Yolcunun işini Allah bilir

İnsan bir yere kadar tercihler yapar ancak hükmedemez. İnsan yanlış da yapsa, doğru da, sonucunda ne olacağına olduğu kadar sürecin nasıl ilerleyeceğine de Allah karar verir. Hayat ne keskin yol ayrımlarından, ne de insanın her an yaptığı seçimlerden ibarettir. İnsanın hayata hükmetme hakkı olmadığı gibi, her şeyi seçme hakkı da yoktur. Bu yüzden İslâm, ahlâk ve adalet üzere kurulmuş bir dindir. İnsan ancak bu temeller üzere hareket ederse fıtratına uygun davranmış olur. Ahlâk ve adalet konularında Allah, kullarına tercih hakkı vermemiştir.

90’lı yılların en güzel çizgi filmlerinden “Çiftlik Kızı Anne”, dizi olmuş. Doğrusu dizinin de, çizgi filmin de kitaptan uyarlama olduğunu yeni öğrendim. Sanırım yazının devamını okumak isteyenler için bunun bir dizi analizi olmayacağını söylemem gerekir. Dizi bana yalnızca bir konuda yardımcı olacak: Tercihler... Hayatta her şeyin insanın seçimleriyle, tercihleriyle şekillendiği düşüncesi...

Şöyle bir soruyla merâmıma açıklık getireyim: Hayattaki en temel varoluş meselesi olan dünyaya gelmeyi ve dünyadan gitmeyi seçemeyen, bu konuda tercih hakkı olmayan insan için nasıl hayatta her şey kendi seçimlerinden ibaret olabilir?

İrade büyük bir sorumluluk yükler insana. Akletme yetisi insanın ayırt edici özelliğidir. Ancak hayat yol ayrımları ve tercihlerle ilerlerken, insanın kararlarının üstünde bir karar her zaman mevcuttur. Allah, yeryüzünü hizmetine sunduğu insanın yalnızca tercihlerinin sonuçlarına değil, tercihlerine de müdahale eder. Her zaman kullarının iyiliğini isteyen Allah, seçimler konusunda yol gösterici, doğruya sevk edicidir. İnsan yanlış seçimler yapsa bile, ona, her zaman iyiliğe dönmesi yönünde fırsatlar sunar.

Hayat, süreçler ve sonuçlar üzerinde ilerleyen düz bir çizgi değildir. Hayat, birçok ânın birleşiminden oluşan tek bir andır. Hayatın bütünlük ölçüsü imandır. Bu ölçüyü koyan ve ölçecek olansa yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.

Ne zaman ki insan ölçüyü kendi koymaya kalktı, aklıyla her şeyi kavrayacağına, anlayacağına inandı, o zaman denge altüst oldu. Kur’ân’da “denge” üzerinde çok fazla durulur. Denge, fıtratla bağdaştırılır. İlerleme ve gelişme gibi seküler kavramlarla açıklanamayacak bir arınma sürecine işaret edilir. Süreç ölene dek sürecektir ve ölümle anlamlı kılınacaktır. Hesap günü insan kitabını kendi okuyacaktır ama hükmü Allah verecektir. İşte bu noktada insan hatâya düşüyor! Seküler bir düşünce yapısıyla uhrevî bir mesele tartışmaya açılıyor. Maddî boyutta anlamlandırmak mümkün olmayan bir mesele mevzu bahis edilince, ortaya “Hayat seçimlerden ibarettir” basitliğinde bir düşünce ortaya çıkıyor. İnsanı merkeze alan bu düşünce, -hâşâ- Allah’ı yalnızca hayatî meselelerde ortaya çıkan bir süper kahraman konumuna getiriyor. Allah’ın hayata ve insana müdahalesini akılla sınırlandırıyor. Buradan, her şeyin insanın iradesine bağlı olduğu sonucuna ulaşılıyor. Bu bağlamda her kavram yeniden şekilleniyor ve anlamlandırılıyor. “Anne With an ‘E’” dizisine bu anlayışın en önemli sonuçlarından olan “özgürlük” algısını örneklendirme noktasında ihtiyacımız olacak.

Anne Shurley, zorluklarla geçmiş hayatını hayâl gücü ve yaşama sevinciyle sahiplenen, inandığı doğruları ne pahasına olursa olsun savunan, hayat dolu, güçlü bir karakter. Anne hayat ve insanla bağlarını sevgi üzerine kuruyor. Böylece güven duygusunun kırılgan yapısındaki dalgalanmalar, onu hayata karşı sert ve sabit fikirli kılmıyor. Acısını da seviyor Anne, mutluluğunu da. Hayâlleri sert olmadığı için kırılmıyor Anne’nin. Gerçekleşmeyen bir hayâli, başka bir hayâlinin altyapısını oluşturuyor. Böylece umudun zehirleyen bekleyişinden bile şifa buluyor Anne. Hayâlleri, geleceğin bilinmez evreninden çıkmıyor Anne’nin. Olmayacak işlerin peşinde koşar gibi yaparken, aslında olanları kabul etme cesareti kazanıyor. Bunu çocuk aklıyla çok da farkında olmadan yapıyor belki, ama bu da onu doğal kılıyor. Böylelikle Anne Shurley herkese ilham oluyor.

Diziyi izlemek isteyenler için çok detay vermeden belli konulara yöneleceğim. Olaylardan çok fikirler üzerinde duralım isterim.

Dizinin ilk sezonunda mâsum bir Anne karakteri ve onun yaşantısından kesitler izliyoruz. Toplumun kalıp yargılarında tutsak bir yetimin topluma kazandırılması yönündeki adımlara şahitlik ediyoruz. Ancak dizinin ikinci sezonunda giderek çirkinleşen bir özgürlük algısıyla karşı karşıya kalıyoruz: Ahlâkı da toplumun yargılarından ibaret bir esaret zinciri olarak gören “Sınırsızlık eşittir özgürlük” düşüncesi...

Bu düşünce, bilindiği üzere cinsiyet kavramının insanı sınırlandırmak için ortaya atılmış yapay bir araç olduğunu savunur. İnsanın cinsinin ve cinselliğinin kendi tercihleri doğrultusunda işlerlik kazanacağına inanır. Bu, özgürlüğün (!) temellerindendir.

Popüler kültürün en çok rağbet gören malzemesi eşcinsellik, bu dizide gayet doğal bir tercih olarak izleyiciye sunuluyor. Buna karşı olanlarsa bağnazlık, tutuculuk ve sığlıkla itham ediliyor. Özellikle seçildiği bariz eşcinsel karakterler “aydın, ileri görüşlü, ince ve sanatkâr ruhlu” olarak gösteriliyor. Günümüzde malûm çok izlenme, ayakta alkışlanma ve ödüllere boğulma vesîlesi bir tutum...

“Homofobi”, “insan fobisi” demektir. Yani eşcinselliği sapkınlık olarak görmek ya da bunun tedavi gerektiren bir hastalık olduğunu düşünmek, insanın doğasına yapılan bir hakaret bu düşünceye göre. Hattâ böyle düşünen insanların tedavi olması gerekir.

İnsanı insanî vasıflarından uzaklaştırarak insan olmaya çağıran tuhaf bir anlam karmaşası! Popüler kültürün özeti...

Bu yüzden flû görünüyor her şey. Doğru ile yanlış birbirine karışıyor.

Oysa ölçüyü koyanın nizâmında insanı rahatlatan bir güven ortamı vardır. Çünkü insan, tercihlerini kabilesinin dar sınırlarında ya da bugün ısrarla aşılandığı gibi dünyevî bir ufkun yüzeyselliğinde yapmaz.

Bir Müslümanın ufku, bu arzla sınırlı değildir. Sınırlar şu iki kelimeyle belirlenmiştir: “Hüküm Allah’ındır.”

İnsan bir yere kadar tercihler yapar ancak hükmedemez. İnsan yanlış da yapsa, doğru da, sonucunda ne olacağına olduğu kadar sürecin nasıl ilerleyeceğine de Allah karar verir. Hayat ne keskin yol ayrımlarından, ne de insanın her an yaptığı seçimlerden ibarettir. İnsanın hayata hükmetme hakkı olmadığı gibi, her şeyi seçme hakkı da yoktur. Bu yüzden İslâm, ahlâk ve adalet üzere kurulmuş bir dindir. İnsan ancak bu temeller üzere hareket ederse fıtratına uygun davranmış olur. Ahlâk ve adalet konularında Allah, kullarına tercih hakkı vermemiştir. Kazanılanlarda yetim ile yoksulun hakkı olduğu âyetlerle sabittir. Ahlâksız dindarlıksa söz konusu bile edilemez.

Tartışmaya kapatılmış pek çok konuda “insanın tercihleri” gibi seküler bir zeminde değerlendirmeler yapmak, iyi bir normalleşmeye (!) doğru gidilmediğine işaret ediyor.

Geniş bir ufuk, hiç kuşkusuz ancak ahiret uzantılı bir hayat tasavvuruyla kazanılabilir. Böyle bir ufka doğru çıkılan yolculukta, hükmü Allah’ın vereceği bir yolda, insan yalnızca bir yolcudur ve yol miktarını olduğu kadar, yolcunun işini de Allah bilir.