Yürekli olmak (3): El mi yaman, bey mi yaman?

Yanı başımızda, tüm illegal teşebbüsleriyle ABD’nin sığıntısı, AB’nin beslemesi hükmündeki konumlarına bakmadan Türkiye’ye devletçiklerinin yöneticileri aracılığı ile savaş çığırtkanlığına soyunmalarına Türk Devleti ve Türk milleti gereğini yapacaktır. Seyahat hatıraları üzerinden iz sürdüğüm bu seyirde, küresel etkileşim değil, enflasyon değil, “Hükûmet borç krizi” gibi ayıplı bir durumu hatırlatmak diledim.

YUNANİSTAN seyahatimiz esnasında Mustafçova, Şahin köyü, Elmalı ve Demircik köyü gibi Türk köylerine de yolumuz düşmüştü. Sokaklarda koşup oynayan çocukların şen kahkahalarından mı, kadınların Anadolu tarzı giyimlerinden mi, adamların cami cemaatine yetişmek için sokak çeşmesinden abdest almalarından mıdır bilmiyorum, garip bir duygu değişimi geçirdiğimi hatırlıyorum.

Birkaç saat öncesinde sahil şehri Kavala’da ve Porto Logos’un Vistonida gölü kıyılarında gördüklerimizden başkaca bir atmosferi soluyorduk. Tuhaftır ki, balkonlarda dünyaperest eğlencelere eşlik eden sardunyalar burada sanki zikre durmuş gibiydi. Çünkü onları abdestli eller suluyordu.

Selçuklular ile başlayan ve Osmanlı’nın ilk 200 yıllık dönemine tekabül eden süreden bu yana bitimsiz bir Türk-Yunan gerginliği herkes kadar malûmumuzdu fakat sanki Yunanistan’da değil de bir Anadolu köyündeymişçesine rahat ve huzurluyduk. İyi gelmişti bize sahil şehirlerinde yudumladığımız frappeden sonra dağ köylerinde Türk usulü ayran yudumlamak, yemek vakti geldiğinde acılı tarhana çorbasına ekmeğimizi doğramak.

Aynı ülkede, aynı krizin tesirlerine duçar olan bu köylerde kısık sesle de olsa ezanlar okunuyordu. Çaylar sıcak içiliyor, Türk kahvesi odun ateşinde pişiriliyordu. Köpük köpük gurbet karışıyordu kahvenin kokusuna. Burada yaşayan yetişkinlerin, yaşlıların neredeyse tümünün gözleri sınırlara kilitlenmiş, Türkiye’den gelecek haberlerle renklenmişti. Atalarından dinledikleri efsanevî Osmanlı’yı bekliyorlardı.

Bereket taşıyordu evlerden. Kimde ne varsa onu paylaşıyor, paylaştıkça çoğalan huzura “Allah’ın lütfu” diyorlardı. Kimi küçücük kızlar ve erkek çocukları ellerinde elifbaları ile cami hocasını bekliyordu. Bizim gibi… Biz gibi…

Yürekliydiler. Onca zulme, din ve kimlik baskısına, azınlık haklarının hiçe sayılmasına rağmen karşıki dağlara “Temizlik imandandır” hadîs-i şerifi, “Müminler kardeştir”, “Eğer inanıyorsanız onlardan üstünsünüz” ayet-i kerîmeleri pankartlar hâlinde yazılmış ve asılmıştı.

İsimleri değiştirilen, inançlarına müdahale edilen, dağlara sürülüp neredeyse tecrit altına alınan bu insanların bu küffar ellerinde “Elhamdülillah Müslümanım!” demenin ne büyük cesaret olduğunu varın, siz düşünün!

Batı/lı şaşkına çeviriyormuş bu Türk köylerindeki ahval. Ne yapsalar kendilerine benzetemediklerine yanıyor, yandıkça ezalarını arttırıyor, yasalarla sahip oldukları haklarını engellemek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlarmış.

Yürekli olmanın iman ile ilişkisine ilk bölümde değinmiştim. “İlla Hu” inancıyla atınca kalpler, küffarın zulmünün hükmü ibadet hükmüne geçermiş çünkü. Görünmez fakat ulvi bir yardım sarıp sarmalarmış bu insanları. Hayatlarının zorluğu nispetince dirayet ve metanet ikram olunurmuş. Azları çoğalır, darlıkları geniş olurmuş. Çünkü “şah damarlarından daha yakın olan” Allah görürmüş onları ve gözetirmiş. Böyle inanıyor, böyle söylüyorlardı.  

“Ne devlet olmayı, ne millet olmayı bilir bunlar. Devleti borç içinde yüzerken milleti keyfine bakar. Askerinin ayağına postal alacak parası olmayanlar, bizim varlığımızla kendilerini dev sanırlar” diyorlardı.

*** 

Bugün, ABD’nin maşası olma vasıfları, AB’nin beslemesi hükmündeki varlıklarıyla Türkiye’ye güya meydan okumaları Batı/l patentli bir gayretin vitrini olmaktan öteye geçmeyecek bir yüreksizliktir. Çünkü düne kadar (2018) borç krizinin tesirleri ile varlıklarını muhafaza etmekten acizlikleri tarihî kayıtlarda tazeliğini koruyor.

Son evresine şahit olduğum kriz, tahminlerinizi zorlayacak tesirler bırakmıştı Yunanistan’da. Ayaklanmaların asayişi ve güvenliği tehdit edişi, işsizliğin halkı açlık sınırına getirişi, hükûmetin yetersizliği ayan beyan ortadaydı. “Avrupa Birliği ülkesi” demeye de benden başka bin şahit gerekiyordu.

İşin esası şu ki, bu duruma ne savaş, ne uluslararası anlaşmazlık, ne sözleşme ve anlaşma ihlâli sebep olmuştu. Tastamam sığıntı olmanın beceriksizliğiydi bu ahval. Küfrün tek millet olması konforundan başkaca bir konforları da yoktu. Ki o konfor, Yunanistan’ın burnunu dört yıl sürttürdükten sonra Haçlı şövalyelerinin ABD ayağı ve AB’nin o dönemdeki ablası Alman Şansölyesi Merkel tarafından devreye girivermiş. Yunanistan’a sorsanız, krizi başarı ile atlattıklarını iddia edeceklerdir ancak tarihî kayıtların söylediği, Yunanistan’ın neredeyse satın alındığını işaret ediyor.

Yakın tarih kayıtlarında yer alan sadece şu bilgi bile ne tür bir kimliksizlik ve yüreksizliğin malzemesi olduklarını ispatlıyor:

“Ekonomik kriz sırasında Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu görevden ayrılmış ve yeni bir hükûmet kurulmuştur. IMF’den ve Avrupa Birliği’nden yardım istenmiştir. 2010-2012 Yunanistan protestoları başlamıştır. Ülkede işsiz sayısı rekor düzeye çıkmış, geçinememe yüzünden ırkçılık artmıştır.

Yunanistan, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en zor durumu yaşamaktadır. Protesto gösterileri iyice artmıştır. Orta sınıf ve işçi sınıfı ağır darbe almış, aileler çocuklarına bakamadıkları için aşevlerine teslim etmişlerdir. Birçok dükkân ve firma batmıştır. Polisler bile işsiz kalmış ve bazı adalar kiralanmıştır.

2009 ve 2017 yılları arasında, Yunan Hükûmetinin borcu 300 milyar avrodan 318 milyar avroya yükseldi. Bununla birlikte, aynı dönemde Yunanistan’ın borç-GSYİH oranı, krizin ele alınması sırasındaki ciddî GSYİH düşüşü nedeniyle yüzde 127’den yüzde 179’a yükseldi.

21 Haziran 2018’de, Yunanistan’ın alacaklıları, 96,6 milyar avroluk kredinin (yani Yunanistan’ın toplam borcunun neredeyse üçte biri) 10 yıllık vade uzatımı konusunda anlaştılar. Aynı kredilerde faiz ve amortisman ödemelerinde 10 yıllık ödemesiz bir döneme girildi. Yunanistan, 20 Ağustos 2018’de kurtarma paketlerinden başarıyla çıktı (ilân edildiği gibi).

Mart 2019’da Yunanistan, kurtarma paketinden bu yana ilk kez 10 yıllık tahvil sattı.

Mart 2021’de Yunanistan, 2008’deki malî krizden bu yana ilk 30 yıllık tahvilini sattı. Tahvil ihracı 2,5 milyar avro topladı.”

Peki, bu tahviller için dünya basını ne konuşuyordu?

Krizin 2010 yılı sürecinde NTV’nin haberine göre, “yatırım şirketlerinden, Yunanistan tahvilleriyle ilgili olumsuz açıklamalar gelmeye devam ediyordu”. Haberin devamı şöyle: “ABN Amro’nun özel bankacılık birimi, yatırımcılara, yardım paketine rağmen Yunanistan tahvillerinden uzak durmalarını önerdi. ABN Amro özel bankacılık, Yunanistan’ın gereken reformları yapıp yapmayacağının belli olmadığına dikkat çekti. Dünyanın en büyük tahvil fonunu yöneten PIMCO da, Yunanistan’ın ABD’de ihraç etmeyi plânladığı tahvillere yatırım yapmayacaklarını açıklamıştı.”

Görüldüğü gibi, beceriksizliklerinin neticesi olan ve üzerinden henüz 10 yıl geçmiş bulunan “Yunan Hükûmeti borç krizi” olarak adlandırılan durum, kim olduklarının ve ne kadar olduklarının profilini çizerken, hükûmet yetkililerinin, haber sunucusu bilmem kimin “İstanbul Boğazlarından” söz etme cüretleri ise ezikliklerinin resmen resmedilişidir.

ABD üslerine mekân sağlayarak kendi varlığını, idare hakkını, coğrafyası üzerindeki hâkimiyetini kaybeden Yunanistan’ın bu kadar kimliksizken bir de “demeç” vermeye zorlanıyor olması ne vahim bir tablo!

***

Yanı başımızda, tüm illegal teşebbüsleriyle ABD’nin sığıntısı, AB’nin beslemesi hükmündeki konumlarına bakmadan Türkiye’ye devletçiklerinin yöneticileri aracılığı ile savaş çığırtkanlığına soyunmalarına Türk Devleti ve Türk milleti gereğini yapacaktır.

Seyahat hatıraları üzerinden iz sürdüğüm bu seyirde, küresel etkileşim değil, enflasyon değil, “Hükûmet borç krizi” gibi ayıplı bir durumu hatırlatmak diledim.

Onlar 10 yıllık süreçte bu küstah tavra başka güçlerin maşası olarak soyunuyor madem, Türkiye’nin yakın tarihine şöyle bir bakıversinler lütfen!

Baksınlar da, zinhar ayıplı değil, Haçlı gibi bir güruhun işgal girişimini güçlü bir irade ile bertaraf eden Türk Devleti’ni bir görsünler! Öyle çok uzak da değil, bu taptaze, hafızalarda eskimeyecek kadar dinamik tarihî kayıttır, 15 Temmuz 2016 Kurtuluş Zaferi’ni zihinlerinde tazelesinler. Türkiye’yi yoka sayma hayâlleri kuran hainlere yataklık yaptıklarından hatırlamaya mahal kalmayan, unutamayacakları bu destan bir ihanet girişimidir ki üzerinden hepi topu 6 yıl geçmiş. 10 yıl evvel krizden çıkmış hâlleri ile 6 yıl evvel kahramanlık destanı yazmış güçlü Türk Devleti, muktedir AK Parti hükûmeti ve aziz Türk milletinin yürekliliğini, azmini, cesaretini ve öyle kolay pabuç bırakmayacak iradesini varsınlar, bir düşünsünler! Hatta avro üzerinden borçlanıp, varsayılan tahvil hesaplarıyla kriz atlattıklarını zannededururken bir matematikte Türkiye’nin nelere muktedir olabileceğini hesaplasınlar.

Sonra dünya seyretsin, el mi yaman, bey mi yaman?

Daha doğru ifadeyle, imanlı yürekler mi yaman, Haçlılar mı yaman?