Yükü ağırdır devin

Zihinsel ve bedensel potansiyellerin farkına varıp bunları nerede, ne zaman, nasıl ve ne şekilde kullanacağını bilmek, insana her zaman kazandırır.

“SEN bir devsin, yükü ağırdır devin/ Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin” diyor Üstad. Peki, yük nedir? Dimdik doğrulmak ve sevinmek mümkün müdür? İnsan olarak bu yüklerden kurtulmak mı, yoksa yükü taşımak mıdır gaye?

İnsan olarak sayısız yük taşırız. Çoğu zamansa taşıdığımız yüklerin farkında bile değiliz. “Yük” dediğimiz şey, tartılabilen veya ölçme değerlendirme kriterleri ile formüle edilebilen bir şey midir? Bu konuda her insan farklı şeyler söyler.

“Bir insanın en ağır yükü, gerçekleştiremediği potansiyelidir” der Schulz. İnsan, doğası gereği pek çok potansiyel güce sahiptir açığa çıkarılmasını bekleyen. Bu potansiyeli dilediği gibi gerektiği zaman ve mekânda kullanamaması pek çok insanın ortak derdidir. Günlük hayatta dahi istediği potansiyeli kullanamayan bir insanın bunu bir de kriz anında kullanması çok daha zorlaşmaktadır. Zira insanın potansiyel gücünü kullanamamasının nedenlerinin en başında çoğu zaman “gücünün farkında olmaması” veya “var olan gücü/potansiyeli nasıl kullanabileceğini bilmemesi” gelir.

Rutin hayatta gücünü bilmeyen, kendi potansiyelinin farkında olmayan, yetkinliklerinin yanı sıra bu özelliklerini eyleme nasıl dökeceğini bilmeyen birey, hayatın içinde pek çok zorlukla boğuşmaktadır. Bu süreç hem yaşam kalitesini etkilemekte, hem de krizle karşı karşıya kalınan son yıllarda insanlar bu krizlerle savaşmaktadır. Kriz yönetimi bu hususta oldukça önem arz etmektedir. Kriz anında en başlıca ihtiyaç “paniklemeden, sakin ve bilinçli şekilde krizi yönetmek” olduğuna göre, anda kalmanın gücü ve önemi oldukça hissedilmektedir.

Anda kalmanın gücü

Engellerle karşılaştığımız, üzüldüğümüz, kaygılandığımız ve problemler yaşadığımız günlerin olması gayet normaldir. Yaptığımız işler/çalışmalar her zaman yolunda gitmeyebilir. Kriz anlarında paniklemeden anda kalmak, anı yaşamak, mutlu olmak ve akışta kalmak, en çok ihtiyaç duyduğumuz yaklaşımlardandır. Anı yaşamak, içinde bulunulan her anın farkında olmak ve değerini bilmektir. Bu yaklaşım iç huzuru ve anın hazzını artırır. Kriz yönetiminde destek sunar.

Anda kalmak gerçek bir yetenektir ve aynı zamanda başarıdır. Kriz anında soğukkanlı olabilmek, çözüm odaklı olup duygulara kapılmadan eyleme geçebilmeyi içerir ve gerektirir. Çoğunlukla bir krizle karşı karşıya kalındığında paniğe kapılır, neyin nasıl, nerede, ne zaman yapılacağı şaşırılır, ayaklar birbirine dolanır. Bazen de daha ne olduğu anlaşılmadan olumsuz senaryolar yazılmaya/düşünülmeye başlanır.

Bir patlama sesi geldiğini düşünelim. Patlamanın ne olduğunu, nereden geldiğini anlamadan, kaynağını öğrenmeden panik içinde koşturmaya başlayanları görürüz çoğu zaman. Hatta o panikle belki uzaklaşması gereken bir ortama doğru koşanlara da şahit olmuşuzdur. Oysa o “an” soğukkanlı olup duygularını yönetebilen ve sesin nereden geldiğine odaklanmayı seçen bir kişi, paniğe kapılmadan, çözüm olarak ne yapması gerektiğini çok daha kısa sürede bulabilir. Paniğe kapılan kişilerse çoğunlukla yanlış sonuçlara varacaklardır. Zira anda kalabilen bir birey, sesin yakından mı, uzaktan mı geldiğine odaklanarak önce kendisinin güvenli ortamda olup olmadığının tespitini yapmaya çalışır. Bazen kaçmak yerine olduğumuz yerde durmanın daha güvenilir olduğunu söyleyebiliriz. Ve güvenli mekâna geçtikten sonra “Ne yapabilirim?” sorusuyla yardım çağırmanın (polis, ambulans gibi) yapılabilecek en öncelikli eylemlerden biri olduğu düşünülebilir. Ardından yapılabilecekleri hızla değerlendirip eyleme geçmek gerekir.

Ancak anda kalmayarak kriz sırasında çoğunlukla olumsuz senaryolar zihnimizi ele geçirir ve yapabileceklerimize odaklanmamızı engelleyerek paniğe kapılmamıza neden olarak yapabileceklerimizi gözümüzde büyütür. Oysa böyle bir kriz anında herkes polis ve ambulansı çağırabilecek güce sahiptir. Kim bilir, belki de sadece diğer odada balonla oynayan çocuğumuzun balonu patlatma sesiydi gelen. (Hafife almayın, balon sesini duyunca panikleyenler de olabiliyor.)

Sınavla ilgili panikleyenlerse sınavı düşünerek kaygılanan öğrencilerle konuştuğumda en sık karşılaştığım vakalar. Onların anda kalamadıklarını görüyorum. Keza zihinsel bir canlandırmada öğrenciye gözlerini kapatmasını ve sınavı düşünmesini istiyorum. Yıllarca öğrencilerle çalışan biri olarak bu zamana kadar rahatlıkla söyleyebilirim ki, öğrencilerden aldığım cevap, “Kendimi sınavda görüyorum” şeklinde oluyor. Peki, öğrenci gerçekten o “an” sınavda mı? Hayır! Anda kalabilse, yapması gerekenlere, konu eksikliklerini tamamlamaya, deneme çözmeye, ders çalışmaya rahatlıkla odaklanabilecek. Ancak sınava daha bir dönem olup bir de konu eksikleri mevcutken, kendini sınavda görürse o sınavı verebildiğini mi görecek, yoksa “Eyvah! Bilmediğim konular var, onlara dair soruları yapamıyorum” şeklinde mi görecektir? İşte bu durumda öğrencilerle yaptığımız an odaklanması çalışmasını sağlayan terapilerle öğrenciden bu baskıyı ortadan kaldırıp veya en aza indirip çalışmasını kolaylaştırıyoruz.

Gücünü ve sınırlarını bil

Albert Einstein şöyle demiştir: “Herkes birer dâhidir. Ama siz bir balığı ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, balık tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirir.”

Gerçekte ise balığın mizacında tırmanmak olmasa da ağaca tırmanmaya çalışan bir balık, sadece tırmanmada başarısız olur. Onun başarısını göstermesi için denizlerin, göllerin içinde olması gerekir. Fasulyeden kek, brokoliden baklava yapmaya çalışmak gibidir sınırlarını ve gücünü bilmeyen birinin emekleri.

Doğum anında yaşanan bir komplikasyon nedeniyle bedeninde oluşan kısmî engele sahip bir öğrencim vardı yıllar önce. Kendisiyle çalışırken, öğrencim, hayâlinin ve hedefinin subay olmak olduğunu söylemişti. Elbette bunu istemesi gayet doğal ve güzel. Ancak öğrencimle konuşurken, yolda yürürken bile zorlandığını, koşamadığını fark ettirmeye çalıştım. İlk başlarda çok üzülmüştü ancak sınırlarını ve gücünü keşfetmiş biri olarak var olan bu isteğini nasıl dönüştürebileceği üzerine yoğunlaşmaya başladık. Öğrencimin hayâliydi asker olmak, o hâlde ne yapabileceğine odaklanmasını ve düşünmesini istedim. Ortaokuldayken gelen öğrencim, lise sınavında meslek lisesinde makine bölümünü seçti. Bitirdikten sonra savunma sanayiinde kendini geliştirip, “Asker olamıyorsam askerlerimiz için en iyi silahları üretmek için çalışacağım” diyerek şimdi bu alanda başarılı çalışmalar sürdürüyor. Eğer gerçeğiyle yüzleşmeseydi, daha ilkokuldan itibaren belki farklı bir okula giderek, farklı yollar izleyerek, hayâline kavuşmak için boş yere kürek sallayacaktı. Ancak erken yaşlarda kendisiyle yüzleşerek var olan potansiyelini keşfetti ve o doğrultuda kendinden emin adımlar atarak bugün kendisinin de mutlu olduğu bir alanda çalışmalara imza atıyor. Ve henüz 20’li yaşların başında…

Zihinsel ve bedensel potansiyellerin farkına varıp bunları nerede, ne zaman, nasıl ve ne şekilde kullanacağını bilmek, insana her zaman kazandırır.

Kriz yönetimini öğren

Hayat risk ve sürprizlerle dolu. Nerede, ne zaman, neyle karşılaşacağımız belli değil. Hayatta kalmanın ve güçlü olmanın temel basamaklarından biri de her an farklı durumlara hazır olmaktan geçiyor.

Kriz yönetimi, genelde kurumsal organizasyonlar ve örgütlenmeler bazında etkili bir argüman olarak görülür. Fakat unuttuğumuz gerçekle tam olarak kişisel hayatımız ve çevremizdeki krizleri yönetmek ve üstesinden gelmek noktasında kriz yönetimine başvururuz. Kişisel ve sosyal hayatta yaşadığımız krizlerin üstesinden gelmenin yolu ise belirli unsurları keşfetmekten geçiyor.

“Kriz” denildiğinde çoğunlukla geniş kitleler, kurumsal firmalar gibi daha büyük çaplı düşünülür. Oysa hayatın içinde büyük çaplı krizler olduğu gibi küçük çaplı krizler de oldukça önem arz etmekte. Zira küçük krizler ilk zamanlarda fazla önemsenmez ancak zamanla büyüyebilir ve kişiyi zor durumlara itebilir. Kendisinden ve/veya çekirdek aileden ibaret olan bir birey, yaşadığı krizlerle baş etmeyi öğrenemeden daha geniş kitlelerin olduğu kurumsal veya toplumsal krizlerle nasıl baş edebilir?

Birey hayata “aile” denilen küçük çaplı kurumlarda hazırlanır. Dolayısıyla burada kendisiyle, birlikte yaşadığı kişilerle ilgili krizlerle yüzleşerek, onlarla başa çıkmayı öğrenir veya bu öğretilir. Birey büyüdükçe toplumsal ve iş hayatına girince de kurumsal krizlerle karşılaşabilmektedir. Böyle durumlarda kendi yaşam tecrübesinden öğrendiği krizle başa çıkma yöntemlerini daha geniş kitlelerin olduğu ortamlarda uygulamaya çalışır veya uygular. Elbette aile içinde yaşanan krizlerle daha geniş kitleleri etkileyen krizlerin yönetimi bir değildir, ancak ailede öğrenilen yönetim bir temel oluşturur. Bu sebeple gerek bireysel, gerek profesyonel hayatımız için kriz yönetimini öğrenmeli veya profesyonel destek almalıyız.

Her düşüş yeni yükselişlere gebedir

Bazen başarısız olur, üzülürüz. Çalışmalarımızın karşılığını alamayız, beklentilerimiz gerçekleşmez. Her zaman istediğimizi elde edemeyiz; bazen her şey yolundayken bir anda karmakarışık hâle gelebilir. Şu bir gerçek ki, çıkış olmadan iniş olmaz. Eğer bir iniş, düşme veya kayıp varsa, bu belirli bir düzeyde yükseldiğinizi gösterir. Başınıza olumsuz bir şey geldiğinde peşinden olumlu bir durum sizi bekliyor, unutmayın.

Kalp grafiğini gözünüzde canlandırın. Yaşam belirtimizi gösteren çizgilerin iniş çıkışları bizi mutlu ediyor. Zira dümdüz bir çizgi olduğunda “El-Fatiha” deriz. Hayatın içinde de iniş çıkışlar bunun gibi gayet doğal ve olması gereken şekilde. Dümdüz ilerleyen, mücadele gerektirmeyen bir hayat düşünün. Her şey ayağınıza geliyor, yemek yemek için bile elinizi kaldırmaya gerek yok. Dümdüz ilerleyen bir zaman… Bitkisel yaşam gibi, değil mi? Hayatı anlamlı kılan, o iniş çıkışlar.

Bazen öyle sert düşer, öyle bir ah çekeriz ki neye uğradığımızı şaşırırız. Çok canımızı acıtmıştır bu düşüş. Ama oturup bu düşüşün nedenlerini, olabilecekleri, yapmamız gerekenleri düşündüğümüzde bizi yukarı çeken nedenleri de bulur, bu doğrultuda mücadelemizi sürdürürüz. Yükselişlere şükrettiren inişleri düşünün. “Ben bu zorluğu görmeseydim bugünlere gelmek için mücadele etmezdim” diyenlere çokça şahit oluruz.

“Hayatımın inişi…” olarak değerlendirdiğiniz bir olayı düşünün. Neler yaşamıştınız? Ne hissetmiştiniz? Peki, sonrasında neler olmuştu? Hatırlayalım: “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır…

Krizler ve krizleri oluşturan ortamlar, oluşumun doğası gereği telâfisi mümkün olmayan olumsuz sonuçlar da doğurabilir. Bizse kendimizi ve yeteneklerimizi tanıyarak, potansiyel yetenek ve becerilerimizi geliştirerek, zihinsel ve duygusal olarak güçlenerek krizleri yönetebiliriz.