Yurtta toplumsal iklim değişikliği ihtiyacı

Küresel iklim değişikliğinin sonucu felakettir. Su bulamazsınız, yiyecek bulamazsınız; yazınız, kışınız belli olmaz. Sürekli diken üstünde olursunuz. Toplumsal iklim bozukluğu da sizin içinizdeki güven duygusunu dinamitler, yok eder. Ne yediğinize, ne içtiğinize, ne çocuğunuza, ne eşinize dostunuza güveniniz kalır. Eğer toplumsal iklim de bozuksa siz güvenseniz bile onların içi çürüktür ve size zarar vermek için her türlü özelliğe sahiptir. Gelin hep beraber kendimizdeki bozukluktan kurtulmak için ilk adımı atalım, gerisi Allah’ın izniyle gelir…

ÇOK yakın zamanda dünyadaki küresel ısınmanın etkilerini azaltmak için “iklim değişikliği” ismi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verildi ve böylelikle bu konuyla ilgili bir bakanlık atanmış oldu. 

Peki, “toplumsal iklim değişikliği” ne olacak? Elbette daha az önemli değil. Hatta birbirlerine bağlı bile. Zihinlerimizin netleşmesi adına “toplumsal iklim” ifadesiyle ne demek istediğimizi izah edelim. 

Toplumun ciddi bir çoğunluğunun yaşadığı değerler iyi ise insanlar mutlu, huzurlu ve iyi hissediyorlar. Eğer o değerler kötü ise de kötü hissediyorlar. Tabii temel soru şu: Bizim kendimizi kötü hissetmemize yol açan iklim değişmez mi? İşte bu yazıda toplumsal iklimi değiştirme konusunda ipuçları verecek olsak da asıl gayemiz, “Toplumsal iklimin kötü yanlarından etkilenmeden hayatımızı daha iyi nasıl sürdürebiliriz?” sorusunun cevabını vermeye çalışacağız. İlk sorumuzla başlayalım:

Toplumsal iklim nasıl meydana gelir? Küresel iklim coğrafî şartlar sebebiyle ortaya çıkıyor olsa da toplumsal iklimi hem insanlar tek tek hem topluca hem de kurdukları kurumlarla meydana getirirler. Gördüğünüz gibi kaçış yok. Toplumsal iklimin evvelki tabirle faili de, mefulü de veya günümüz tabiriyle öznesi de, nesnesi de insan yani kendimiziz. Toplumsal iklimin temelini inancımızla atıyoruz. Neye ve nasıl inanıyorsak ona göre şehirler kuruyor, işler icat ediyoruz. Güneşe tapan bir insan her şeyini ona göre kuruyor, ediyor. Şehrinin meydanlarını, eğitim ve hukuk sistemini o inancına dayandırıyor. Biz Müslümanlar da öyle yapıyoruz. Şehrimizin merkezine camiler, camilerin çevresine de hayatın merkezini inşâ ediyoruz. Eğitimimizi, hukuk sistemimizi de ona göre ayarlıyoruz, referansımız inancımız oluyor.

Her şey böyle yolunda giderken bir şey oldu ve derelerin yukarı akması gibi, medeniyet unsurları (mimarî, eğitim, hukuk, yönetim gibi sahalar) inancımıza göre işlemesi gerekirken bir anda inancımızla hiç alakası olmayan bir şekilde ülkemize hâkim olan “Batılılaşma” ve onun dayandığı “Ateizm” inancına göre işlemeye başladı. Öyle ki, toplumsal iklim hızla değişti. Gel gör ki inancıyla uyumlu bir iklim olamadı. “Müslümanım” dedi ancak dinini öğrenemedi. “Müslümanım” dedi ancak dinine göre evlenip ayrılamadı, mirasını paylaşamadı, iş hayatı, ekonomik hayatı haram-helal kavramı dışında teşekkül etti. Öyle bir hâl aldı ki “Haram olan yasal, helal olan da yasa dışı olabilir” durumları çokça yaşanır oldu. Anlayacağımız kışın ortasında ağaçlar çiçek açar, hemen ardından çiçekleri yok edecek kış kıyamet kopar gibi; yazın ortasında da soba yakar gibi olduk. Bunları toplumsal iklim tabirleriyle ifade edersek nasıl bir manzara olur, ona bakalım.

Gıdada hilecilik başlar. Alışverişte sahtekârlık alır başını gider. İnsanlar arası ilişkilerde yalancılık, yapaycılık normalleşir. Hak hukuk yerini gücü yeten yetmeyene, tanıdığı olan olmayana hâkim olur hâlini alır. İki yaşındaki çocuklara sapıklık dahi görülür. Kası zayıf olanların veya silah kullanmasını bilmeyenlerin cinayet kurbanı, cinayeti işleyenlerin de cezaevine mahkûm olduğu bir akibet çokça rastlanır bir vaka-i âdiyeden olur. İş yapma, sağlık, mutluluk nasıl olur peki?

Bunları benim yazmama mahal yok aslında. Zaten her gün yaşıyorsunuz. Kendimiz veya çevremizdekiler antidepresan kullanmıyorlar mı? Kullanıyorlar. Neden? Çünkü, bu yaşadıklarımızı kendimize izah edemiyoruz; çözüm bulamıyor, arada sıkışıp kalıyoruz. Genelde bir iş yerinde çok çalışan, üreten en çok düşman sahibi olan kişi oluveriyor. Yani çok çalışmanızın ödülü, toplumsal iklim bozukluğunda cezadır. Bir iş konuşmaya kalkarsın sana yardım mardım da etmeyecektir ancak moralini bozup o işin olmaması için elinden geleni yapar. İftira, dedikodu, gammazlama gibi birçok hâl bu iklimde başka bir hâl örneği. Bir tesisatçı düşünün; işini öyle sağlam yapıyor, öyle sağlam yapıyor ki evladiyelik… Otuz sene borular su bile sızdırmıyor. Tabii fazla mesai harcadığı için biraz fazla ücret istiyor. Diğeri de ondan yüzde 15 ucuz iş yapıyor. Çünkü özenmiyor ve işi çabuk bitiyor. Aslında indirim yapmıyor. Ne kadar ekmek, o kadar köfte… Buradaki detay, özenli iş yapmış gibi işini pazarlıyor. Özenli iş yapan iş bulamıyor, özensiz iş yapıp sorun üretense köşe… Kısaca “Yakalanmadığın sürece her türlü sahtekârlığı, yanlışı, hileyi yapabilirsin” anlayışı bozuk toplumsal iklimin en önemli karakteristiği. Peki, çare ne?

İlk adım şu: Çözümleri 3’e ayırıyoruz:

1. Kişisel ve yakın çevrenin ikliminin düzelmesi için kendimizden başlayacağız. Çünkü, en zoru kendimizden başlamaktır. Ne renk olursa olsun her türlü yalanı bırakacağız. “Başkasının hakkını alıyor muyum, birilerinin imkânlarını hak etmediğim hâlde kullanıyor muyum?” diye sürekli hassas vaziyette beklemeliyiz. Gıybet, iftira, suizan gibi toplumsal hastalıklardan kurtulamaya bakacağız. Bir şeyin olumsuzundan değil, olumlu yanından bakma pratiği geliştireceğiz. Bir de çok rica ediyorum, lütfen, başkasından sizin davranışlarınızı onaylamasını, takdir etme beklentinizi bitirin. Ne yani, onlar onaylamazsa siz kötü mü yapıyorsunuz demektir?  Bunları yapmaya başladıysak bir sonraki seviyeye geçebiliriz.

2. Mensubu bulunduğumuz mahalle, site, köy, dernek, parti gibi kalabalık topluluğun ikliminin düzelmesi. Takdir bile görmeseniz en azından kaybetmezsiniz. Kendi gözünüzde kendiniz yüce bir insan olursunuz. Tabii genelde bunu geçip o topluluğa katkı yapmaya başlıyorsunuz. Burada iletişim becerisi çok kritik önemde. Meselâ selamlaşmak çok önemli. Selam vermeyen biri varsa ona, “Selam vermen beni çok mutlu ederdi” demek lazım. Yalanın, gerçek dışılığın, yapaylığın hâkim olduğu topluluklarda “Yalan söylemeyin” diye bodozlama girerseniz dışlanırsınız. Çünkü, insanların en önemli enstrümanını elinden alıyorsunuz. Elinden o enstrümanı gidince ne yapacağını bilemez ki… İnsanların iyi yanlarını söyleyerek, o iyi yanların artmasını, çoğalmasını sağlamak lazım. Kötü yanları söylemek hoş ve tatlı bir şey değil. Ancak gerekirse üslûbunca söylemek lazım. Ayrıca gerekiyorsa bir dernek, vakıf vs. kurup o iyi hâlin sürdürülebilir olmasını sağlamak lazım.

3. Bütün toplumun ikliminin düzelmesi için yapılacaklar daha organize olmayı gerektirir. Bundan önceki 2 aşamadakiler de yardım edecektir. Tabii bu seviyede hükûmete, bakanlara, milletvekillerine, siyasî partilere, yetkili bürokratlara çok iş düşüyor. Ayrıca, sanatçılar, büyük şirket sahipleri, kanaat önderleri de bu sürecin bir parçası olmalılar. Bu konuda maalesef ciddi bir farkındalık eksikliği gözlemliyorum. Çözüm için farkında olmak en önemli aşamadır. Bu problemlerin var olduğunu, hangi seviyede olursa olsun hepimiz patır patır sayabiliriz belki. Gel gör ki, bunun düzelebileceğine dair inanç yoktur, nasıl düzelebileceğine dair de bir fikri yoktur. Her ikisi de son derece basittir. Tabii onların da ilk şart olarak kendilerini düzeltmesi gerekir. Çorba ne kadar temiz olursa olsun eğer çorba içtiğiniz kaşık kirliyse problem devam eder. Biz de kendimizi o çorbanın yenmesinde en önemli unsur olan kaşık gibi görmeliyiz.

Netice olarak küresel iklim değişikliğinin sonucu felakettir. Su bulamazsınız, yiyecek bulamazsınız; yazınız, kışınız belli olmaz. Sürekli diken üstünde olursunuz. Toplumsal iklim bozukluğu da sizin içinizdeki güven duygusunu dinamitler, yok eder. Ne yediğinize, ne içtiğinize, ne çocuğunuza, ne eşinize dostunuza güveniniz kalır. Eğer toplumsal iklim de bozuksa siz güvenseniz bile onların içi çürüktür ve size zarar vermek için her türlü özelliğe sahiptir. Gelin hep beraber kendimizdeki bozukluktan kurtulmak için ilk adımı atalım, gerisi Allah’ın izniyle gelir…