
TOPLUMSAL yönetim var olduğu günden beri, insanoğlunun belli formaliteleri ve sistemsel düzenleri, ister yazılı, ister sözlü yasaları uygulaması için yöneticilerin yanına yeni bir sınıf eklenmiştir. Tarihî süreçlerde farklı isimlerle anılmış ve çeşitli kalıplara sokulmuş olmasına rağmen ortaya çıkan ve modern zamanlarda şekillenen bu isim, bürokrasidir.
Bürokrasi konusunda farklı yaklaşımlar mevcuttur. Devletleri idare eden seçilmişlerin/iktidar sahiplerinin yönetim anlayışlarına göre değişkenlik göstermesi nedeniyle bu yaklaşımları tanımlama meselesi de uç noktalara ulaşabilmektedir. “İşleri formaliteye boğmak, yasaları engelleyici, kuralların ardına sığınarak ilgisiz kalmak veya işleri uzatarak dolambaçlı yollara sokmak” olarak tanımlayan da vardır, “kapitalist düzenin kendisine sağladığı ayrıcalıkları olan ve iktidar yapısını koruyan bir sistem” olarak tanımlayan da mevcuttur. Akademik mânâda Weber, “iş bölümü, otorite hiyerarşisi, yazılı kurallar ve disipline olmuş ilkeleri bulunan bir örgüt ve yönetim biçimi” olarak ele almıştır.
Bu yaklaşımların her birinin devlet sistemlerine ve yönetim biçimlerine göre doğruluk payı vardır. Altı asır dünyaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu’nda bürokrasinin, daha sistemli ve kendi içinde dallara ayrılmış, devlet yönetiminde ciddî bir yeri olan dört farklı bölüm hâlinde geliştiği görülmektedir. İmparatorluğun bürokratik dönüşümü, tarihçilerin ortak fikriyle Fatih Sultan Mehmet Han dönemi olarak kabul edilir. Devleti imparatorluğa çeviren Fatih, bu değişimi devlet içindeki düzenlemeyle ateşlemiştir.
İlmiye, Mülkiye, Seyfiye ve Kalemiye, bürokrasinin temelidir. Yasalara sıkı sıkıya bağlı olan, eğitimini almış, işi ehline verme kaidesine yani liyakat ilkesi esas alınmış bu sistem, asırlarca İmparatorluğun halkına hizmet etmesini sağlamıştır.
Kısaca bahsetmek gerekirse, İlmiye din, yargı, eğitim ve belediye hizmetlerini yürüten memurları kapsar. Mülkiye sadrazam, vezir, beylerbeyi ve sancakbeyi gibi üst düzey kamu hizmetlerini temsil eder. Seyfiye üst düzey askerî heyet dışındaki askerî personeli temsil eder. Kalemiye devletin kayıt ve yazışma işlerini yürüten bürokrasi sınıfını temsil eder.
İmparatorluğun görkemli zamanlarında bürokratik olarak normalin ötesinde pek sorun yaşanmamıştır. Lâkin gerileme ve yıkılma dönemlerinde, her alanda olduğu gibi bu alanda da bozulmalar, kişisel ihtiraslar ve hizmetlerin liyakat esasında gevşemeler görülmektedir. Değişen dünyanın politika ve güç dengelerinde önemli bir coğrafyada olması nedeniyle büyük devletler, Osmanlı İmparatorluğu içinde daha etkin olabilmenin yollarını aramış, bu yolu genellikle bürokraside bulmuşlardır. Belli dönemlerde Osmanlı bürokrasisi içerisinde çeşitli devletlerin ağırlığının arttığı görülmektedir. Bunu en çok Sultan İkinci Abdülhamid Han döneminde görebilmekteyiz. Sultan’ın hatıralarında dahi rastladığımız bazı olaylar, devlet bürokrasisinde dış mihrakların ne denli etkin olduklarını gözler önüne serer. Nitekim Sultan’ın yalnızlığı bugünlerde de konuşulan ve kabul edilen önemli detaylar arasındadır. İncelendiğinde, Osmanlı milletleri içinde üst düzey yönetimlere kadar yükselmiş ne çok kişinin, aslında sadece etnik köken olarak değil, ideolojik mânâda da devlete sırt dönmüş olduğu gerek resmî arşiv, gerek hatırat kayıtlarında mevcuttur.
Devlet kademelerinin en üst düzeyinde bulunan kişilerin devletine olan inançlarında veya sadakatlerinde boşluk olması bir devletin ilerleyememesi için yeterliyken, Osmanlı’da bu durumun Sultan Abdülhamid Han sonrasında hızlı bir çöküşe kapı araladığı aşikârdır. Öyle ya, alınacak kararları önceden bilen başkaları bulunup karar alma yetkisini kullanan meclislerde devlet yönetiminden çok mevcut duruma göre hareket edilmesi söz konusu olursa, yöneticilerin liyakatli olması da kötüye giden durumu kurtaramayacaktır.
Cumhuriyet ile yeni bir yola giren Devletimiz, daha modern sistemleri örnek alarak bürokrasiyi şekillendirmenin gayretine girmiştir. Elbette değişen çağa uyum sağlamak ve gelecek asırlara yeni kurulmuş genç Cumhuriyet’i taşımak için yalnızca İstiklâl Harbi’ni kazanmak yeterli değildir. İyi yönetimlerin olmasını iyi ve sistemli bir bürokrasi ile süslemek, devlet çarklarını günün şartlarına göre değil geleceğe göre şekillendirmek büyük bir ihtiyaçtır.
Belli dönemlerde Devletimiz içerisinde bürokratik değişimler, bozulmalar ve gevşemeler olmuştur. Bu durum kısa sürede doğrudan halkına hizmet etmesi gereken Devlet’in atacağı adımlara yansımıştır. Yine zaman içinde bürokrasi bünyesinde farklı güç ve büyük devletlerin etkinliği artmaya başlamıştır. Bazı devletlere hoş görünmek uğruna ya da onları memnun etmek adına görevlerini suiistimal edenler olmuştur. Millî silah üreten Devletimizin bilgilerini para karşılığında başka devletlere vermeyi düşünen bürokrat örneklerini unutmadık. FETÖ yapılanmasının devlet kademelerinin hemen hemen her alanında olduğu, Devlet’in neredeyse tüm dişlilerine sirayet ettiği de henüz gündemdeki yerini kaybetmiş değildir.
Devletin karşısında olan örgüt veya güçlerle iş birliği yapmaz. Onun için esas olan devlettir ve görevidir. Seçilmişlerle aynı ideolojiyi taşıması gerekmez. Lâkin aynı işi yapmakla mükelleftir.
Millî bürokrasiye duyulan ihtiyaç
Millî olabilmek için “ben” değil “Devlet” öncelikli olunduğunu bahsetmeye herhâlde lüzum yoktur. Lâkin yirmi yıllık iktidar bile onca emeğe ve hizmete karşın, tüm çaba ve mücadeleye rağmen içimizdeki art niyetli düşünceyi temizlemekte zorlanmış ve onlara karşı büyük bir mücadele vermişti.
Devam eden bu mücadele, aslında bu Devlet’in var olma meselesiyle birlikte küresel aktör olma yolundaki kutlu yürüyüşüne köstek olma gayreti taşımaktadır. Devlet olarak gelişimin önünü açmış, her türlü imkânı sunmuş, ar-ge için büyük kaynaklar ayırmış ve bugün havadan karaya, denizden uzaya hemen hemen her alanda büyük bir ivme kazanılmıştır. Lâkin bazı çevreler bu ivmenin önüne set olma gayretiyle sürekli pusuda beklemektedir. Kimi İHA, SİHA’yı eleştirirken, Kimi TOGG’u küçümsemeye çalıştı. Kimi KAAN’a ve Kızılelma’ya “Dayı balın çam kokuyor” demeye çalıştı, kimi sondaj gemilerine “Gösteriş” dedi. Nihayetinde bu çevreler kabuk değiştirse bile hiç bitmediler.
Devletlerin var olması milletin devletine bağlılığı, güveni, sadakati ve gerektiğinde ona kol kanat germesiyle mümkündür. Avrupa devletlerindeki sistemler bu noktada kötü örnek teşkil etmezler. İncelendiğinde, seçim sonuçları ne olursa olsun, seçilen kim olursa olsun, bürokrasi işini yapmakla görevlidir ve görevinden geri kalmaz. A partisi kazandığında B partili üst düzey bürokrat, devlete ihanet sayılacak eylemlere girmez. Devletin karşısında olan örgüt veya güçlerle iş birliği yapmaz. Onun için esas olan devlettir ve görevidir. Seçilmişlerle aynı ideolojiyi taşıması gerekmez. Lâkin aynı işi yapmakla mükelleftir. Merhum İstiklâl Şairimizin ifade ettiği “İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi” cümlesi, bu durumu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Ülkemizde bu durum ne yazık ki Avrupa sistemlerinden biraz farklı çalışıyor. Bürokraside bulunanların ideolojik fikirleri, bazen alınan kararların uygulanmasına engel teşkil edebiliyor. Ülkemiz için bekâ meselesi olan konularda da, halka ulaştırılması gereken hizmet alanlarında da buna örneklemeler ne yazık ki mevcuttur. Bu sapma, toplumların karakteristik özelliklerinde farklılıklar olmasıyla açıklanabilecek bir durum değildir. Daha derin bir düşüncenin etkisi olduğuna inanıyorum. Hatırlanacağı üzere, yakın geçmişte İstihbarat Teşkilatımızın yaptığı operasyonlarda casus oldukları tespit olunan kişilerin eşkâl ve işleri incelendiğinde ortaya çıkan sonuç korkunçtur. Tüm bunlara rağmen ve iktidarın bunca engelleme ve köstek olma politikalarına karşın hedeflerinden vazgeçmeden ilerleyebilmesi ciddî bir inanç ve büyük bir gayenin eseridir.
Milletimiz tercihi ile yeterince açık bir mesaj vermiş görünüyor. Bu tercih etraflıca düşünülmelidir. Devletine her daim sahip çıkan milletimizin feraseti şaşmaz bir şekilde yine Devlet’in yanındadır.
Bürokrasi içerisinde mutlaka bazı sapmalar olacaktır. Kişilere veya değişen zamanın sistemlerine bağlı olarak eksiklikler ortaya çıkması muhtemeldir. Devlet’in karar alıcı organlarının bu duruma müdahale etmek ve yetmediği yerde sistemleri güçlendirmek için yasaları güncellemeleri tabiîdir. Lâkin fikirsel platformlarda bürokrasinin Devlet’in çalışmasına ve ilerlemesine ideolojik olarak yaklaşması kabul edilemez. İdeoloji siyasetin işidir, siyaset ise halk içindir. Esas olan millettir. Bürokrasinin görevi, milletin tarihî ve dinî amaçlarına uygun olarak yasal görevleri ifa etmektir.
Geçmişten günümüze süreçler takip edildiğinde, devletin yaşam çizgisinde bürokrasinin yeri tartışmasız büyüktür. Bir devlet sağlam temeller üzerine kurulmuş ve bürokrasisini o temeller üzerine inşâ etmişse, mutlaka yükseliş çizgisini yakalayacaktır. Bu çizgi çeşitli sebeplerden ötürü ağır ve yavaş olabilir ama mutlaka yükseliş olacaktır.
Ülkemiz bu noktada, son yıllarda daha sağlam temelleri olan bir yola girmiş ve bürokrasi bu anlamda gerçekten etkili olmuştur. Karar alıcıların izlediği istikrar ve kurumsal çalışmalar bu temelleri desteklemiş görünüyor. Nitekim her alanda atılan adımların bugün tüm dünyada ses getiriyor olması, bu istikrar ve kurumsal çalışmaların eseridir.
Ülkemizde yaşanan 31 Mart Yerel Seçimleri bu noktada önemlidir. Demokratik ortamda yapılan seçimlerin neticeleri yakın gelecekte görülmeye başlanacaktır. Mutlaka olumlu olumsuz fotoğraflar gelecektir lâkin devletin temel aldığı esaslar değişmediği müddetçe genel yükselişi durduracak bir etki olacağına inanmıyorum. Milletimiz tercihi ile yeterince açık bir mesaj vermiş görünüyor. Bu tercih etraflıca düşünülmelidir. Devletine her daim sahip çıkan milletimizin feraseti şaşmaz bir şekilde yine Devlet’in yanındadır. Önemli olan, kurumsal platformlarda Devlet’in işleyişi ve hedefleri doğrultusunda durmadan yürümesidir.
Bürokrasimizin millî hedefler çerçevesinde hareket ederek gelecek nesillere daha parlak bir zemin ve mefkûre hazırlayacağına olan inancım sabittir. Yetişen genç neslin yaklaşımları ve gösterdiği işaretler doğru değerlendirilirse, Devlet-Millet el ele, daha büyük ufuklara yürüneceğini düşünüyor, kıymetli okura esenlikler diliyorum.