“SANA bu Kur’ân’ı vahyetmekle kıssaların
en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki daha önce Sen, bunlardan habersiz idin.
Hani Yûsuf,
babasına, ‘Babacığım! Gerçekten ben (rüyada) on bir yıldız, güneşi ve ayı
gördüm. Gördüm ki, onlar bana boyun eğiyorlardı’ demişti.
Babası şöyle
dedi: ‘Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa sana tuzak kurarlar.
Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.’
‘İşte Rabbin,
seni böylece seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve
daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi sana ve
Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.’
Andolsun,
Yûsuf ve kardeşlerinde (hakikati arayıp) soranlar için ibretler vardır.
Kardeşleri
dediler ki, ‘Biz güçlü bir topluluk olduğumuz hâlde, Yûsuf ve kardeşi
(Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Doğrusu babamız açık bir yanılgı
içindedir.
‘Yûsuf’u
öldürün veya onu bir yere atın ki babanız sadece size yönelsin. Ondan sonra
(tövbe edip) salih kimseler olursunuz.’
Onlardan bir
sözcü, ‘Yûsuf’u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın ki geçen
kervanlardan biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın’ dedi.
Babalarına
şöyle dediler: ‘Ey babamız, Yûsuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Hâlbuki
biz onun iyiliğini isteyen kişileriz.’
‘Yarın
onu bizimle beraber gönder de gezip oynasın. Şüphesiz biz onu koruruz.’
Babaları:
‘Doğrusu onu götürmeniz beni üzer, siz ondan habersizken onu kurt yer diye
korkuyorum.’
Onlar
da, ‘Andolsun biz kuvvetli bir topluluk iken onu kurt yerse (o takdirde) biz gerçekten
hüsrana uğramış oluruz’ dediler.
Yûsuf’u
götürüp kuyunun dibine bırakmaya karar verdikleri zaman, Biz de ona, ‘Andolsun,
(senin Yûsuf olduğunun) farkında değillerken onların bu işlerini sen
kendilerine haber vereceksin’ diye vahyettik.
(Yûsuf’u
kuyuya bırakıp) akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.
‘Ey
babamız! Biz yarışa girmiştik. Yûsuf’u da eşyamızın yanında bırakmıştık. (Bir
de ne görelim,) onu kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylesek de sen bize
inanmazsın’ dediler.
Bir
de üzerine, sahte bir kan bulaştırılmış gömleğini getirdiler. Yakub dedi ki, ‘Hayır!
Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir
sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır’.
Bir
kervan gelmiş, sucularını suya göndermişlerdi. Sucu kovasını kuyuya salınca, ‘Müjde!
Müjde! İşte bir oğlan!’ dedi. Onu alıp bir ticaret malı olarak sakladılar. Oysa
Allah, onların yaptıklarını biliyordu.
Onu ucuz bir
fiyata, birkaç dirheme sattılar. Zaten ona değer vermiyorlardı.
Onu satın
alan Mısırlı kişi, hanımına dedi ki, ‘Ona iyi bak. Belki bize yararı dokunur
veya onu evlat ediniriz’. İşte böylece biz Yûsuf’u o yere (Mısır’a)
yerleştirdik ve ona (rüyadaki) olayların yorumunu öğretelim diye böyle yaptık.
Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Olgunluk
çağına erişince, ona hikmet ve ilim verdik. İşte biz, iyi davrananları böyle
mükâfatlandırırız.” (Yûsuf, 3-22)
“Kral,
‘Onu bana getirin, onu özel olarak yanıma alayım’ dedi. Onunla konuşunca dedi
ki, ‘Şüphesiz bugün sen yanımızda yüksek mâkâm sahibi ve güvenilir bir kişisin’.
Yûsuf,
‘Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve
bilgili bir kişiyim’ dedi.
Böylece
Yûsuf’a, dilediği yerde oturmak üzere ülkede imkân ve iktidar verdik. Biz
rahmetimizi istediğimize veririz ve iyi davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.
Elbette
ki ahiret mükâfatı, inananlar ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha
iyidir.
(Derken)
Yûsuf’un kardeşleri çıkageldiler ve yanına girdiler. Yûsuf onları tanıdı, onlar
ise Yûsuf’u tanımıyorlardı.
Yûsuf,
onların yüklerini hazırlatınca dedi ki, ‘Sizin baba bir kardeşinizi de bana
getirin. Görmüyor musunuz, ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafir
ağırlayanların en iyisiyim’.
‘Eğer
onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek tek ölçek (zahire)
bile yoktur ve bir daha da bana yaklaşmayın.’
Dediler
ki, ‘Onu babasından isteyeceğiz ve muhakkak bunu yaparız’.
Yûsuf,
adamlarına dedi ki, ‘Onların ödedikleri zahire bedellerini yüklerinin içine
koyun. Umulur ki ailelerine varınca onu anlarlar da belki yine dönüp gelirler’.
Onlar
babalarına, döndüklerinde, ‘Ey babamız! Bize artık zahire verilmeyecek.
Kardeşimizi (Bünyamin’i) bizimle gönder ki zahire alalım. Onu biz elbette
koruruz’ dediler.
Yakub,
onlara, ‘Onun hakkında size ancak daha önce kardeşi hakkında güvendiğim kadar
güvenebilirim! Allah en iyi koruyandır ve O, merhametlilerin en merhametlisidir’
dedi.
Yüklerini
açıp zahire bedellerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. ‘Ey babamız!
Daha ne isteriz? İşte ödediğimiz bedeller de bize geri verilmiş. Onunla yine
ailemize yiyecek getirir, kardeşimizi korur ve bir deve yükü zahire de fazladan
alırız. Çünkü bu getirdiğimiz az bir zahiredir’ dediler.
Babaları,
‘Kuşatılıp çaresiz durumda kalmanız hariç, onu bana geri getireceğinize dair
Allah adına sağlam bir söz vermedikçe, onu sizinle göndermeyeceğim’ dedi. Ona
güvencelerini verdiklerinde, ‘Allah söylediklerimize vekildir’ dedi.
Sonra da, ‘Ey
oğullarım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah’tan
gelecek hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam. Hüküm ancak Allah’ındır. Ben O’na
tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnız O’na tevekkül etsinler’ dedi.
Babalarının
emrettiği şekilde (ayrı kapılardan) girdiklerinde (bile) bu, Allah’tan gelecek
hiçbir şeyi onlardan uzaklaştıracak değildi. Sadece Yakub, içindeki bir dileği
ortaya koymuş oldu. Şüphesiz o, Biz kendisine öğrettiğimiz için bilgi
sahibidir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yûsuf’un
huzuruna girdiklerinde, o, kardeşini (Bünyamin’i) yanına bağrına bastı ve
(gizlice,) ‘Haberin olsun, ben senin kardeşinim, artık onların yaptıklarına
üzülme’ dedi.
Yûsuf,
onların yüklerini hazırlatırken su kabını kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra da
bir çağırıcı şöyle seslendi: ‘Ey kervancılar! Siz hırsızsınız.’
Yûsuf’un
kardeşleri onlara dönerek, ‘Ne yitirdiniz?’ dediler.
Onlar, ‘Hükümdarın
su kabını yitirdik. Onu getirene bir deve yükü ödül var. Ben buna kefilim’
dediler.
Dediler ki, ‘Allah’a
andolsun, siz de biliyorsunuz ki biz bu ülkede fesat çıkarmaya gelmedik, hırsız
da değiliz’.
Onlar, ‘Eğer
yalancı iseniz hırsızlığın cezası nedir?’ dediler.
Onlar da, ‘Cezası,
su kabı kimin yükünde bulunursa, o kimsenin kendisi(nin alıkonması) onun
cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız’ dediler.
Bunun
üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı.
Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz Yûsuf’a böyle bir plân
öğrettik. Yoksa kralın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Ancak Allah’ın
dilemesi başka! Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim
sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.
Dediler
ki, ‘Eğer o çalmışsa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı’. Yûsuf, bunu
içinde sakladı ve onlara belli etmedi. İçinden, ‘Siz kötü bir durumdasınız,
anlattığınızı Allah çok daha iyi biliyor’ dedi.
Onlar,
Yûsuf’a, ‘Ey güçlü vezir! Bunun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizden
birini alıkoy. Şüphesiz biz senin iyilik edenlerden olduğunu görüyoruz’
dediler.
Yûsuf,
‘Malımızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını tutmaktan Allah’a sığınırız.
Şüphesiz biz o takdirde zulmetmiş oluruz’ dedi.
Ondan
ümitlerini kesince, kendi aralarında konuşmak üzere bir kenara çekildiler.
Büyükleri dedi ki, ‘Babanızın Allah adına sizden söz aldığını, daha önce de
Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Artık babam bana izin
verinceye veya Allah hakkımda hükmedinceye kadar buradan asla ayrılmayacağım. O,
hükmedenlerin en hayırlısıdır’.
‘Siz
babanıza dönün ve deyin ki, ‘Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti, biz
ancak bildiğimize şahitlik ettik. (Sana söz verdiğimiz zaman) gaybı (oğlunun hırsızlık
edeceğini) bilemezdik’.
‘Bulunduğumuz
kent halkına ve aralarında olduğumuz kervana da sor. Şüphesiz biz doğru
söyleyenleriz.’
Yakub,
‘Nefisleriniz sizi bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir
sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O, hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir’ dedi.
Onlardan
yüz çevirdi ve ‘Vah Yûsuf’a vah!’ dedi ve üzüntüden iki gözüne ak düştü. O
artık acısını içinde saklıyordu.
Oğulları,
‘Allah’a yemin ederiz ki, sen hâlâ Yûsuf’u anıp duruyorsun. Sonunda üzüntüden
eriyip gideceksin veya helâk olacaksın’ dediler.
Yakub,
‘Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a arz ederim. Ben, Allah tarafından sizin
bilmediğiniz şeyleri bilirim’ dedi.
‘Ey
oğullarım! Gidin, Yûsuf’u ve kardeşini araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit
kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini
kesmez.’
Bunun
üzerine (Mısır’a dönüp) Yûsuf’un yanına girdiklerinde, ‘Ey güçlü vezir! Bize ve
ailemize darlık ve sıkıntı dokundu. Değersiz bir sermaye ile geldik. Zahiremizi
tam ölç, ayrıca bize sadaka ver. Şüphesiz Allah, sadaka verenleri
mükâfatlandırır’ dediler.
Yûsuf
dedi ki, ‘Siz (henüz) cahil kimseler iken Yûsuf ve kardeşine neler yaptığınızı
biliyor musunuz?’.
Kardeşleri,
‘Yoksa sen, sen Yûsuf musun?’ dediler. O da, ‘Ben Yûsuf’um, bu da kardeşim.
Allah bize iyilikte bulundu. Çünkü kim kötülükten sakınır ve sabrederse,
şüphesiz Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez’ dedi.
Dediler
ki, ‘Allah’a andolsun, gerçekten Allah seni bize üstün kıldı. Gerçekten biz suç
işlemiştik’.
Yûsuf
dedi ki, ‘Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en
merhametlisidir’.
‘Bu
gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun ki gözleri açılsın ve bütün ailenizi
bana getirin’ dedi.
Kervan
(Mısır’dan) ayrılınca, babaları, ‘Bana bunak demezseniz, şüphesiz ben Yûsuf’un
kokusunu alıyorum’ dedi.
Onlar
da, ‘Allah’a yemin ederiz ki sen hâlâ eski şaşkınlığındasın’ dediler.
Müjdeci
gelip gömleği Yakub’un yüzüne koyunca gözleri açılıverdi. Yakub, ‘Ben size,
‘Allah tarafından, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim’ demedim mi?’ dedi.
Oğulları,
‘Ey babamız! Allah’tan suçlarımızın bağışlanmasını dile. Biz gerçekten suçlu
idik’ dediler.
Yakub,
‘Rabbimden sizin bağışlanmanızı dileyeceğim. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir’ dedi.
(Mısır’a
gidip) Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde, Yûsuf ana babasını bağrına bastı ve ‘Allah’ın
iradesi ile güven içinde Mısır’a girin’ dedi.
Ana
babasını tahtın üzerine çıkardı. Hepsi ona (Yûsuf’a) saygı ile eğildiler. Yûsuf
dedi ki, ‘Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu
gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, Rabbim
beni zindandan çıkararak ve sizi çölden getirerek bana çok iyilikte bulundu.
Şüphesiz Rabbim, dilediği şeyde nice incelikler sergileyendir. Şüphesiz O,
hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir’.
‘Rabbim!
Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve
yeri Yaratan! Dünyada ve ahirette Sen benim Velimsin. Benim canımı Müslüman
olarak al ve beni iyilere kat.’
İşte
bu (kıssa), gayb haberlerindendir. Onu Sana Biz vahiy yolu ile bildiriyoruz.
Yoksa onlar tuzak kurarak işlerine karar verdikleri zaman Sen onların yanında
değildin.
Sen
ne kadar şiddetle arzu etsen de insanların çoğu inanacak değillerdir.
Hâlbuki
Sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun. O (Kur’ân) âlemler içinde
ancak bir öğüttür.
Göklerde
ve yerde nice deliller vardır ki yanlarına uğrarlar da onlardan yüzlerini
çevirerek geçerler.
Onların
çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar.
Yoksa
Allah tarafından kendilerini kuşatacak bir azabın gelmeyeceğinden veya onlar
farkında olmadan kıyametin ansızın gelip çatmayacağından emin mi oldular?
De
ki, ‘İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar, bilerek Allah’a çağırırız.
Allah’ın şanı yücedir. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim’.
Biz
Senden önce de, memleketler halkından ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım
erkekleri peygamber olarak gönderdik. Yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden önce
gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Elbette ahiret yurdu
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor
musunuz?
Nihayet
peygamberler ümitlerini kesecek hâle gelip yalanlandıklarını düşündükleri sırada,
onlara yardımımız geldi de böylece dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi.
Azabımız ise, suçlular topluluğundan geri çevrilemez.
Andolsun
ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’ân,
uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her
şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan bir toplum için de bir yol gösterici ve bir
rahmettir.” (Yûsuf, 54-111)
Kıssadan
hisse
Dünya
döndükçe, her zaman, her daim ve her devirde kardeşlerine iyilik eden Yûsuf
ahlâklı kardeşler olabileceği gibi, yine aynı şekilde kardeşleri Yûsuf’a tuzak
kuran, haksızlık yapan, onu kıskanan, onu çekemeyen, onun dedikodusunu yapan
kibirli, kötü niyetli ve çıkarcı kardeşler de olacaktır.
Hiç
şüphe yok ki, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’tır.