Yüreğimde bir sevdadır İstanbul

Canımın parçası İstanbul! Yakında “Ver elini!” diyecek ve sana döneceğim. Gecenin sükûnunda, yalnızlığımın yegâne dostu kahvemi yudumlarken seni dinleyip seninle muhabbet edeceğim. Usul usul, kimseyi uyandırmadan, seherde ruhuma inşirah veren Ezan-ı Muhammedî yankılanırken kulaklarımda, yüreğim titreyecek sevinç ve huzurla ve gözlerimden süzülen yaşlarım, Rabbime olan şükrümü dillendirecek…

“MACERA dolu Amerika…/ Amerika…/ Amerika…/ Burası New York, Amerika./ Evler karıştı bulutlara./ Nasıl bir yaşam?/ Nasıl bir zaman?/ İnsanlar simsiyah,/ Kızıl, beyaz…/ Sokaklar basketbol,/ Müzik ve dans…/ Nasıl bir yaşam?/ Nasıl bir zaman?”

Çayımı yudumlarken, oturduğum kafenin (Masal Cafe-Bir Türk girişimciye ait) radyosunda çalan şarkıya eşlik ediyor dilim ve arada elimle tempo tutuyorum. Türkiye’de olsam, belki de hiç dinlemeyeceğim tarz bir şarkı bu. Ama şu an öyle hoşuma gidiyor ki, adeta benden, memleketimden bir esinti gibi.

Karşımda engin maviliği ve duruluğuyla Atlantik. Muhteşem bir huzur ve dinginlik hissediyorum okyanusu seyrederken. Aslında hep sevmişimdir maviliğiyle beni cezbeden denizleri. Sokak çocukları haylazlığıyla, çığlık çığlığa okyanusun üzerinde adeta elim sende oynamakta martılar. Bir gelin edasıyla süzülen kuğuları saatlerce izleyebilirim. Öyle zarif ve güzeller ki, adeta birçok gözün onları izlediğini biliyormuşçasına süzülüyorlar okyanusun kıyısında.

Sonbaharın son günleri ve New York bugün biraz soğuk. Seviyorum bu şehri, geniş caddelerini, kısa aralıklarla konumlandırılmış ve adeta can damarı olan parklarını. Evet, parklar şehrin orta yerinde. Ne zaman istersen, kendini bir parkın kollarına bırakabilirsin. Şehir devamlı uyanık, canlı, dipdiri... Sokaklarında gezerken, gayriihtiyari gençleştiğini hissediyorsun. Damarlarındaki kan, daha bir başka akıyor, zira New York’un her bir köşesinde başkaca bir hareket var. 170 çeşit dil konuşulan bu megakentte bir o kadar da çeşitli milletten insan yaşıyor. Kültürün, müziğin, sinemanın, sporun, sanatın, kısacası her şeyin tadı bir başka. Her zaman yeni bir şeyle, yeni biriyle karşılaşma ihtimali olduğundan, daima keşfedilmeye açık bu şehir. Sıkıcı ve karanlık metro istasyonlarını dahi sokak sanatçıları ile renklendirdiklerinden belki de cezbediyor insanları. Size sayfalarca bu şehirden bahsedebilirim ama hayır!.. Yazdığım hiçbir satır, İstanbul’uma olan sevgimi gölgeleyemez.

Farkındasın değil mi?

“Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar” memleketimi özledim ben. Ah İstanbul! Ben sana nasıl hitap edeyim? Sen benim sevdiğimsin. Yollarında bazen avare, bazen hüzünlü, bazen aradıklarımı bulma ümidiyle gezdiğimsin. Kimi zaman trafiğin ruhumu daraltmıyor değil, olsun, yine de seviyorum seni; mazimi günahlarıyla, sevaplarıyla gizleyenimsin.

Vazgeçmediklerim, çocukluğum, gençliğim, evim, ocağım, acılarım, yaşadıklarım ve yaşayamadıklarımla senin bir avuç toprağında ruhumu teslim edip Rabbime yürüyeceğim yer olmanı dilerim.

Anlıyor musun İstanbul, özledim seni… Dünyanın en hareketli ve cezbedici şehrinde de olsam, her yerden sana dönüş güzel. Çünkü sen güzelsin. Sende yaşamak tutku, sende yaşamak coşkudur rüyalar şehri İstanbul’um…

Ne kadar isyan edilesi yanların olsa da sende yaşamak bir aşk, hatta vazgeçilmeyecek bir kara sevdadır.

Daha iki üç gün önce Amerika’dan dört üniversite öğrencisi İstanbul’a geldi. İki gün sonra kızıma çektikleri mesaj ilginçti: “Çok güzel bir memleketiniz var ve sizin İstanbul’a kesin dönüş yapmanıza çok seviniyorum. Çünkü çocukların bu şehirde büyüyecek. Ben de ilk fırsatta tekrar geleceğim hem seni ziyaret, hem de İstanbul’un havasını tekrar koklamak için...”

Afili İstanbul’um! Sana gelenlerin aklında yer ediyor, düşlerinin bir kenarına takılıp kalıyor, vazgeçilmez oluyorsun, farkındasın değil mi?

Buram buram İstanbul

Her sabah, güneşin ilk ışıklarıyla uyanıp, İstanbul’un sükûneti henüz trafik kalabalığı ve gürültüsüyle bozulmamışken alabildiğine yürümek ve yorulduğunuzu hissettiğiniz an Çınaraltı’nda bir bardak çay ve simite oturmak, en kral kahvaltı sofrasına tercih edilebilir. Ya Kalamış’ın şarkılara nağme olmuş tatlı huzuru? Hele sevdalıysanız, etekleriniz uçuşurken Moda yollarında veya o ağacın altında kulağınıza fısıldanacak bir çift sevdalı söz aşkınızı tazelerken, ruhunuza, gönlünüze nasıl da keyif verir. Çamlıca’ya doğru devam etmeli yolculuğunuz, bütün İstanbul ayağınızın altında taze koparılmış kır çiçeklerinden belki de taç yapar saçlarınıza.

Sonra Aşiyan’da erguvanların güzelliğine bir kez daha âşık olarak yürümelisiniz. Çırağan yolunda ıhlamur ağaçlarının kokusu mest etmeli ruhunuzu. Cadde Bostan’da ise akasyaların çiçeklendiğini görünce dayanamaz yatarsınız ağaçların altına, çimenlerle kucaklaşırsınız mis gibi ve gözleriniz asılı kalır akasya ağacının dallarına, çiçeklerine. Nasıl da işveli ve cilveli salınırlar bir görseniz… Vurulursunuz o nazenin akasya ağaçlarına ve sevdalınıza daha bir sıkı sarılırsınız… Ya da mazi gelip oturuverir gözlerinize, yad edersiniz içli içli geçmiş zamanı, kâh gülümser, kâh hüzünlenirsiniz.

İstanbul olmak istersiniz

Hani İstanbul ya burası, yıldızlar bir başka parlar gecesinde. Denizi bir başka berrak, havası pırıltılı, güneşi sıcak, çiçekleri mis kokulu… Buram buram aşk, özgürlük, insanlık… En önemlisi tarih kokar İstanbul. Kalabalık içinde yalnızlığın kitabını yazarsınız. Şair olmanıza gerek yok, İstanbul’u bir kere koklayıp soluduğunuzda, ilham perileri uçuşur yüreğinizde. Zira İstanbul, bin bir gece masallarını kıskandıracak kadar renkli, alımlı ve hayal gibi efsunludur.

Hiçbir şehir için bu kadar çok şiir yazılmamış, şarkı bestelenmemiştir. İstanbul hikâyeleri öylesine gökkuşağı tadında ve ahenklidir ki İstanbul olmak istersiniz…

Hiçbir memlekete bu kadar methiye düzülmemiştir. Şimdilerde gökdelenler, İstanbul’umun manzarasını bozmaya çalışsa da ben, Süleymaniye Camii’nde dinlenip, Sultan Ahmet’te güvercinlerle hasbihal edip, Eyüp Camii’nde dua dua ruhumu dinlendirip, Pierre Loti’de gönlümü mis gibi demli çayla şımartıp Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri’nde huşu ile Yasin okumayı özledim.

Bazen öyle düşüyorsun ki aklıma, ağlatıcı sevinçlerim sende çoğalıyor, güldüren ıstıraplarım seninle kayboluyor, hayatımda iz bırakan acılarımı unutmamı fısıldıyor kulağıma senin denizinden esen rüzgârlar ve adeta “Unut! Unut ki bende mutlu olmanın hazzını yüreğinde bin misli hisset”  diyor bana.

Gecelerine şiir serpilen şehir

Ah İstanbul’um! Bilirim hiçbir şehre benzemezsin. Enbiyalar, evliyalar yatağısın. Ve sen, Peygamber (s.a.v) övgüsüne mazhar olansın: “Kostantiniyye muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” Bu yüzden belki de bu kadar gururlu, bir o kadar büyülü ve de eşsiz ve biraz da hüzünlüsün.

Aslında İstanbul’um seni, Üstat Necip Fazıl öyle dillendirmiş ki gelmiş, geçmiş ve gelecek şair ve yazarların sana ait bütün kelimelerini toplayıp yüreği ve ruhuyla özenle yoğurup yıldız yıldız serpmiş senin gecelerine...

“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar,/ Onu ‘İstanbul’ diye toprağa kondurmuşlar./ İçimde tüten bir şey, hava, renk, eda, iklim;/ O benim zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim./ Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur,/ Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur./ Denizle toprak, yalnız onda ermiş visâle/ Ve kavuşmuş rüyalar onda, onda misale…/ İstanbul benim canım,/ Vatanım da vatanım...”

Canımın parçası İstanbul! Yakında “Ver elini!” diyecek ve sana döneceğim. Gecenin sükûnunda, yalnızlığımın yegâne dostu kahvemi yudumlarken seni dinleyip seninle muhabbet edeceğim. Usul usul, kimseyi uyandırmadan, seherde ruhuma inşirah veren Ezan-ı Muhammedî yankılanırken kulaklarımda, yüreğim titreyecek sevinç ve huzurla ve gözlerimden süzülen yaşlarım, Rabbime olan şükrümü dillendirecek… Ben, vatanımda olmanın derin huzuruyla, sevdiğim yerde olacağım inşallah…