“ELİM değse
akan sular tutuşur” diyen sevdalı yüreğin nasıl sustu? Sen dünyanı değiştirsen
de hâlâ gönlümüzdesin…
Pek çoğumuz seni
“Mihriban” şiirinle tanıdık. Herkesten iyi biliyordun hatıraların paslanacağını,
deli gönlün uslanacağını, zamanın eriyeceğini ve her şeyin renginin
değişeceğini. Onun için “Unutmak kolay mı deme? Unutursun Mihriban’ım” demiştin.
7 Haziran 2012 günü “sarı
sıcak” kavururken yeryüzünü, bizim de ateş düşmüştü yüreğimize. Abdürrahim Karakoç
da göç eylemişti dünyadan. Acı haber yollarda mola vermeden geldi doludizgin. Ailenizden
biri vefat etmişçesine, canınızdan bir parça koparılmışçasına üzülüyorsunuz. “Ateş
düştüğü yeri yakar” derler. Doğru sözdür lâkin ateş bu sefer hepimizin can evine
düşmüştür. İçimizden biridir öbür âleme göçen.
Türk şiirinin büyük
ustası, çağımızın Karacoğlan’ı, şair Abdürrahim Karakoç, 1932 yılında
Ekinözü’nde başlayan seksen yıllık çileli yolculuğunu 7 Haziran 2012 günü
Ankara’da bitirdi işte. Daha doğrusu göç eyledi dünyadan. “Dosta Doğru” yeni
bir yolculuk başladı.
Bir şiirinde, “Sevgi ektim, naz biçmeye çalıştım/ Ne zamana, ne kendime alıştım/ Kırk senede yedi hasret bölüştüm/ Yedi dünya bana düştü sandım oy” diyordun. “Kırk senede yedi hasret” bölüşmüştün. Biz senin hasretini kaç sene çekeceğiz acaba? Salavan dağına varsak, “Hiç başın ağrır mı, yoruldun mu hiç?/ Birine küstün mü, darıldın mı hiç?/ Sevdin mi, öptün mü, sarıldın mı hiç?/ Hasret nedir, ne değildir, de hele” diye sorsak, bize de ses verir mi? Senin yokluğundan dağın kalbi erir mi? “Sılada sılasız kalanlar”, gurbette garip olanlar ardın sıra gelir mi?
Anadolu
insanın yoksulluğunu, çilesini ne güzel anlatmıştın. “Dert bela tebelleş oldu
başıma/ Her gece tahsildar girer düşüme/ Beni mahcup etme can yoldaşıma/ Erkeklik
öldü mü bre tohtur beğ” dedin, ilâçsız, çaresiz, gariban hastalar geçti
gözümüzün önünden. “Hâkim Bey” dedin, çözülmeyen asırlık dâvâlar, mahkeme
duvarları canlandı zihnimizde… Hele bir bayram sabahını anlatışın var ki okuyup
da duygulanmamak, insanlığımızdan utanmamak mümkün mü?
“Güneş
yükselmeden kuşluk yerine/ Bir adam camiden döndü evine/ Oturdu sessizce yer
minderine/ Kızı ‘Bayram’ dedi yalınayaklı/ Adam ‘Bayram’ dedi tam ağlamaklı…”
Bir nesil
senin yazdığın şiirleri emerek büyüdü. Şiirlerin beste oldu dillerde, marşların
otağ kurdu gönüllerde… 80 öncesi gençliğinin büyük çoğunluğu “Hak Yol İslâm Yazacağız”
şiirini ezberledi, okudu. Bir nesle tercüman olmuştun ve “Beni dinle ey kadı/ Bozuldu
işin tadı/ Zulümse bunun adı/ Kenan yapsa da aynı/ Yunan yapsa da aynı” diyecek
kadar yürekliydin ihtilâl günlerinde.
“Suları
ıslatamadım” diye hayıflanma. “Akıl Karaya Vurdu” ve sen Sırat’tan ince sevda
köprüsünü sevdiğinle beraber gözü kapalı geçecek kadar âşık olduğunu gösterdin
bize.
“Gönüldeki
birlik kalkandır dışa/ Aldırma ayaza, yele, yağışa/ Giden ilkbahara, gelecek
kışa/ Beraber göçelim, tut ellerimden…”
Rüzgârın uğultusuna
karışır sesin ve sen çoktan özlediğin dosta doğru yolculuğa çıkmış olursun, hem
de “Tabutta bile gözlerim/ Bakar gider dosta doğru” diyerek…
Şiirlerinde söylediği
gibi, mezar kirlenmesin diye toprağı, gölgesinde oturduğu yaprağı, tabutuna
sarılan bayrağı, suyundan içtiği kaynağı incitmedi.
Dağlardan boz dumanlar
yine çekilecek, yine yaylalara çıkılacak, sen göremeyeceksin belki ama
yüreğimizdeki “Anadolu Sevgisi” senin şiirlerinle yeşerecek. Artık sadece “Lâmbada
titreyen alev” değil, biz de üşüyeceğiz senin yokluğunda. Ay ışığında uyuyan
göllere çizdiğin resimlere bakacağız, yüreğini pay ettiğin sayfalara
dokunacağız içimiz burkularak… Hasan mektup yolu gözleyecek, Mihriban
yetimliğin acısıyla boynunu bükecek. Mihriban türküsünü yaşadıkça sen de
yaşayacaksın. Biz biliyoruz ki, “Âşıklar ölmez”.