OSMANLI Devleti’nin
yıkılmasının ardından Anadolu’daki Türk Devleti’nin hâkimiyeti bir hanedandan
çıktı.
Türkiye’nin
yönetim rejiminin cumhuriyet olmasıyla birlikte, algıda “Türk Devleti’nin
egemeni bütün millettir” düşüncesi oturtulmaya çalışıldı. Fakat Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin var olmasıyla birlikte Osmanlı Devleti’nin egemen rejim
yöneticisi olan hanedanın yerine sistemin Deli Dumrulları olarak hanedanlar
kuruldu.
Her
alanın kendisine hâkim egemenler türetildi. Bunlar “elitler” denildi.
Her
devrin inşaattan sağlığa, tarımdan hayvancılığa, teknolojiden ekonomi
yönetimine elitleri var oldu. O elitler, sözde kalan “Egemenlik milletindir”
teorisinin hiçbir zaman pratiğe geçmemesi için ellerinden geleni yaptılar.
Her
seferinde canına tak edip de elitlere dersini veren millet, Türkiye’nin son 25
yılında da bu mücadelesine devam etti. Fakat bazı şeyler milletin öyle huzurunu
bozmuştu ki bu durum sonuna kadar suiistimal edilebilirdi.
Söz
konusu suiistimal uygulamaya konulurken dediler ki, “Onlar Anadolu’nun
evlatlarının kazanmasını istemiyorlar! Madem öyle, sizi temsil eden Anadolu
evlatlarının arkasında durun ki edindikleri makam ve zenginliklerle Anadolu
inkılabını sağlayabilsinler”.
Bunu
FETÖ uygulamaya koyarken hiç zorlanmadı, teşvik dahi gördü. Yaptıklarıyla gurur
dahi duyuldu. FETÖ gibi davranan başkaları da oldu. İlle bir cemiyet üzerinden
değil, birer ikişer ferdî hareketlenmeler bile kendi akrabaları ve hemşehrileri
arasında kabul gördü.
Böylece
tek Osmanlı Hanedanının indirilmesiyle boşalan tahta binlerce hanedan oturtuldu
yıllarca. Anadolu’dan sembol aileler de bu şekilde yerlerini aldılar.
Fakat
durum öyle bir noktaya geldi ki, filanca kişi milletvekili, onun filancası
bakan, onun filancası genel müdür, onun filancası daire başkanı, onun filancası
şirket sahibi, onun filancası şirket ortağı, onun filancası belediye başkanı,
onun filancası belediyede filanca, onun filancası filanca üniversitede
hasbelkader profesör, onun filancası filan üniversitede rektör, onun filancası
onun dünürü, onun filancası onun kaynatası, onun filancası onun baldızı
silsilesi absürt bir biçimle şekillendi. Filancayla işiniz olduğunda onun
filancasının gönlünü hoş etmek icap etti. Ve bu silsile de acayip iğrenç tatlar
vermeye başladı.
Bu
zeminde bir kez delik açılmış ve bir kez ucu kaçırılmıştı ya, hangi durakta
olunduğu fark etmez, bu saatten sonra hiçbir pişmanlık fayda vermez olmuştu. Bir
kere rant çarkından haram girmişti kursağa, bir kere rüşvet düşmüştü yan cebe.
Artık ne yapılırsa yapılsın, geri dönüşü olamazdı.
Bu
iğrenç hanedan ilişkileri bir yanda dursun, ilişkiyi bitirmek istediğinizde de
artık çıkamazdınız o bataklıktan. Konuşacağınız her şey aleyhinize delil olarak
işletilebilirdi. Evinizdeki en mahrem görüntünüz bile eşiniz tarafından bir
şantaj malzemesi olabilirdi.
Evet,
bunların hepsi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan bu yana şahit
olunan şeyler. Ve sadece bu devlete has değil. Peki, çözümü yok mu?
Burada
birçok defa yazdım, bir darbe ürünü olan Anayasa Mahkemesi ortadan
kaldırılmalıdır. Ancak bugün Anayasa Mahkemesi’nin “Yüce Divan” olmak gibi bir
sıfatı vardır. Demem o ki, Anayasa Mahkemesi reforme edilmeli ve ismi sadece
“Yüce Divan” olan bir yargı kurumuna dönüştürülmelidir.
Ne
yapar Yüce Divan?
Milletin
egemenliğini tasdik eder ve millet adına milletin verdiklerinin hesabını sorar.
Mesut Yılmaz ile Güneş Taner’den beridir Yüce Divan’ın kullanıldığını görmedik.
Görmeli miydik? Şimdiye kadar hem de kaç defa!
Ancak
Türkiye’de siyaset kurumunun zemininde bulunanların bazı endişeleri var. Bu endişeleri
anlıyorum. Fakat millet, kendisinden yardım isteyerek zalimlerin tekerine çomak
sokma gayretinde olanları, eskisinden daha büyük fedakârlıklarla desteklemeyi
bilmiştir her zaman.
Duyurulur!