
YUNANİSTAN seyahatimiz
esnasında Mustafçova, Şahin köyü, Elmalı ve Demircik köyü gibi Türk köylerine
de yolumuz düşmüştü. Sokaklarda koşup oynayan çocukların şen kahkahalarından
mı, kadınların Anadolu tarzı giyimlerinden mi, adamların cami cemaatine
yetişmek için sokak çeşmesinden abdest almalarından mıdır bilmiyorum, garip bir
duygu değişimi geçirdiğimi hatırlıyorum.
Birkaç
saat öncesinde sahil şehri Kavala’da ve Porto Logos’un Vistonida gölü
kıyılarında gördüklerimizden başkaca bir atmosferi soluyorduk. Tuhaftır ki,
balkonlarda dünyaperest eğlencelere eşlik eden sardunyalar burada sanki zikre
durmuş gibiydi. Çünkü onları abdestli eller suluyordu.
Selçuklular
ile başlayan ve Osmanlı’nın ilk 200 yıllık dönemine tekabül eden süreden bu yana
bitimsiz bir Türk-Yunan gerginliği herkes kadar malûmumuzdu fakat sanki
Yunanistan’da değil de bir Anadolu köyündeymişçesine rahat ve huzurluyduk. İyi
gelmişti bize sahil şehirlerinde yudumladığımız frappeden sonra dağ köylerinde
Türk usulü ayran yudumlamak, yemek vakti geldiğinde acılı tarhana çorbasına ekmeğimizi
doğramak.
Aynı
ülkede, aynı krizin tesirlerine duçar olan bu köylerde kısık sesle de olsa
ezanlar okunuyordu. Çaylar sıcak içiliyor, Türk kahvesi odun ateşinde
pişiriliyordu. Köpük köpük gurbet karışıyordu kahvenin kokusuna. Burada yaşayan
yetişkinlerin, yaşlıların neredeyse tümünün gözleri sınırlara kilitlenmiş, Türkiye’den
gelecek haberlerle renklenmişti. Atalarından dinledikleri efsanevî Osmanlı’yı bekliyorlardı.
Bereket
taşıyordu evlerden. Kimde ne varsa onu paylaşıyor, paylaştıkça çoğalan huzura
“Allah’ın lütfu” diyorlardı. Kimi küçücük kızlar ve erkek çocukları ellerinde
elifbaları ile cami hocasını bekliyordu. Bizim gibi… Biz gibi…
Yürekliydiler.
Onca zulme, din ve kimlik baskısına, azınlık haklarının hiçe sayılmasına rağmen
karşıki dağlara “Temizlik imandandır” hadîs-i şerifi, “Müminler kardeştir”,
“Eğer inanıyorsanız onlardan üstünsünüz” ayet-i kerîmeleri pankartlar hâlinde
yazılmış ve asılmıştı.
İsimleri
değiştirilen, inançlarına müdahale edilen, dağlara sürülüp neredeyse tecrit
altına alınan bu insanların bu küffar ellerinde “Elhamdülillah Müslümanım!”
demenin ne büyük cesaret olduğunu varın, siz düşünün!
Batı/lı
şaşkına çeviriyormuş bu Türk köylerindeki ahval. Ne yapsalar kendilerine
benzetemediklerine yanıyor, yandıkça ezalarını arttırıyor, yasalarla sahip
oldukları haklarını engellemek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlarmış.
Yürekli
olmanın iman ile ilişkisine ilk bölümde değinmiştim. “İlla Hu” inancıyla atınca
kalpler, küffarın zulmünün hükmü ibadet hükmüne geçermiş çünkü. Görünmez fakat
ulvi bir yardım sarıp sarmalarmış bu insanları. Hayatlarının zorluğu nispetince
dirayet ve metanet ikram olunurmuş. Azları çoğalır, darlıkları geniş olurmuş.
Çünkü “şah damarlarından daha yakın olan” Allah görürmüş onları ve gözetirmiş.
Böyle inanıyor, böyle söylüyorlardı.
“Ne
devlet olmayı, ne millet olmayı bilir bunlar. Devleti borç içinde yüzerken
milleti keyfine bakar. Askerinin ayağına postal alacak parası olmayanlar, bizim
varlığımızla kendilerini dev sanırlar” diyorlardı.
***
Bugün,
ABD’nin maşası olma vasıfları, AB’nin beslemesi hükmündeki varlıklarıyla
Türkiye’ye güya meydan okumaları Batı/l patentli bir gayretin vitrini olmaktan
öteye geçmeyecek bir yüreksizliktir. Çünkü düne kadar (2018) borç krizinin
tesirleri ile varlıklarını muhafaza etmekten acizlikleri tarihî kayıtlarda
tazeliğini koruyor.
Son
evresine şahit olduğum kriz, tahminlerinizi zorlayacak tesirler bırakmıştı
Yunanistan’da. Ayaklanmaların asayişi ve güvenliği tehdit edişi, işsizliğin halkı
açlık sınırına getirişi, hükûmetin yetersizliği ayan beyan ortadaydı. “Avrupa
Birliği ülkesi” demeye de benden başka bin şahit gerekiyordu.
İşin
esası şu ki, bu duruma ne savaş, ne uluslararası anlaşmazlık, ne sözleşme ve
anlaşma ihlâli sebep olmuştu. Tastamam sığıntı olmanın beceriksizliğiydi bu
ahval. Küfrün tek millet olması konforundan başkaca bir konforları da yoktu. Ki
o konfor, Yunanistan’ın burnunu dört yıl sürttürdükten sonra Haçlı
şövalyelerinin ABD ayağı ve AB’nin o dönemdeki ablası Alman Şansölyesi Merkel
tarafından devreye girivermiş. Yunanistan’a sorsanız, krizi başarı ile
atlattıklarını iddia edeceklerdir ancak tarihî kayıtların söylediği,
Yunanistan’ın neredeyse satın alındığını işaret ediyor.
Yakın
tarih kayıtlarında yer alan sadece şu bilgi bile ne tür bir kimliksizlik ve
yüreksizliğin malzemesi olduklarını ispatlıyor:
“Ekonomik
kriz sırasında Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu görevden ayrılmış ve yeni
bir hükûmet kurulmuştur. IMF’den ve Avrupa Birliği’nden yardım istenmiştir.
2010-2012 Yunanistan protestoları başlamıştır. Ülkede işsiz sayısı rekor düzeye
çıkmış, geçinememe yüzünden ırkçılık artmıştır.
Yunanistan,
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en zor durumu yaşamaktadır. Protesto
gösterileri iyice artmıştır. Orta sınıf ve işçi sınıfı ağır darbe almış,
aileler çocuklarına bakamadıkları için aşevlerine teslim etmişlerdir. Birçok
dükkân ve firma batmıştır. Polisler bile işsiz kalmış ve bazı adalar
kiralanmıştır.
2009
ve 2017 yılları arasında, Yunan Hükûmetinin borcu 300 milyar avrodan 318 milyar
avroya yükseldi. Bununla birlikte, aynı dönemde Yunanistan’ın borç-GSYİH oranı,
krizin ele alınması sırasındaki ciddî GSYİH düşüşü nedeniyle yüzde 127’den
yüzde 179’a yükseldi.
21
Haziran 2018’de, Yunanistan’ın alacaklıları, 96,6 milyar avroluk kredinin (yani
Yunanistan’ın toplam borcunun neredeyse üçte biri) 10 yıllık vade uzatımı
konusunda anlaştılar. Aynı kredilerde faiz ve amortisman ödemelerinde 10 yıllık
ödemesiz bir döneme girildi. Yunanistan, 20 Ağustos 2018’de kurtarma paketlerinden
başarıyla çıktı (ilân edildiği gibi).
Mart
2019’da Yunanistan, kurtarma paketinden bu yana ilk kez 10 yıllık tahvil sattı.
Mart
2021’de Yunanistan, 2008’deki malî krizden bu yana ilk 30 yıllık tahvilini
sattı. Tahvil ihracı 2,5 milyar avro topladı.”
Peki,
bu tahviller için dünya basını ne konuşuyordu?
Krizin
2010 yılı sürecinde NTV’nin haberine göre, “yatırım şirketlerinden, Yunanistan
tahvilleriyle ilgili olumsuz açıklamalar gelmeye devam ediyordu”. Haberin
devamı şöyle: “ABN Amro’nun özel bankacılık birimi, yatırımcılara, yardım
paketine rağmen Yunanistan tahvillerinden uzak durmalarını önerdi. ABN Amro
özel bankacılık, Yunanistan’ın gereken reformları yapıp yapmayacağının belli
olmadığına dikkat çekti. Dünyanın en büyük tahvil fonunu yöneten PIMCO da, Yunanistan’ın
ABD’de ihraç etmeyi plânladığı tahvillere yatırım yapmayacaklarını
açıklamıştı.”
Görüldüğü
gibi, beceriksizliklerinin neticesi olan ve üzerinden henüz 10 yıl geçmiş
bulunan “Yunan Hükûmeti borç krizi” olarak adlandırılan durum, kim olduklarının
ve ne kadar olduklarının profilini çizerken, hükûmet yetkililerinin, haber
sunucusu bilmem kimin “İstanbul Boğazlarından” söz etme cüretleri ise
ezikliklerinin resmen resmedilişidir.
ABD
üslerine mekân sağlayarak kendi varlığını, idare hakkını, coğrafyası üzerindeki
hâkimiyetini kaybeden Yunanistan’ın bu kadar kimliksizken bir de “demeç”
vermeye zorlanıyor olması ne vahim bir tablo!
***
Yanı
başımızda, tüm illegal teşebbüsleriyle ABD’nin sığıntısı, AB’nin beslemesi
hükmündeki konumlarına bakmadan Türkiye’ye devletçiklerinin yöneticileri
aracılığı ile savaş çığırtkanlığına soyunmalarına Türk Devleti ve Türk milleti
gereğini yapacaktır.
Seyahat
hatıraları üzerinden iz sürdüğüm bu seyirde, küresel etkileşim değil, enflasyon
değil, “Hükûmet borç krizi” gibi ayıplı bir durumu hatırlatmak diledim.
Onlar
10 yıllık süreçte bu küstah tavra başka güçlerin maşası olarak soyunuyor madem,
Türkiye’nin yakın tarihine şöyle bir bakıversinler lütfen!
Baksınlar
da, zinhar ayıplı değil, Haçlı gibi bir güruhun işgal girişimini güçlü bir
irade ile bertaraf eden Türk Devleti’ni bir görsünler! Öyle çok uzak da değil,
bu taptaze, hafızalarda eskimeyecek kadar dinamik tarihî kayıttır, 15 Temmuz
2016 Kurtuluş Zaferi’ni zihinlerinde tazelesinler. Türkiye’yi yoka sayma hayâlleri
kuran hainlere yataklık yaptıklarından hatırlamaya mahal kalmayan,
unutamayacakları bu destan bir ihanet girişimidir ki üzerinden hepi topu 6 yıl
geçmiş. 10 yıl evvel krizden çıkmış hâlleri ile 6 yıl evvel kahramanlık destanı
yazmış güçlü Türk Devleti, muktedir AK Parti hükûmeti ve aziz Türk milletinin
yürekliliğini, azmini, cesaretini ve öyle kolay pabuç bırakmayacak iradesini
varsınlar, bir düşünsünler! Hatta avro üzerinden borçlanıp, varsayılan tahvil
hesaplarıyla kriz atlattıklarını zannededururken bir matematikte Türkiye’nin
nelere muktedir olabileceğini hesaplasınlar.
Sonra
dünya seyretsin, el mi yaman, bey mi yaman?
Daha
doğru ifadeyle, imanlı yürekler mi yaman, Haçlılar mı yaman?