Yüzleşme zamanı

“İslâm dışı unsurlar bize saldırmak için zâten bahane arıyor” diyerek bu işin içinden sıyrılamazsınız! Akıllı olun da bu bahaneleri onlara vermeyin o zaman! Yoksa onlar da mal bulmuş Mağribî gibi elbette size saldıracaktır.

NE tuhaf bir ülke hâline geldik! Siyâsetçiler kendi aralarında, dînî vakıf ve dernekler (çoğunlukla cemaat ve tarikatlar) kendi aralarında, bunların üstad, hazret, efendi hazretleri, şeyh, hoca efendi, mele, molla, sâdât ve mensupları kendi aralarında hep kavga edip duruyorlar. Birbirlerine öyle saldırıyor, öyle hakaret, küfür, iftira ve tehditvâri sözler sarf ediyorlar ki insanın havsalası almıyor, dili damağı kuruyor, gözleri faltaşı gibi açılıyor, kulaklarına inanası gelmiyor (varsa eğer efendi, edebli, ahlâklı, adâletli, hak ve hukuktan yana olanları hiç şüphesiz ki tenzih ederim).

Ama bir taraftan da toplumsal yapıyı sosyolojik olarak analiz ettiğinizde orada durup kalıyorsunuz. Çünkü bunun bir tencere kapak meselesi olduğunu anlıyorsunuz. Ya da sorunun bir medenîleşme sorunu olduğunu kavrıyorsunuz.

Birbirlerine karşı bu saldırı ve kavgaları yapan kişi ve grupların mensup oldukları partilerini, cemaat ve tarikatlarını veya liderlerini tamamen aidiyet duygusu içinde körü körüne savunduklarını görüyorsunuz.

Ne yazık ki hiç kimse, mensup olduğu parti ve dînî grupların doğrusuna “doğru”, yanlışına da “yanlış” demiyor, diyemiyor bir türlü. Bu siyâsî ve dînî gruplar sanki gökten zembille inmiş, İlâhî boyayla boyanmış, ezelde Levh-i Mahfûz’da kutsanmış, hepsi Allah’ın mazhariyetine nâil olmuş, bu mânâda dokunulmazlık elde etmiş, daha doğuştan mâsumiyeti hak etmiş (Şîa’nın “mâsumiyet” itikadında olduğu gibi), kurtulan tek fırka kendileri imiş (Ehl-i Sünnet’in “Fırka-i Nâciye” anlayışında olduğu gibi) gibi niteleniyor ve algılanıyorlar. Mensupları da çoğu zaman hep böyle düşünüyor ve böyle davranıyor ne yazık ki!

Hâlbuki Allah Rasûlü’nün kızı Fâtıma’ya söylediği söz (“Ey kızım Fâtıma! Babam Peygamber diye güvenme. Rabbine karşı kulluk vazifeni yap. Eğer Allah’tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam”) sahih bir hadis olarak ortada dururken ve Kur’ân’da Allah bizden “âdil şahitler” olmamızı isterken, Müslümanların bu konulardaki algı, yaşantı, söz, duruş, davranış, düşünce ve görüşleri çok tuhaf ve acı verici doğrusu.

Ama Râsûl’ün Sünnetini ideolojiye bulaştırarak “sünnetçilik” yapanlar ve dünyevî olarak suflî emellerine âlet edenler her ne hikmetse Rasûl’ün bu ve buna benzer sözlerini Sünnet olarak değerlendirmiyor, hayatlarına hiç taşımıyor, ama saç-sakal, sarık-cüppe, yeme-içme, çocuk yaştaki kızlarla evlenme konusuna gelince mâşallah “sünnetten(!)” hiç tâviz vermiyorlar.

Dolayısıyla bu kavgalarının temelinde ne adâlet, ne hak, ne hukuk, ne ahlâk, ne terbiye, ne de ilkeli duruş ve yaklaşım vardır maalesef! Çünkü Kur’ân’daki İslâm ve Rasûlullah’ın gerçek Sünneti bunların hiçbirine müsaade etmez doğrusu.

Siz hiç Rasûl’ün ağzından küfür, hakaret, tehdit, iftira ve kötü söz duydunuz mu? Peki bunlar Sünnet olmuyor mu? Eğer Rasûl’ün bu meziyetleri Sünnet ise, siz ey Müslümanlar, neden bu Sünnete ittiba ve biat etmiyorsunuz? Neden bu Sünneti dillerinize ve davranışlarınıza yansıtmıyorsunuz? Neden her gün kin ve öfke ile din kardeşlerinize saldırıyorsunuz? Gıybet etmenin dahi yasak olduğu bu Kitap’daki âyetler size hiçbir şey anlatmıyor mu?

Siyâsîleri bir noktada anladık ama ya kendilerini Müslüman sayanlara ne demeli? Müslümanların herkese örnek olması gerekmez mi? Allah’ın Rasûl’ü “Usvetü’n-Hasene” değil miydi? Peki Rasûl’ün bu özelliği sizin için bir Sünnet olmuyor mu? Neden bu Sünneti hayatınıza taşımıyorsunuz? Yoksa bunu uygulamak çok zor mu geliyor? Sadece nefsinize ve şehevî arzularınıza hoş gelecek şeyler mi sizin için sünnettir acaba? Ne dersiniz? Gerçekten çok merak ediyorum…

Onun için artık mızrak çuvala sığmıyor. Artık Devlet’in ve toplumun cemaat ve tarikatlarla yüzleşme zamanı geldi sanırım. Ama buna cesaret edebilecek hangi devlet ve hangi toplum vardır? Daha doğrusu, hangi iktidar ve hangi devlet kurumları bunu yapabilir? Meselâ Diyânet ve ilâhiyat fakülteleri mi? Ya ülkeyi yönetenler ve bunlar da aynı zihniyette ise, o zaman ne olacak? Zor iş!

İşte geleneksel “İslâm” ve kültürel Müslümanlık maalesef böyle sonuçlara yol açıyor. Altı yaşındaki kız çocuklarının evlendirilmesi gibi nice istenmedik durumun ortaya çıkmasına sebep oluyor. Aynı zamanda toplumun tepkisini çekiyor ve mâşerî vicdanda nice yaraların açılmasına, nice acıların yaşanmasına sebebiyet veriyor.

Hiç kimsenin İslâm adına bunları yapmaya hakkı yoktur. Çünkü sizin bireysel ve kurumsal olarak davranışlarınız tüm Müslümanları ilzam ediyor ve onları zor durumda bırakıyor. Gerçi İslâm hiç kimsenin tekelinde değildir ama siz kurumsal cemaat ve tarikatlar olarak (vakıf ve dernek takiyyesi ile) öyle görüntüler veriyorsunuz ki İslâm denilince İslâm dışı unsurlar sizin Müslümanlığınızı gerçek İslâm’mış gibi algılıyor. Onun için bu mânâda herkesin dikkatli olması ve herkesin kendisini bir nefs muhasebesine tâbi tutmasında büyük faydalar vardır.

“İslâm dışı unsurlar bize saldırmak için zâten bahane arıyor” diyerek bu işin içinden sıyrılamazsınız! Akıllı olun da bu bahaneleri onlara vermeyin o zaman! Yoksa onlar da mal bulmuş Mağribî gibi elbette size saldıracaktır.

Diğer yandan, salt olarak onları hedef göstermek, hatta kendi din kardeşlerinizi bile acımasız bir şekilde hedefe koyup onları sudan bahanelerle tekfir etmek, “hain” vesaire ilân ederek bütün suçu onların üzerine atmak problemi çözmez ve sizi de temize çıkarmaz.

Bilmem meramımı ifâde edebildim mi? İnşâ-Allah ders çıkarılır, ibret alınır ümit ve temennisiyle…