
“Fetih”
kelimesi ve kavramsal boyutu
HER ne kadar “fetih”
kelimesi linguistik olarak kök ve orijin itibariyle Arapça bir kelime olsa da
kavramsal olarak lugâvî ve ıstılâhî mânâda İslâmî ve Kur’ânî bir kavramdır.
Çünkü Kur’ân’da koskoca bir “Feth Sûresi”, İslâm tarihinde de maddî ve
mânevî anlamda ete kemiğe bürünmüş bir fetih süreci ve onun mâşerî vicdanda
mâkes bulmuş hâli olan bir “fetih ruhu” vardır.
Bu
kavram ve bu kavramın ihtiva ettiği mânâ ile ilgili olarak hem Kur’ân çalışmalarında,
hem de “savaş, muharebe, cihat, gazve” anlamında tarihte cereyan eden
hâdiselerle ilgili olarak tarih kitaplarında muazzam bilgiler ve yazın ve yayım
hayatında da önemli derecede bir külliyat vardır.
“Feth” ya da “fetih”
kelimesinin lugavî olarak çeşitli anlamları olsa da, en başta gelen anlamı “açma,
zafere ulaştırma” gibi anlam yapısına sahip olduğu âşikârdır. Bunun da iki
veçhesi vardır: Birincisi, mânevî anlamda kalbleri, gönülleri, akılları,
yürekleri İslâm’a açmaktır. İkincisi de, maddî anlamda haklı gerekçelerle
yapılan gazveleri zafere açmaktır. Ama ikincisinden birincisi daha önemlidir. Çünkü
zaferlerin kalıcı olması ve bir anlam ifâde edebilmesi için önce yüreklerin ve
gönüllerin fethedilerek İslâm’a ve insanlığa açılması gerekmektedir.
Fethin
amacı
Buradaki
temel amaç da “İ’lâ-yi kelimetullah”ı (Allah’ın adını yüceltmek)
yüreklere ve yeryüzü insanlığının kalbine yazmak ve kazımaktır.
İşte
bütün bunlar, Feth Sûresi’nin ilgili âyetlerinde apaçık olarak belirtilmiştir. Hudeybiye
Antlaşması, Hayber Kalesinin Fethi, Mekke’nin Fethi bu bağlamda
değerlendirilmelidir.
İslâm
tarihinde yapılan fetihler
İslâm
tarihine bakıldığı zaman gerek Araplar, gerekse Türkler tarafından nice
gazveler yapılmış ve nice fetihler gerçekleştirilmiştir. Bu gazve ve fetihlerde
kimi zaman yeni topraklar kazanılmış, yeni yurtlar edinilmiş, kimi zaman da
kazanılanlar tekrar kaybedilmiştir.
Müslümanlar
fethettikleri topraklarda İslâm’ı yaymak için yoğun gayret sarf etmişler ama
zaman zaman da bu toraklardan kovulmayı önleyememişlerdir. Hatta Kudüs ve
İspanya örneğinde olduğu gibi çok acı çekmişler ve yurtlarından acımasızca
sürülerek katledilmişlerdir.
İslâm,
liderler ve fethin ilkeleri
Aslında
İslâm, ismiyle müsemma olduğu üzere bir barış dinidir. Gerekmedikçe, zorunlu
olmadıkça ve şartlar oluşmadıkça kolay kolay savaşlar olmamalıdır. Bu “gerekmek”,
“zorunlu olmak” ve “şartların oluşması” kavramlarının içi kim
tarafından ve neye göre doldurulacaktır?
Eğer
bu kavramlar ülkeleri, devletleri idâre edenlerin salt insânî ve beşerî
inisiyatiflerine bırakılacak olursa, vay o zaman o ülkede ve o ülke dışında
yaşayan insanların hâl-i pürmelâline!
Çünkü
o ülkeyi, o devleti idâre eden liderler, bu kavramların içlerini kendilerine
göre “haklı” gerekçeler bularak ve bunları da çabucak üreterek kolaylıkla
doldurabilirler (Rusya-Ukrayna örneğinde olduğu gibi).
Nihâyetinde
ülkeleri yöneten liderler de insandırlar. Hele de bu insanlar gücü ve iktidarı
ele geçirince ve kendilerinde de alabildiğinde güç vehmedince, “Firavunvârî”
yaklaşımlarla çeşitli bahaneler üreterek saldıracakları ve sömürecekleri
ülkeler ve topraklar ararlar. O bakımdan “gerekmek”, “zorunlu olmak”,
“şartların oluşması” kavramları salt insanlara ve ülkeleri yöneten
liderlere bırakılamayacak kadar büyük ve hayâtî bir önem arz etmektedir İslâmî
bir bakış açısı ve İslâmî bir yaklaşımla.
İşte,
fetih konusunda bu kavramların temel parametrelerini ve temel ilkelerini ancak
Allah belirler. Zâten Kur’ân’da belirlemiştir de. Ancak Müslüman liderler bu
ilkelere tarihte ne kadar uymuşlar, şimdi ne kadar uymaktadırlar, gelecekte de
ne kadar uyacaklardır?
Fethin
önemi ve dikkat edilmesi gereken hususlar
Evet,
fetih kavramı Müslümanlar için çok önemlidir. Müslümanlar bu kavramı duyunca
çok heyecanlanmaktadırlar. Hele de buna “şehitlik” ve “gazilik”
kavramları eklenince onları hiç kimse tutamamaktadır. Ama çok dikkat etmek
gerekir, İslâm tarihinde yapılan fetihlerin acaba kaçta kaçı Kur’ân’daki “fetih”
kavramının ihtiva ettiği mânâyla ve bu konuda Allah’ın koyduğu ilkelerle
doğrudan uyumludur? Bunun derûnî bir şekilde sorgulanması ve üzerinde hassasiyetle
durulması gerekir.
Yoksa
fetih denilince gururlanıyor, duygulanıyor, ayranımız kabarıp çok övünüyoruz.
Ama övünç vesilesi olan bu duygular, acaba Allah’ın rızasını kazanmaya yeterli
midir? Bilmiyorum, bu konu üzerinde hiç düşünülmüş müdür? Yoksa gaz verenlerin
gazına gelip gazvelere böyle mi çıktık acep? Eğer Allah’ın rızasını kazanamadan
“şehit (!?)” ve “gazi (!?)” olmuşsak ya da başka bir ifâde ile
ölmüşsek, o zaman vay hâlimize! O zaman iki dünyamızı mamur edelim derken, aksini
söylemeye ne yazık ki dilim varmıyor!
Bu
bakımdan yaptığımız ve yapacağımız savaşları, gazveleri ve fetihleri çok iyi
sorgulamamız ve analiz etmemiz gerekiyor. Tabiî ki Allah’ın rızasına uygun
olacaksa ve Allah’ın rızası kazanılacaksa ne âlâ!
Savaşlar
ve sonuçları
Savaş,
özünde çok kötüdür. Çünkü nice canlar gidiyor, nice acılar yaşanıyor, nice kan
ve gözyaşları dökülüyor ve kadınlar, çocuklar, bebekler paramparça oluyor. İnsanlar
yerlerini, yurtlarını terk ederek meçhûl bir menzile doğru yelken açarken ne
ırz kalıyor, ne nâmus ve dahi nice nice hicranlar yaşanıyor.
Nice
şehirler harâbeye dönüyor, mamur edilmiş yerler yerle yeksân oluyor, ormanlar
yanıyor, sular kirleniyor, ekolojik denge bozuluyor, bitkiler, hayvanlar, börtü
böcekler kavrulup kül oluyor. Hele de günümüz savaşlarının yıkıcılığı ve
acımasızlığı ortada duruyorken…
Fetih
ve Müslümanların sorumlulukları
Onun
için biz Müslümanlar bütün bunları ve savaşların getireceği ve doğuracağı acı
sonuçları çok iyi hesap etmek zorundayız. Bizim için asıl olan, öncelikle
yüreklerin fethedilmesidir. Yürekler fethedilmeden gerçek ve kalıcı zaferler kazanılamaz.
Bunun
için çok çalışmak zorundayız. İnsanlara güzel örnek (üsve-i hasene) olmak
zorundayız. Medenî ve kaliteli Müslümanlar olmalıyız. Bilim ve teknoloji
üretmeliyiz. Ahlâkî ve insânî vasıflarımız çok yüksek seviyelerde olmalı. Kibir
ve dünyevîleşme tutkusundan uzak durmalıyız. Bedevî davranışlardan,
kültürsüzlükten ve câhillikten behemahâl kurtulmalıyız.
İktidar
gücünü ele geçirince şımarmamalı ve “ne oldum delisi” olmamalıyız. Helâl,
haram nedir, bilmeliyiz. Başkasının hakkına ve hukukuna saygı göstermeliyiz.
Adâletten şaşmamalıyız. Herkesin düşüncesine, düşünce ve fikir hürriyetine
alabildiğine önem ve değer vermeliyiz.
Sürekli
olarak dünya çapında insanlığa yön verecek yeni düşünce ve fikirler
üretmeliyiz. İyilikte ve hayırda yarışan bir toplum olmalıyız. Neticede
insanlığa örneklik teşkil edecek “İslâm insanlık medeniyetleri” kurmalıyız.
İşte o zaman gerçek mânâda yürekler fethedilir ve gerçek mânâda zaferler
kazanılır. Yoksa kazanıldığı zannedilen fetihler ve zaferler çok çabuk kaybedilir
ve kurulan düzenler çok çabuk bozulur.
Toprak
kazanmak demek, fetih yapmak ve zafer kazanmak demek değildir. Eğer böyle olsaydı
ne KKTC şimdiki gibi bir KKTC, ne Çanakkale şimdiki gibi bir Çanakkale, ne de
İstanbul şimdiki gibi bir İstanbul olurdu.