir şekilde bir rapor hâlinde Kongre’ye bildirmiştir (Karabekir, C. I, s. 252-253). Kongre Heyeti önce Damat Ferit Paşa hükûmetinin Padişah Vahdettin’e şikâyet edilmesi kararını almış,  Karabekir, Cebesoy, Çolak Selahaddin ve Cevdet Bey gibi dört ayrı Kolordu Komutanının ortak telgrafı ile Damat Ferit Paşa hükûmetinin azledilerek “Meşrutiyete bağlı namuslu kişilerden oluşan” yeni bir hükûmetin kurulması istenilmiştir. (Nutuk, C.III, İstanbul 1973, s.975-976 / Karabekir, s.227228)

Dört general, böylece Padişah’a muhtıra vermişti. Üstelik bu dört generalden birisi, görevden alındığı hâlde görevini de bırakmamıştı. Ancak gönderilen bu telgrafın Padişah’a ulaşmasını Damat Ferit Paşa hükûmetinin engellemesi, Temsil Heyeti’ne bambaşka bir fırsat sunmuştu.

“Umûmî Kongre Heyeti” adıyla yayınlanan bildiride, “meşru bir hükûmet kuruluncaya kadar, hükûmet merkezi ile her türlü idarî münasebetin, telgraf ve posta haberleşmesinin kesinlikle durdurulduğu, bunu mahallî memur ve askerî kumandanların temin ederek Kongre Heyeti’ne bildirmeleri” istenmiştir. (Karabekir, C. I, s. 241)

Karar, her ne kadar Anadolu ve Rumeli Mudafaa-i Hukuk Cemiyeti (A-RMHC) adına ilân edilmiş ise de Anadolu’daki kolordu komutanlarının ortak kararıdır. Böylece bir dernek (cemiyet), hükûmeti gayr-i meşru ilân etmiş ve tanımadığını, Anadolu’daki bütün il ve ilçelerde hükûmet ile her türlü ilişkisini kestiğini duyurmuştur. Elbette bu kararın uygulanması kolordular vâsıtası ile mümkün olmuştur. Böylece 12 Eylül 1919 tarihi itibarı ile Anadolu’nun İstanbul Hükûmeti ile her türlü ilişkisi bitirilmiştir. Bir çeşit hükûmet darbesiyle Anadolu’nun yönetimine A-RMHC el koymuştur.

Olup bitenleri anladığı hayli kuşkulu olan Vahdettin, 20 Eylül 1919’da yayınladığı bir bildiri ile “hükûmet otoritesini sarsacak davranışlardan uzak durulmasını, ulusal birliğin muhafaza edilmesini ve kanunların memleketin her tarafında uygulanmasını” istemiştir (Karabekir, C. I, s. 299-300). 30 Eylül 1919’da Damat Ferit Paşa hükûmeti istifa etmiştir. Aslında bu istifa ile birlikte İngilizlerin desteğini aldığı farz edilen Damat Ferit Paşa’nın hiç de siyâsî bir güce sahip olmadığı, bir derneğin darbesi ile onun hükûmetinin istifa etmek zorunda kaldığı görülmüştür.

Her ne kadar yeni kurulan Tevfik Paşa hükûmeti ile A-RMHC adına Temsil Heyeti Amasya’da görüşüp ortak kararlar almış ise de Anadolu’nun idaresi bu tarihten sonra Temsil Heyeti’nin, dolayısı ile Kemal Paşa’nın eline geçmiştir. İstanbul’daki hükûmetlerin Anadolu’da otoritesi kalmamıştır.