Yüreğini boşalt anne!

Ölüm, kapında korkusundan geri dönsün. Gözlerinde uyuyan nehirleri uyandır, geceyle sırrını paylaş sevgini paylaştığın gibi ve ateşe sal ellerini besmele ile... Bütün renkler senden bunu istiyor ve dengenin ritmi senden hoşnut kaldıkça her rengin bağrında hatırlı bir konuk olarak geçitler sunulacak sana. Geçitler senden geçmeden sen kendine gelmelisin anne… Çocukların ağlıyor, ellerini ve yüreğini boşalt ve sevgini sevenlerinden kıskanma anne...

ZAMAN sana muhtaç, bilmem biliyor musun? Merhamet, dünya ikliminde sadece senden umutlu. Sevgin karanlıkları dindirdi, kucakladı acılarını hayatın, isyanın yeni titreşimlerini oluşturdu daima. Anne hep uyanık olursun daima sabahlara kadar akan “su” gibi. Bazen ufuksuz bir ova, bazen ulaşılmaz hisarın dehlizleri, bazen de gökyüzünün maviliği senin yüreğinden sevgisini alır ve senin yüreğindeki güçle anılır. 


Annelik mâkâmına yakarıyorum! Başakları birbirine değen buğdayların ambara yansıyan duygusunu sen bilirsin. Yavrularına yiyecek götürmek için toprağı telaşla gagalayan kuşların telaşını da ancak yine sen bilirsin. Sen adını kimin koyduğu belli olmayan ulvî bir mâkâmsın. 


Anne, sen eşsiz bir vatan, bir belde, bir coğrafya ve bir iklimsin. Dünya, oluşumundan beri çevresinde ve yörüngesinde dolanarak seni arıyor. Yoluna kardelenler ekecek annesini, bütün şartlarda hiç sabrını yitirmeden ve korkmadan uzaya çığlığını salarak, dünyaya bağırıyor. 


Anneee!... Cevap gelmiyor. Sesinin yankısını sadece kendi işitiyor, taklit eder gibi. Lanetleyen bakışlarla geri gelen yankı dünyanın kulağına “Bu gidişle yaratana ulaşılmaz/ Bu yol kurtuluşa götürmez”, diye fısıldıyor.


Anne her yerde; tarlada, çayırda, evde, işte ve eşinin yanında... Akşama yemek için tenceresinin altını yakarken, uzaktan ağlayan çocuğunun sesini duyunca her işini unutup var gücüyle ona koşan... Tam bu anda baharda ektiği başaklar boy atıyor, ay ışığı sularda “sevda şarkıları” ile yankılanıyor.


Şiş, tığ, dikiş, daktilo, klavye o zarif parmakların altında saadetten mutluluk şarkıları söylüyor. Sade bir bilek çevresinde dönüyor, sade bir niyazın sonucundaki duaların da akıttığı göz yaşları ırmaklara karışarak okyanusları süslüyor. Nezaket getiren, bereket getiren, kıble rüzgârlarıyla estikçe mevsimleri gülümseten sadelik, anne, annem ve anneler... 


Anneler gördük gerektiği zaman, erkeklerin varlığına rağmen mücadele eden… Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da ve bilinmeyen merkezlerde bilinmeyen metotlarla... Gördük onları büyük bir metanetle şehit olan eş ve çocuklarını gömerken göz yaşlarını nasıl yüreklerine akıttıklarını...Ve gördük onları Peygamberlerini Uhud dağında sağ bulunca Mevlâ’ya nasıl şükür ettiklerini… 


Anneye Medine’de geliyor örtünün emri ve tüm kumaşlar onu saçından topuğuna kadar örtmek istiyor zehirli kıskaçlara mahkûm olmamaları için. Zorlu savaşların bıçak yemiş zeytin dalını veya kanadı kırık güvercini uçurması için.


Anadolu, mermisini yavrusuyla birlikte göğsüne basarak yağmurdan koruyan ananın destansı mekânı. Yiğit bir destan art niyetlilerce kemirilerek çökertildi ve yığıldı yere, dev bir uygarlığın son hamlesi anne ile birlikte kurtuluş savaşında... 


Biz annesiz kalırız, sakın bizi bırakıp gitme! İsmi kayıt altına alınmamış nice annelerden ve nice civan delikanlılardan toplumumuzu ayakta tutmak için yere düştüklerinde kalem ve mürekkep aya ışık sunuyordu ve güneş ağlıyordu süt yerine zakkum içecek geleceğin çocuklarına. 


Ev çöktü, anne yüz üstü düştü!... Viraneye döndü Ana’nın yurdu. İskeletinden başka koruyacak bir şeyi kalmadı artık. Çatırdayan direkler tavanın çöküşünü hızlandırdı. Her şey birbirine karıştı, çünkü hâlâ harabelerden dumanlar tütmekte... Bülbülün kargaya hayranlık günleri başlayınca örtülerinden kaçan kadınlar, anneliklerini ıslak ve karanlık sokaklarda soyundular. Acıdan ağladı kardelenler, yer kızardı utancından, ay yüzünü gizledi, güneş doğmadı yıllarca. Bir cırcır böceği sakladı gözlerini, geceyi çekti üzerine, kaplumbağa başını hiç çıkarmadı zırhından, yılanlar da kış uykularını baharda bile bozmadılar. Ağaçlar en hüzünlü şarkılarını takma kirpikliler için söylediler ve yemişlerini acı vermek üzere yerin merkezine doğru büyütmeye karar verdiler... 


Yazımı bir mayıs gecesini hayli ilerlemiş serin bir gecesinde yazıyorum. Yüreğim bütün sevgilerle ve o sevgilerin yol açtığı dayanılmaz acılarla dolu ve sesleniyorum geceye olanca gücümle eyyy yalnızlık! Seslen ayak seslerine, vakit artık yolculuk. Yılanlar süzülürken gecenin koynuna, Afgan düğünü Filistin mevsiminden geçerek Bosna’ya Endülüs minyatürleri çiziyor. Anneler ölüyor, çocuklar ölüyor. Anneler ve çocuklar, annelik ve çocukluk yeniden öğrenilsin, gül mevsimi yeniden dirilsin diye ölüyor.


Ey Anne! Sesleri duymuyor musun, çatırtılar geliyor yüreğinin kuruyan, çöle dönen yüzeyinden. Zindan bekçilerine hayranlığın sürdükçe laleler her gece senin için ağlıyorlar. Anne, kaldırımlara düşen çığlıkların yer altındaki yankıları çok uzun sürer. Yüreğini geri al ve yavrunu sevginle sar. Kendini kaldırımlara değil Yaratıcının kapısına ser. Bir sabah Bilal’in sesine evet de ki, her sabah kapına gelen ırmağın okyanusuna kement atıp ekvatoru ellerinde göresin. Gözlerin zalim bakışları eritsin yine ve iffetini caddeler giyinsin seninle. Çocuklar eteklerinden dağılsın güneşin yeni aydınlattığı yollara. Ovalar besmelenle dinlensin, vadiler fatihanla inlesin, dağlarda esen rüzgâr tembihatın olsun. Cennet, secdelere koşmak için yıkanan ayaklarını bekliyor, uyuyor musun anne!? Kanaviçene aktardığın örneğin ritmini dinle, bak nereden geliyor anne!? 



Ölüm, kapında korkusundan geri dönsün. Gözlerinde uyuyan nehirleri uyandır, geceyle sırrını paylaş sevgini paylaştığın gibi ve ateşe sal ellerini besmele ile... Bütün renkler senden bunu istiyor ve dengenin ritmi senden hoşnut kaldıkça her rengin bağrında hatırlı bir konuk olarak geçitler sunulacak sana. Geçitler senden geçmeden sen kendine gelmelisin anne… 


Çocukların ağlıyor, ellerini ve yüreğini boşalt ve sevgini sevenlerinden kıskanma anne...