Yorulur insan

İnsan yorulur; dağ tepe bitmez ama biter dizindeki fer, arşınlamakla bitmez ne arz, ne yer. Bazen ağır gelir iki omuzunda taşıdığı ser, bazen ağır gelir iki bacağının üzerindeki aciz nefer. Yorulur işte nefesi, yorulur fazla kelâm edince Dâvûdî sesi. İnsan işte, olsa da beşerin en şereflisi, yorulur en güçlü olanı ve hattâ en delisi!

“İNSAN”; beşer, aciz, muhtaç, ölümlü, gücü sınırlı…

Yemeden içmeden yaşayamaz insan; bedeni, rûhu, aklı hep bir şeylere muhtaç! Yemek yemez ise bedeni zayıflar, bir şeyler öğrenmez ise aklı, takdir edilmez ise azmi… Su içmez ise midesi, sevilmez ise rûhu zayıflar.

Sınırlıdır her şeyi, yorulur insanın en büyük becerisi. Yorulur çok yürüyünce bacakları, yorulur çok sevince kalbi, yorulur bütün duyguları… “Zaman, zamanla geçer” der; hâlbuki hep yorulur, yıpranır insana dair ne varsa. Gücü, arzı delecek gibi görünse de iki kürek sallamaya kadardır; düşünceleri ufukları geçse de bakışları, gördüğü ufka kadardır.

Yorulur insanın düşünceleri, güneşin  battığı yerde hayâlleri… Vefâ göremeyince vefâsı yorulur, karşılık göremeyince sevdâsı. Hâsılı, yorulur insana dair ne varsa…

“Hiç unutmam” der, en çok birkaç sene sürer unutması, yorulur sonra özlemi; yorulur zihninde canlandırdığı hayâlleri, yorulur gurbette bekleyişi… Alışır sonra tüm “Alışamam!” dediklerine. Çünkü yorulur direnci, yorulur söz verişi…

En çok sevdiği kokuya birkaç saatte alışır, en sevdiği meyveyi üç gün yese kesilir iştahı; yorulur hissi… En çok sevdiği yemeği bir hafta yese bıkar sevgisi, dünyaya dair ne elde etse bir müddet sonra mutlu etmez, yorulur özlemi. En sevdiği biraz sıkıntı verse, azalır meveddeti. Çok yaşayınca gençliği, gençlikteki enerjisi, zamana direnemez ve yorulur, biter güzelliği.

Yorulur insanın emekleri, “Büyüttüm, besledim” der, hep minnet bekler. Yorulur ihsanı, ikramı; hâsılı, sabrı bir yere kadar yeter. Çünkü insan, aciz bir beşer!

“Ölene kadar” der, yarını bulmaz verdiği sözler. “Asla üzmem!” der, sabahı bulmaz hain gözler. İnsan işte! Gücü sınırlı, vaatleri pahalı, zihni karışık, beyni kırk yamalı… Sanki göğe çıkacak zanneder kendini az güce erince; hani karınca kendini fâtih zanneder ya at nalına biriken suyu geçince, işte “insan”, bu karıncadan hâllice! 

Sevdâsı kara derler, o da biter bir kem söz işitince. Yorulur kalbi, aklı, zihni, rûhu… Son ışığı da söner soğuk kabre girince. Yorulur bedeni, yorulur gençliği, yorulur düşünceleri… İnsan bu, sonsuz değil gönlü, sınırlı her günü, her saati, hattâ bütün ömrü.

İnsan yorulur; dağ tepe bitmez ama biter dizindeki fer, arşınlamakla bitmez ne arz, ne yer. Bazen ağır gelir iki omuzunda taşıdığı ser, bazen ağır gelir iki bacağının üzerindeki aciz nefer. Yorulur işte nefesi, yorulur fazla kelâm edince Dâvûdî sesi. İnsan işte, olsa da beşerin en şereflisi, yorulur en güçlü olanı ve hattâ en delisi!

Yorulur efendiler, en pehlivanı, kütükleri elleri ile yıkanı! Yorulur en güçlüsünün kolları. İnsan işte insan, ne göğe erer, ne de arzı deler! Ölüm gelir, son sözünü söyler. Tabut atına biner, ebediyete gider. Sınırlı gücü elbet biter.  

Ama…

Doğmamış, Doğurulmamış Olan, hiçbir şeye Muhtaç Olmayan,  Samed Olan, Uyumayan, Uyuklamayan, hiç Yorulmayan bir tek güç var: Gücü Hiç Bitmeyen ve Hesaba Gelmeyen, her şeyi Yoktan Halk Eden, işte O’dur her ilmi Bilen! “Ve Hüve alâ külli şey’in Kadîr.”