YAKLAŞIK bir hafta kadar
önce bir hayli şaşırtıcı bir habere denk geldim. Habere göre 30 Ağustos’ta Kuzey
Avrupa ülkesi olan Estonya’da cumhurbaşkanlığı seçimleri olacaktı ve
cumhurbaşkanlığı mâkâmına henüz bir talip yoktu. Seçime sadece birkaç gün var
ve ortada aday yok… Şaka gibi ama değil. Sanırım pek alışık olmadığım bir durum
olduğu için bu haber beni şaşırtmıştı.
Normalde
bizim ülkemiz de dâhil birçok ülkede siyâsî arenanın “1” numaralı mâkâmı için
iktidar kavgaları yaşanır ve oraya talip olan adaylar oy toplayabilmek adına
çalışmalara başlarlar. Ancak yaklaşık 1 milyon 317 bin nüfusa sahip bu küçük
Baltık ülkesinde bu durumun tam tersi yaşanıyordu.
Sonraki
günlerde işin sonunun nereye varacağına dair merakımdan gün gün süreci takip
ettim. Nihâyet seçimden iki gün önce, adaylık süresinin son günü olan 28
Ağustos Cumartesi günü Estonya Ulusal Müze Müdürü Alar Karis, aday olarak
açıklandı. Alışılmadık şekilde tek adayın bulunduğu cumhurbaşkanlığı seçimi 31
Ağustos Pazartesi günü yapıldı. 101 sandalyeli parlamentoda 72 milletvekilinin desteğini
alarak Alar Karis, Estonya’nın yeni cumhurbaşkanı seçildi. Mâkâmı -görevi- 11 Ekim
günü mevcut cumhurbaşkanından devralacak.
Ülkenin
en başı olmak için aday çıkmaması üzücü mü, yoksa ders alınması gereken bir
durum mu, bu kısım yoruma açık.
Fakat
mâkâm sahibi olmanın getireceği ayrıcalıklar açısından bakıldığında hiç akıl
alacak gibi değil. Mâkâmın getireceği onca imkânı kim istemez? Haberi ilk
okuduğumda, “Ben mi aday olsam?” diye düşünmedim değil doğrusu. Arabası, odası,
şoförü ve ödeneği gibi imkânları var mı, bilmiyorum. Yoksa Estonya’da mâkâm
sahibi olmak artı yük mü getiriyor acaba? Onu da bilmiyorum açıkçası. Bildiğim
bir şey varsa, o da mâkâmın baş döndürücü bir ortam olduğu. Bu nedenle mâkâmı
elde etmek isteyenler ve onu elde edenin elinden almak isteyenler her zaman var
olmuştur, olacaktır.
Çok
klişe gelebilir ama esas konuma geçiş yapabilmek adına yazmam gerekir; mâkâm
gelip geçici, kalıcı olansa arkada hoş bir sedâ bırakmak… İşte arkada hoş sedâlar
bırakabilmenin yollarından biri, hâttâ en önemlisi, mâkâmda liyakatin esas olmasıdır!
Kökeni
Arapça olan “liyakat” kelimesi, “yakışmak, uygun olmak ya da yaraşmak”
anlamlarına gelmektedir. Bu kavram toplumumuzda “işi ehline vermek”, “işi lâyıkıyla
yapmak”, “işin hakkını vermek” gibi farklı şekillerde ifade edilir. Kaynaklara
göre liyakati anayasal kural hâline getiren ilk anayasa Kanun-i Esâsî’dir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 70’nci maddesinde de liyakatle ilgili
hususlara dikkat çekilmiştir.
Özellikle
son dönemlerde televizyon ve yazılı basında sıkça duyulan bu kelime, ülkelerin,
kurumların ve şirketler hayatının devamlılığı için olmazsa olmazlardandır ve
istihdamda liyakat esası, üretkenlik, verimlilik, işleyiş düzeni, fayda-mâliyet
optimizasyonu açısından oldukça önemlidir. Dünyanın en gelişmiş ülkelerine
baktığımızda, kişiye uygun iş yerine, işe uygun kişi alımının esas alındığını
görmek mümkündür. Bu modelin oturtulamadığı ülkelerde kalkınma ve üretimde
sürdürülebilirliğin sekteye uğraması kaçınılmazdır.
Ülkemizde
gün olmasın ki “Filanca kişi filanca yönetim kuruluna atandı” haberine
rastlamayalım. Özellikle bazı kurumlar bu anlamda âdeta “yönetimde” bulunmak
isteyenlere ev sahipliği yapma noktasında dikkat çekmektedir.
Üye
ya da başkan olmak önemlidir. Lâkin daha da önemli olan ve atamayı ayrıcalıklı
kılan nitelik, gerçekten kişinin atandığı kurum ya da şirketin işlerine vâkıf,
yeterli donanıma sahip olup olmadığıdır.
Bugüne
kadar Büyük Türkiye’nin geleceğe yönelik attığı her adımı, yaptığı her projeyi
gururla yazdım, yazmaya da devam edeceğim inşallah; lâkin tıpkı iyi olanı
yazdığım gibi, bu ülkenin gelişmesine ket vuracağını düşündüğüm hususlara da
dikkat çekebilmek adına, bu atamalardaki niyetin, mâkâm vermek ya da hayatlara
biraz daha lüks katmak olmadığını düşünmek ve dahi görmek istiyorum. Sorumluluk
bilincine sahip her vatandaş gibi…
Ülkemizde
Mahalle İhtiyar Heyeti üyeliğine seçilmek için dahi 5 maddeye uygunluk sağlama şartı
vardır: Türk olmak, seçim başlamadan evvel en aşağı bir yıldan beri o mahallede
ikâmet etmek, 25 yaşını bitirmiş olmak, yüz kızartıcı suç işlememiş olmak veya
kamu hizmetinden yasaklı olmamak, Türkçe okuryazar olmak… Ya yönetim
kurullarına girme şartları kaç madde ola?
Liyakat
sahibi olmak, işe elverişli olmak, o iş için yeterli ve yetenekli olmaktır. Yani
işin ehli olmaktır. Aynı zamanda liyakat, verilen görevi başarı ile yapabilme
yetisi olarak da tanımlanmaktadır. Bu nedenle göreve kabul edilme ve terfilerde
bilgi ve diplomayı esas alan bir anlayıştır liyakat esası. Liyakatli insanın
özgüveninin kaynağı bilgidir ve liyakat sahibi kişiler âdil davranmak, kendilerine
verilen işi emânet sayarak yerine getirmek için ellerinden geleni yapmak, kendi
isteklerini ön plânda tutmamak, işin gereğini yerine getirmek, görevi kötüye
kullanmamak, vizyon sahibi olmak, önyargılı olmamak ve ideolojik davranmamak
gibi özelliklere sahip olmalıdırlar.
***
Son
olarak, Estonya ile ilgili birkaç önemli detayı paylaşarak yazıma nokta koymak
isterim.
Estonya’nın
başkenti Tallinn, bir teknoloji şehri ve “Skype” adlı yazılımın doğduğu yer.
Estonya’da her vatandaş internet bağlantısı hakkına sahip olduğundan, hemen
hemen bütün ülke çapında kablosuz ağ bağlantısı bulunuyor. Örneğin başkent
Tallinn’de her köşede ücretsiz ve saniyede 40.81 megabit ortalama hızla dünyada
en yüksek ortalama download (veri indirme) hızına sahip. Bu nedenle günlük
hayatlarını sadece çevrimiçi, SMS veya kimlik kartlarındaki akıllı kartla
düzenliyorlar ve devlete bağlı tüm bürokratik işlemler de çevrimiçi sistemde
yürütülüyor.
Bütün
faaliyetlerin elektronik sistemle yürütüldüğü ülkede 2000 yılından bu yana hükûmet
ve parlamento kâğıt kullanmıyor. Seçimler ise 2007 yılından itibaren çevrimiçi
oy kullanımı ile gerçekleştiriliyor. Dünyada okuma yazma oranında ilk beş ülke
arasında olması da Estonya’yı eğitimde öne çıkarıyor.
***
Kahramanmaraş
şivesiyle, “Kele beni de alın yönetime”…
Sağlıkla
kalın…
https://www.mfa.gov.tr/estonya-kunyesi.tr.mfa
https://www.iienstitu.com/blog/liyakat-nedir
https://estonyadasirket.com/estonya-ve-skype/