KALP, göz ile bu
dünyaya yansır. Hekimler, ne tür hastalık olursa olsun, göze bakmayı müphem
bırakmazlar. Bilim de aklın gözüdür. Kullanımı ya da modası geçmiş akıl olmaz.
İnsanın uzuvları arasında kulak ve burun sürekli olarak büyürken, gözün hayat
boyu değişmez kalması manidardır. Zekâ ve akıl ise işlendikçe parlayan birer
cevherdir.
İnsan
aklının, hayâllerinin ve duygularının paramparça olup intihara kadar giden yol,
bir ömür aldatılmış olmasını anladığında gerçekleşir. Bir kişinin veya toplumun
kandırılmaması, akıl gözü ile olaylara nüfuz etmesinden geçer.
Nüfuz
derinliği en yüksek bilimleri sanat eserlerindeki mânâ, sosyoloji ve fizik
olarak düşünmek çok hatalı olmaz. Zira fizik, atom altı dünyadan galaksilere kadar
çok geniş bir yelpazenin burcuna bayrağı dikmiş bir bilimdir. Sanat, son ayna
olarak flu görüntüyü ortadan kaldırır. Sosyoloji ise kuantum ile barışmadıkça
belli çerçevede kalmaya devam edecektir. Ancak toplum ve birliktelik açısından
Newton görüşüne dayalı olması nedeniyle doğru bilimsel verilere öncülük eder.
En
geniş burçlara bayrağı dikmiş olan fizik biliminin atom altından galaksilere
kadar söz sahibi olması, fikir ve mânâ âlemlerine dair müracaatı gerekli
kılıyor. Elektronun hâlinden bir ışık tanesi olan fotona dair söz söyleyip
kayıt altına alınabilen verileri hayata yansıtmak, bireysel davranışlara
öncülük eder. Galaksilere kadar giden geniş yelpazede ise dinamik makro ölçek
müracaat merkezidir.
Berlin’in
yerle bir olmuşken günümüzde örnek şehirlerden gösterilmesinin en birinci
nedeni, konusunda uzman doktoralı elemanların sözlerinin dinlenir ve bunlara
müracaat edilir olmasıdır. Günümüzde de doktora (PhD) unvanına sahip olan
bireylerin, açıklayabildikleri konularla ilgili her arenada fikir beyan etmelerinin
önünde bir engel bulunmamaktadır.
Bağımsızlığın
önünde engel görmeyen, şehitlik ve gazilik gibi kutsal değerleri sonuna kadar
en zirvede taşıyan bu aziz millet, her dönem dönüştürülmeye muhtaç bir toplum
olarak görülmüştür. Batılı Haçlı zihniyeti, 1720 yılından itibaren fiilen bu
işe soyunmuştur. Osmanlı döneminde her 20 yılda bir Yunanlar bu aziz millete
saldırmıştır. Her 20 yılda yeni gençlik yetiştirip saldırıya geçmişlerdir.
Irak
ve Suriye’nin kuzeyinde terör devleti kurma çabası, Ukrayna’ya Putin’in
saldırması ve Yunanistan olayında tek bir amaç vardır: Irak ve Suriye’nin
kuzeyindeki terör devletinin hedefi, 1720’de, Sevr’de ve 15 Temmuz’da bu
milletin önüne konuldu. Ukrayna üzerinden Türkiye savaşa sokulmak istendi. Şimdilerde
ABD, NATO ve AB üzerinden işgal edilen Yunanistan, karadelikten kurtulmak için
Türkiye’ye diş gösteriyor.
Yunanistan
üzerinden bir plân iddiasında olmayan aziz ülkemiz, Cumhuriyet dönemindeki en
son darbe girişimi olan 15 Temmuz püskürtmesiyle ABD, NATO ve AB’nin hedef ülke
sıralamasında ilk sırada yer almaktadır. Kendi çarkını çeviren Türkiye, Batılılar
tarafından sevilmiyor ki onlar, ne olursa olsun, “darbe” olsun istiyorlar. Bu
hedef ve amaçlarından hiç vazgeçmediler, vazgeçmiyorlar, vazgeçmeyecekler.
Yunanistan’ı
işgal eden ABD, Fransa ve Almanya, ekonomik çıkmazdan kurtulma peşindedir.
Bunun içinde Yunanistan’ı fiilen ve ekonomik açıdan işgal etmiş durumdalar.
Fransa’dan
alınan Rafale savaş uçakları Yunanistan’ın boğazını sıktı. Gelirlerinin iki
katı kadar borcun içinde olan Yunanistan ekonomisi küçülürken, Almanya sıkboğaz
yapıp ekonomik işgali sağladı. ABD zaten fiilen Yunanistan’ı askerî üs hâline
getirdi. Bunların tek bir nedeni vardır: Irak ve Suriye’den sıkıştıramadıkları,
Gezi Olayları ve 15 Temmuz’da başaramadıkları, Karabağ’da yenemedikleri aziz
Türkiye’yi 1071 öncesine geri gönderme plânı... Eğer durum bu şekilde
anlaşılamıyor ise, lütfen bu yazı okunmasın!
Türkiye,
tam olarak Yunanistan’ın idraksiz idarecileri üzerinden plânlı bir şekilde
sıcak savaşa çekilmek isteniyor. İlk plânları savunma sanayiini durdurmak,
ikinci plânları içeride kendilerinden olanlara ipi teslim etmek ve nihayetinde
aziz Müslüman Türkleri 1071 öncesindeki topraklara göndermektir. 15 Temmuz’dan
üç dört ay öncesine bakılırsa, Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen turist sayısında
bir patlama olduğu görülür. Evet, atalarının ayrıldığı toprakları bir bir
ziyaret ettiler. Her deliğe girip çıktılar turist görünümlü hayâl kuranlar.
Aziz
Türkiye asla kendisine savaş açmayan bir toplulukla veya devletle savaşmaz. Ancak
bir olası kışkırtmaya karşı çok temkinli olmak gerekir. Zira kendi savaş
uçağını üretip en az 400-500 tanesini uçurmadıkça, uzayda üs kurmadıkça, savaşa
girilmemelidir. Aksi durumda teknoloji üretimi sonlanacaktır.
Afrika,
Senegal, Somali, Libya, Karabağ, Afganistan, Ukrayna, Irak ve Suriye dış
politikaları ABD, AB ve NATO’yu çileden çıkarmış durumdadır. Bunların
kafasındaki plân, ne olursa olsun, Türkiye’yi sıcak bir savaşa çekip ekonomik,
sosyolojik ve toplumsal açısından çökertmektir. Kendilerine göre yarım kalan 15
Temmuz plânlarını tamamlamak istiyorlar.
İçeriden
şiddetli bir destek bulduklarını ve çok tehlikeli oldukları sürekli yazılıp
çiziliyor. İşler gerçekten çok ciddî düzeye gelmiş durumda. Bir PKK’lı 9 yıl
dağda kalıyor, şehre inip FETÖ yanlısı oluyor, memurluk sınavına girip bir
kamuda işe giriyor… Daha ne olması gerekirdi? Şükür ki, 2017’de KHK ile ihraç
ediliyor. İşin daha da vahim tarafı, birileri KHK ile ihraç edilenlerin
affedilmesini söylüyor.
Gelinen
noktada çözüm açısından, sosyoloji, savunma, ekonomi ve eğitim ayağı olan
çetrefilli bir yol görünüyor. Toplum içinde çürükler deşifre edilerek
birliktelik sağlanmalıdır. Ekonominin bunca darboğazında bazı büyük bütçeli
inşaat projeleri ertelenmeli ve millet nefes almalıdır. Ekonomi milleti boğmak
üzeredir. İsrafın olduğu da bir gerçektir. Savunma sanayii ve eğitim şiddetli
bir şekilde desteklenmeli ve sağlam ayaklar üzerinde gidecek şekilde
çalışmalara devam edilmelidir.
Akademi dünyası, bu atılımlara katkı sağlayacak noktada doktora çalışmaları ve projeler açısından desteklenmelidir. Yeni nesil proje alanları açılmalı ve bu alanlarda akademi fırsata dâhil edilmelidir. Berlin’i yeniden inşâ eden konusunda uzman akademik personelin karşılığı Türkiye’de de var. Bunlar cidden değerlendirilmelidir. Zorunlu kalınmadıkça en az 20-30 yıl savaşa girilmemelidir.