
KÂİNATTA her şey çift
yaratılmıştır ve zıddı ile kaimdir. Gece gündüz, cimrilik cömertlik, dost
düşman, ceza mükâfat, mutlu mutsuz, zengin fakir, nimet imtihan ve nifak infak
gibi nice örneklerle içimiz ve dışımız donatılmıştır.
İnfak,
Allah’ın (cc) hoşnutluğunu kazanabilmek için maddî ve manevî olarak niyetlenip
ihtiyacından artanı harcamak, yardımda bulunmaktır. İnfak konusunu anlamış ve
idrak etmiş kimse, güzel ahlâkını tamamlayabilmek için ruhunun, dolayısıyla
varlık gayesinin, kimliğinin ve karakterinin alacağı ruhanî bir geçiş evresiyle
maddî olan bedeninin zahirini vermek suretiyle, bedeninin manevî kapılarının
(takvasının) batinî tarafını genişletir, gönül penceresini sükûnete yani
dünyada huzur kapılarına açmış olur.
İnfak,
Allah ile kul arasında yapılan ve oranının ise bire on veya bire yedi yüz,
belki de sözle belirtilemeyecek derecede yüksek olan bir ticarettir.
Dolayısıyla kulun dünya ve ahireti için yapacağı en âlî davranışlarından biri
olup, taksimini bizzat Rabbinden alacağı kişiye özel hesap kitap murakabesidir.
İnfak,
imanın samimiyeti, dinî vecibelerdeki ciddiyetin en kuvvetli emaresi, rıza-i
İlâhî ile arasındaki ticaretidir ki kişinin kendi servetinden, nimetlerinden
hayır ve güzel işlerde harcaması, bu işlemleri gerçekleştirirken yine belli bir
edep-adap çerçevesi dâhilinde muhtaçlara karşılıksız vermesidir. Ne kadar
insana verilmiş nimet veya rızık var ise, o denli infakın çeşitliliği de kollara
ayrılır. Her donatılmış ve edinilmiş lütuf, örneğin ilim, mevki, kabiliyet,
güler yüzlü olmak, gönül almak, nasihat, ecir, irşat ve Allah’ın rızası için
güzel hasletler de manevî olarak infakın bünyesine giren güzel ahlâktandır.
İnfak
konusu o kadar mühim bir noktadadır ki yüce kitabımızın başlangıç muhtevasında
belirttiği ümmet-i Müslümanın kaidelerini çizeceği istikametin yönünü tayin
etmektedir. Beraber anıldığı konu ve kavramlarla geçmekte, fakat kendi başına
Yüce Rabbimizle kurulan ünsiyet hâli ile çok ayrı bir zirve hâlindedir. Zekât
ve sadaka, mübârek kitabımızda yüz yirmi beş kere geçmekle beraber, yetmiş iki
kere ile “infak” bilhassa vurgulanmaktadır. Zekât farz olup, mal için minimum
(kırkta bir) ödenmesi gereken meblağ ile malın arındırılması ve bereketlendirilmesi
için Allah’a ödediğimiz malın hakkıdır. Sadaka, mülk Allah’ındır ve maldaki
insanların hakkı olan emanetin ödenmesidir. İnfak ise Allah’ın rızasını
kazanmak ve huzura ermek için verilen tüm nimetlerin hakkı olup, bilinçli
olarak tekrar kullara ve kuruluşlara vererek özgürleşmektir.
Kur’ân-ı
Kerim’in özü ve başlangıcı olan Fatiha Sûresi’nin ardından gelen Bakara Sûresi’nin
ilk yedi ayeti, infak konusunu ve bir müminin temel alacağı dinî dinamikleri
bizlere sunmuştur. Gaibe iman, namaz ve ardından hemen infak konusunun gelmesi
oldukça dikkat çekicidir. Üç sırlı harfin akabinde “hidayet” kavramı ile tekrar
bir ufuk ekseni açan Yüce Rabbimizin bu daveti, İslâm dininin atardamarlarını
oluşturmaktadır. Gaibe iman etmek, göz ile göremediği fakat varlığına
kesinlikle inandığımız, güvendiğimiz, öte âlem bilincinin inancıdır. İnsanın
insan olma mânâsının tezahürünü aslında gaibe imanla da açıklayabiliriz. Şöyle
ki, insanın mevcut kalbi, tam mânâsıyla gaibe inanmış yani ahireti görüyormuş
gibi inanarak kalbine bir kalp kulağı açmış, bir de kalp gözü açmışçasına,
hidayete namzet olan ve felahı bulan kişiler olarak yeryüzü halifeleri vasfını
donanmış âdem olunur. Bu hâl ile vasıflanan kişinin Allah’a olan sevgisini
yansıtma modelini de namaz kılmakla görebiliyoruz. İman ile amelin doğru
orantıda ilerlediği İslâm’ın temel sacayaklarından sonra infak ise, doğrudan
İlâhî rızaya mazhar olabilmek için Allah ile kendi arasına bir köprü/tünel
açmaya yönelik tamamen gönüllü bir çaba ve iştiyaktan meftun mazhardır. “Yaratılanı
severiz Yaradan’dan ötürü” düsturu ile insanlara ve yaratılmış tüm mahlûkata
olan sevgi nazarı da infaktır.
Allah’a
ve ahiret gününe inananlar için amel, ibadet ve taat zor gelmemekte, bilakis varlığından
mülhem yaşamın bir tür nefes alma şekli gibi huşû ve zevkle icra edilmektedir.
Muttakilerin özelliklerinden biri de mal mülk hırsına kapılmamış, bol bol zekât
ve sadaka veren kişiler olmalarıdır. Ebu Hüreyre’den (ra) nakledildiğine göre,
Hazreti Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Dinarın ve dirhemin, kadifenin ve
işlemeli elbiselerin kulu olana yazıklar olsun! (Böyle bir kişiye) bir şey
verilirse memnun olur, verilmezse hoşnut olmaz.” (Buharî, Cihâd 70)
Burada
Güzel Peygamberimizin hadis-i şerifinden de anlaşılacağı üzere, paranın, eşyanın
kıyafetin veya üniformanın kulu olanların o malı elden çıkaramayacağını veyahut
veremeyeceğini, âdeta o malın kölesi olacağını belirtir. Şayet sen malın
sahibiysen, istediğin gibi tasadduk etmekte özgür olursun. Değilse, o mala
tutsak olursun. İnsanın varlık vücudunun ruh, nefis, beden ve kalp çerçevesinde
enfüsî ve afakî alâmetifarikalarını akıl, kalp ve gönül cereyanında muhasara
edebiliriz. Namaz kılmakla aslında ruhen ve bedenen, aklen ve fikren teslim oluş,
yakarış ve adanış tezahür eder. Nefis, ruh, beden ve gönül, namaz ile yanlış ve
kötülükten kurtulup felaha kavuşur.
Bakara Sûresi’nin ilk yedi ayeti bizlere bunu
gösterir:
“1. Elif.
Lâm. Mîm./ 2. O kitap (Kur’ân), onda asla şüphe yoktur. O,
müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir./ 3. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz
mallardan Allah yolunda harcarlar./ 4. Yine onlar, Sana indirilene ve Senden
önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar./ 5. İşte
onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak
onlardır./ 6. Gerçek şu ki, kâfir olanları (azap ile) korkutsan da, korkutmasan
da onlar için birdir; iman etmezler./ 7. Allah onların kalplerini ve
kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve
onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.”
Nefis, bencillik
ve ihtiras ile yerinde duramayan, dizginlenmeye muhtaç bir yapıya sahiptir.
Onun bu hâli ruhu etkiler ve kalp, nefsin etkisi altında kalarak körelir veya istikamet
dışı yol almalarla hissiyatı tıkanır. Beden ise bu yükü taşımakla bugünkü tabir
ile stresle karşı karşıya kalır. Stresi/ruhî bunalımı sakinleştirmek/dizginleyebilmek
ise kalbin sükûn vasıtası olan dosdoğru bir namaz ile olur. Ruh bedenle bağımlı,
nefisle perdelidir. Bu nedenle bedenin hareketi ruhu müşahhas ve mücerret âlemde
donatır, teçhiz eder. Ruh gücünü, hamd sırrı içinde İlâhî hidayetle arttırır ve
sükûna, huzura kavuşabilir. Namaz ile miraca kavuşan selim akıl, maddesel
boyutta yapılan infak ile manevî hız kazanmış olur. İnsan ruhu halk âleminden
de, emr âleminden de hissesini almıştır. Vermek, İlâhî bir sünneti taklit
etmektir. Bu yüzden infakın her türlüsü ruha her iki âlemde de kazanç
sağlayacaktır.
İnfak
çok geniş kapsamlı bir kavram olup, mal ile olabileceği gibi ilimle, garip
gurebanın ihtiyaçlarını gidermekle, güler yüzle, gönül almakla, hayır yolunda
ikna etmekle, gençliğin kuvvetini kullanarak başkasına yardımcı olmakla,
ihtiyarlığın verdiği bilgeliği başkasına aktarmakla ve dahi herhangi birine
cevap vermekle bile olabilir.
“Her
varlık zıddı ile kaim” demiştik, nifak var ise infak yoktur. “Nifak” denilince
İslâmî literatürde “münafık” kelimesi, akla gelen ilk kavramlardandır. Münafık,
Arapçada nifak mastarlarından türemiş bir kelimedir. “İnfak, Rabbimizle aramızda
olan tünel, köprüdür (gizli ve açıktan)” demiştik, nifakın kökünde de tarla
faresinin “nafıka” isimli çıkıştan kaçması anlamına gelen “nıfk” kelimesi
vardır. İnfak Allah’a (cc) yaklaştırırken, nifak ise O’ndan uzaklaştırır,
kaçırır.
İslâm
dininin temel prensibi, Tevhid inancını kuşanma maişetidir. Şirk, küfür, riya, haset,
nifak ve kibir ise gönül pencerelerinin manevî kirleri ile tabaka tutmasına
sebep olur. Manevî kirleri infak, ihlâs, takva, huşû ile tezkiye etmek
mümkündür. Bu da ihsan ve dolayısıyla huzur mâkâmına ulaşmaya vesile olur. “İnsan
kendisini nasıl murakabe eder?” sorusuna büyükler şöyle bir metot uygulamışlardır:
“Acaba imanım ne âlemde?” sorusuna ilişkin olarak kendi iç murakabesini yapan
kişi, zahirdeki namaz ve infakındaki seviyesi ile kendi terazisini gönül
melekesi ile tartabilir. Nifakın olduğu yerde infak, infakın olmadığı yerde tam
bir imanın yerleşmediğini anlıyoruz.
Allah, hepimizi nifaktan muhafaza buyursun!