“‘Kadın Hakk nurudur; ‘mahbub’ değil, o yaratıcıdır’ neredeyse
insan diyesi ki ‘Yaratılmış değil’…” (Mevlânâ)
***
AŞK, kutsal bir deneyimdir. Bu kutsal deneyimin başlangıç
noktası büyülenmedir. Büyülenen kişi, yüceliğe ulaşan kişidir. Aşk,
büyülenmeyle başlar ve doruk noktası fenafillahtır. Kadını erkeğin gözünde
yüceleştiren şey, işte bu büyülenmedir. Mistikler, “Bir kalp iki sevgi taşımaz”
derken işte bu büyülenmeye dikkat çekerler. Çünkü âşık olan kişinin gözü
sevgiliden başkasını görmez, onsuz kendini eksik ve yarım kabul eder. Kişinin o
büyülendiği varlığa ulaştığında mükemmelliğe erebileceğini düşünür. Bu nokta-i
nazardan bakıldığında aşkın kutsal olduğu görülür. Bu bağlamda yüce olan, aynı zamanda
kutsaldır…
Erkek ruhu savaşçı, kadın ruhu sevicidir. Erkek ruhu
günahkâr, kadın ruhu merhametli/yücedir. Erkeğin suç işledikten sonra kadın
kucağına koşması, o kucağın yüceliğinin işaretidir. Kadın kucağı hem günahı
emzirir, hem tövbeyi. Caniler suç ve günah duygusunu aşmak için kadına
koşarlar. Zira katil ve günahkârlar bu yüce kucakta merhamet arar ve ıstıraplarını
dindireceklerini sanırlar. Çünkü günahkâr/vahşi ruhlarını ancak bir kadın kucağında
teskin edeceklerine inanırlar. Kadının bir memesinden günah, diğer memesinden
merhamet sağılır. Dişilik ve annelik, yalnız kadın bedeninde müşahhaslaşır. Dişilik/güzellik
kışkırtıcı, annelik teskin edicidir. Kadının ulvi yönüyle yücelir, sufli yönüyle
bayağılaşır.
Aşk, gerçekte kendimizi tanımamızı ve ruhlarımızdaki
yaralarımızın iyileşmesini sağlar. “Âşık olduğumuz zaman hayatın gerçek
anlamını bir başka insanda bulduğumuza inanırız. En sonunda tamamlanmış
olduğumuzu, kendi eksik parçalarımızı bulduğumuzu duyumsarız. Bir anda
hayatımızda bütünlük duygusu oluşur ve bizi sıradanlıktan insanüstü bir varoluş
düzeyine çıkartan bir yoğunluk yaşanır.”[i] Bu
anlamda aşk, ruhumuzdaki yaraları iyileştirmek için girdiğimiz bir yoldur. Ama
bu yol, yaramızı iyileştirmek yerine daha da kanatır ve çektiğimiz acının
büyüklüğüyle kendimizi tanımamız orantılıdır. Yalnız aşkın büyüklüğüyle insan
olmanın büyüklüğü ölçülebilir. Ve insan, kendini ancak aşkla tanır, aşkla
keşfeder.
Aşk erkeğin yücelttiği kadında kendi parçasını
bulmasıdır. Zira “hayata anlam getiren
şeyler dişil niteliklerdir -kudreti sevgi ile yumuşatma, iç değer ve ilişkili
oluş, duygularımızı fark etme, dünyevi çevreye saygı, dünya güzelliklerinden
haz alma, iç bilgeliği arayış gibi- ve bu nitelikler elimizden alındığında
fazla bir anlam kalmaz, kılıç ve mızraklarımızla imparatorluklar kurarız ama
bunlar bize anlam ve amaç duygusu vermez”.[ii]
Aslında aşk, insanın vazgeçilmez bir parçasıdır. Bir
kadın ve erkekten yaratılan insan, hayatını idame ettirmek için yeniden bir
erkek veya kadına ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç, biyolojik olduğu kadar ruhsal bir
ihtiyaçtır. Olayın biyolojik yönünü cinsellik, ruhsal yönünü ise sevgi/aşk
tamamlar. “İnsan kafasının hiçbir yanı zıddı olmaksızın sağlıklı olamaz. Eril
zihin, öteki yarısı olan dişil ruh olmaksızın yaşamaya çalışırsa dengesiz,
hasta ve sonuçta zalim olur. Eril kudret olmadan duygu ise, sarsak bir
hassasiyet olmaktan kurtulamaz. İnsan doğasının bir yanı dengesiz bir derecede
büyürse, ruhta zorbalık oluşur. Tamamlayıcı zıddını bilinçdışına iter…”[iii]
Tarihteki tiranlara, krallara, hatta uçta dolaşan
sanatçıların hayatlarındaki delilik, zorbalık, hastalıkların temel nedeni, bu
dişil yanlarının eksik olmasıdır. Kadını sevilen kılan, erkek için yüce yapan
olgu işte budur!
Kadındaki yücelik
Aşk güzelliktir; güzelliğin cazip, kışkırtıcı ve
büyüleyici bir yönü vardır. Özellikle sanatçıların güzellik karşısında
çarpılmaları bu yüzdendir. Sanatçı estetik olanın peşinden koşar. Bu estetik
algılayışı hem sanat eserinde, hem de hayatta karşılığını bulmak ister. Mesela
Shakespeare sonelerinde sevgilisine seslenirken onun güzelliğini öyle yüceltir
ki adeta kendinden geçer. Daha sonra şöyle der: “Bu güzellik seninle birlikte
yok olup gitmesin! Gel, birlikte bu güzelliği bir başka bedende (çocukta)
geleceğe taşıyalım…” Shakespeare bu cümlesiyle aynı zamanda şunu demek ister: Aşk,
güzelliği çoğaltmaktır…
“Kadından daha fazla olan bir kadın, o kadar mükemmel
ve ilahi bir şeyin sembolüdür ki, fiziksel çekiciliğin çok ötesinde, aşkın çok
ötesinde, tapma duygusu veren bir tutku ilham eder.”[iv] Bizi
altüst eden duygulara baktığımızda, bunun sadece arkadaşlık ya da cinsel
çekicilik olmadığı gibi, çoğu kez dengeli evliliklerde ve ilişkilerde
gördüğümüz sakin, sadık, romantik olmayan aşk da olmadığını biliyoruz. Daha
fazla bir şey, daha değişik bir şey daha var: Âşık olduğumuz zaman
tamamlanmışlık duygusu yaşarız, sanki eksik bir parçamız bize geri verilmiştir;
hafiflik hissederiz, sanki birdenbire alıştığımız dünya düzeyinden yukarılara
kaldırılmışız gibi...
“Hayatta bir yoğunluk, görkem, coşkunluk ve aşkınlık
vardır. Romantik aşka özlem duyarız, çünkü aşkımızla kendimizden geçmeyi,
göklere yükselmeyi, hayatın temel anlamını ve doyumunu sevdiğimiz kişide
buluruz. Bütünlük duygusu ararız.”[v]
Kadın yücedir, çünkü erkeği kuşatıcı müthiş silahları
vardır; güzellik, cazibe, gözyaşı… Kadın bu özellikleriyle yalnızca erkeğin
hayatında yer almakla kalmaz, onu kontrol etmek, tahakkümü altına almak ister.
Zira çocuğu gibi gördüğü erkeği, çocukken merhamet sağılan memesiyle besler, büyüdüğünde
aynı reflekse şehvet sağılan memesiyle tutmak ister. Erkeğin savaşçı ruhu ona
teslim olmayı istemez. Erkeğin hem kadını arzulaması, hem de ona teslim olmayı
reddetmesi en büyük açmazı olarak onu çaresizliğe iter. “Hayatta öyle bir zaman
gelir ki, erkeğin egosu bütün yanıtları bilemez. Yeterince bilgisi yoktur;
imkânsız durumları çözecek kaynaklardan yoksundur çünkü…”[vi]
Özellikle aşklarını dramatize eden, sevgililerini
yücelten şairlere baktığımızda, gerçekte sevgililerinde yücelik bulduklarını
görürüz. Etten ve kemikten olan kadın, şairin yüreğinde ve zihninde bambaşka
bir şeye dönüşmüştür. Bu durumu anlamak için “yalnızca romantik dönemlerden”
bize ulaşan aşk hikâyelerine, şiirlere ve şarkılara bir göz atmak yeter.
Bunlarda âşık olan erkeğin kadını evrensel bir şeyin, içsel, ebedi ve aşkın bir
şeyin sembolü yaptığını görürüz. Kadında gördüğü şey ona nihayet kendini
anladığını, hayatın bütün anlamını gördüğünü duyumsatır. Kadında özel bir gerçeğin ortaya çıktığını
görür; tamamlanmış, soylulaşmış, arınmış, tinselleşmiş, yücelmiş, yani daha
bütün bir erkeğe dönüşmüş olarak duyumsar kendini. Büyük romantik şairler bu
gerçeği saklamaz, bunu ilan ederler. Onlar kadını kadın olarak görmekten
vazgeçmeyi, onun yerine kadını ebedi dişil, ruh, ilahi aşk, tinsel asalet ve
bütünlüğün bir sembolü yapmayı seçtiler. Bunun da kadının gerçek sembolü olup
almadığını, kadının olduğundan başka bir şeyin sembolü yapmanın, romantik
erkeğin ebediyet hayalleri üstüne düşünmesine vesile olacak bir ikona haline
getirmesinin kadını yücelttiğini mi, yoksa küçülttüğünü mü düşünmezler.
Naif şiirin sade anlatımında şarkıcı çoğu kez kabul
etmediğimiz şeyi söylüyor: “Her zaman varlığımın nedeni sensin/ Sana tapmak
benim dinim…” “Bir insan böyle tapınma nesnesi haline geldiğinde, sevdiğimizin
hayatımıza ışık verme ya da bu ışığı söndürme gücü olduğunda, sevdiğimizi Tanrı’nın
simgesi ve sembolü yapmış oluruz.”[vii]
Aşkın öznesi olarak kadın, erkeğin kendisine duyduğu
sevgiyle yücelir; bu sevgi, erkeğin gözünde onu öyle bir noktaya götürür ki,
neticede “Benim özüm kadındır” demek zorunda kalır. Ve erkek, kadını
yüceltmesiyle gerçekte kendini de yüceltmiş olur. Çünkü basit kadın, sıkıcı
kadındır ve erkeği boğar. Mükemmeli arayan erkek, idealize ettiği kadınla
mükemmele ulaşmış. Erkek ve kadının aşksız evliliklerinde yaşadıkları sıkıntı,
gerçekte ruhsal bir sıkıntıdır. Çünkü erkek, ruhunu teskin etmek için teslim
olacak kadınlar arar. Kadınlar ise teskin ettikleri erkekleri teslim almak
isterler. Yüce kadın, teskin edip teslim alan kadındır. Aşkın erkek için
paradoksal yönü hem kendini teskin edecek yüce bir kadın araması, hem de teslim
olmamasıdır.
Kadının yüceleştiği nokta, erkeğin teslim olduğu
noktadır. Her yücedir ama ve ama her kadın yüce değildir. Yüce olan kadın,
erkeğin idealarını şahsiyetinde billurlaştırmış kadındır. O kadın da ancak
şiir, şarkı ve ölümsüz hikâyelerde saklıdır…