Yunanlılar, bir kere daha papazı bulmanın eşiğinde

Ne yapalım, akacak kan damarda durmaz. Gereken neyse yapılır. Ancak Çavuşoğlu’nun sözlerini tekrar hatırlatalım: “Başkaları size silah satar, biz çözüm üretiriz.” Yine anlamakta zorlanır ve işi yokuşa sürerlerse, biz o yokuşların ustasıyız. Bunu da not düşelim şuracığa... Savaş yanlısı değiliz ama bizi savaşla korkutamazlar. Arkalarına altı düvel daha alsalar, işe yaramaz. Tekrar papazı bulduklarında “Aaa, yine papaz çıktı karşımıza” demesinler.

YUNANİSTAN on dördüncü asırdan itibaren, dört yüz yıl kadar Osmanlı egemenliğinde kaldı. Balkanlar, Rumeli, Trakya dediğimiz o topraklar, İstanbul’dan önce fethedildi. Yüzlerce yıl bir arada yaşadık. Aklı başında Yunanlılar, “Osmanlı olmasaydı, ne Yunanca kalırdı, ne Yunan” diyebilmektedir. (Aynı durum, diğerleri için de geçerli.) 

Onların arasında akademisyenler, rahipler ve nadir de olsa siyasetçiler bulunuyor. 

Baskıcı bir yönetim olsaydı, bir avuç Yunan, yüzlerce yıl içinde erir giderdi. Ortada ne dil kalırdı, ne kendine “Helen” diyenler... 

Dünyanın başka yerlerinde, hüküm sürdükleri topraklarda, yerli halka zulmeden, onlara dilini unutturan, kimliklerini ezip buruşturan ve çöpe atan sömürgeci devletlerin etkileri bugün bile devam etmektedir.

Silindir gibi ezici davranan ve o toprakların altını üstünü sömürmekle yetinmeyip ülkenin yarısını diğer yarısına kırdıran emperyalistlerin, bugün bize söyleyebilecek tek cümlesi yoktur. 

Kuzey Afrika’da kurdukları baskıcı yönetimlerle insanlara kendi dillerini unutturan ve Fransızca konuşmak zorunda bırakanlar, bir başka yerde İngilizceyi mecbur tutanlar, bizim niye onlar gibi davranmadığımızı bile anlamazlar. 

Bugün dünyanın neresinde olursa olsun, zorda kalan insanlara karşılıksız yardım etmemizi anlamadıkları gibi… 

“Nasıl yani” diye bakıyor ve hayretle soruyorlar: “Herhangi bir menfaat beklemeksizin mi yapıyorsunuz bu yardımları? İyi de niye?” 

Böyle düşünenlerle karşılaştığımızda, nereden başlamalı? Ne kadar evvelden almak uygundur? 

“Bak şimdi… Ergenekon’dan çıktığımızda…” 

“Çöle bir nur indiğinde…” 

“Anadolu’ya geldiğimizde…” 

Yoksa dünyanın oluşumundan mı açmalı sözü? 

İstediğiniz kadar evvelden alın, istediğiniz kadar tane tane anlatın; emin olun ki tam olarak idrak etmekte zorlanır çoğu. 

Arada tek tük çıkar “Haa…” diyen... 

*

Yüzlerce yıl bir arada yaşadığımız ve hiçbir zaman silip yok etmeyi düşünmediğimiz toplumlar, az çok bizi tanıdı. 

Huyumuzu suyumuzu gördüler. 

Vergisini verenin ne dinine karıştık, ne diline. Geleneklerini yaşadılar, istedikleri gibi ibadet ettiler. Kendi yönetimlerinden daha âdil bir düzen içinde kaldılar asırlarca. 

Dünyanın başka bir yerinde görülmemiş derecede hoşgörüye muhatap oldular. 

Atalarımız, târihin hiçbir döneminde emperyalist olmadı. 

O yüzden insaf sâhibi târihçiler, “Osmanlı İmparatorluğu” denilmesine karşı çıkar, “Osmanlı Devleti” tabirini kullanmayı tercih ve tavsiye ederler. 

Asırları bir arada geçirdiğimiz Yunanlılar arasından biri, şöyle bir soru ile karşımıza çıkmış: 

“Siz Türkler, niye aradığınız bir şeyi hep en son baktığınız yerde bulursunuz?” 

Bizimki de cevabı yapıştırmış: “Siz Yunanlılar, aradığınız bir şeyi bulduktan sonra, aramaya devam eder misiniz?” 

Şömiz ciltli kapak derler buna. Normal şartlarda, her insan aradığını bulunca, aramayı bırakır. Fakat Yunanlılar öyle değil. Gerçekten değil. 

Kaç defa papazı buldular, hâlâ aramaya devam ediyorlar. 

*

İzmir’de denize döküldüklerini her seferinde hatırlatmak gerekiyor. Kıbrıs’ta yaşananları her seferinde önlerine sermek gerekiyor. İnsanlık nedir, vicdan nedir, dürüstlük nedir, hak hukuk nedir, her karşılaşmada tek tek anlatmak gerekiyor. 

Anlıyorlar mı? Ne gezer! Nato kafa, nato mermer… 

Denizdeki göçmen botlarını sivri uçlu demirlerle delmekten vazgeçmiyorlar. Kamplarda yangın çıkarıyorlar. Ateş ediyorlar. 

Mülteci, göçmen, sığınmacı her ne denirse fark etmez, karşılarına çıkan yabancıları soyup soğana çeviriyorlar. Paralarını, telefonlarını, yüzük bilezik ne varsa hepsini alıp denize atıyorlar. 

Yıllardır tavırları değişmedi. Şimdi bir de elbiselerini çıkartıp ellerine plastik kelepçe takıyor ve o hâlde denize atıyorlar. Çıplak ve savunmasız… Her biri yüzücü olsa dayanamaz. 

Biz ise her birine insanca muamele ediyoruz. Çadır kentler kuruyor, kucak açıyoruz. İhtiyaçlarını karşılıyoruz. Sınırımız dışında evler yapıyoruz. 

Yaptıklarımızı gören Avrupalılar, istisnasız takdirlerini bildiriyor. Aman gözünüzü sevelim, ne olur böyle devam edin, sakın sınırlarınızı açıp da bize doğru göndermeyin diye övgüler yağdırıyorlar. 

Masraflara katılmak için sözler veriyor ve sonra verdikleri sözü unutuyorlar. 

Çok unutkan millet şu Avrupalılar. 

*

Yunan keferesi, nice zamandır anlaşmalara aykırı olarak burnumuzun dibindeki adaları silahlandırıyor. 

Aramızdaki denizin tamamına hâkim olma iddiasındalar. 

Dedik ya… 

Papazı buldukları hâlde, yine aramaya devam ediyorlar. Bir de gelip Ankara’da efelenmeye yelteniyorlar. 

Bakan sıfatıyla gelmiş, içeride yapılan toplantı sırasında makul davranmış… Ancak basın önüne çıktığı vakit, saçma sapan konuşmaya başlamış. 

Hak ettiği cevabı Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu verdi ama anladı mı dersiniz? 

Yiyecek ekmeği, içecek ayranı yok, iflasın eşiğini çoktan aşmış, buna rağmen aşırı ölçüde silahlanmak için çabalıyor Yunanistan. 

Ne yapalım, akacak kan damarda durmaz. Gereken neyse yapılır. Ancak Çavuşoğlu’nun sözlerini tekrar hatırlatalım: “Başkaları size silah satar, biz çözüm üretiriz.” 

Yine anlamakta zorlanır ve işi yokuşa sürerlerse, biz o yokuşların ustasıyız. Bunu da not düşelim şuracığa... 

Savaş yanlısı değiliz ama bizi savaşla korkutamazlar. Arkalarına altı düvel daha alsalar, işe yaramaz. 

Tekrar papazı bulduklarında “Aaa, yine papaz çıktı karşımıza” demesinler. 

O zaman, kalemle çizgiyi nereden çizeceğimizi konuşuruz.