Yolcu

Yolda olmak umuttur, özlemektir ve nihayetinde ise vuslattır. Zahmeti çok olan dünya hayatının rahmeti de o oranda fazla olacaktır. Çünkü Rabbimiz mutlak adalet ve hikmet sahibidir.

“BİR anadan dünyaya gelen yolcu/ Görünce dünyaya gönül verdin mi?/ Hep yolcuyuz, böyle gelir gideriz;/ Dünya senin vatanın mı, yurdun mu?” (Neşet Ertaş)

İnsanoğlu istemsizce anne karnından fâni dünyaya, yine aynı korku ve isteksizlikle gerçek vatanı olan ebedî âleme geçmek istemez. Gelirken yalnız başlattığı bu yolculuğu nihayetinde giderken de tek başına yapacaktır. Bu seyahatin başlangıç zamanını biz belirlemediğimiz gibi bitiş kararı da bize ait olmayacaktır. Bu sebeple, bulunduğumuz her mekân ve zamanda hem misafir, hem de yolcuyuz. Bazı yerlerde biraz fazla oyalansak da hiçbir menzilde kalıcı değiliz.

Böyle olmasına rağmen insan korkar ve tedirgin olur mekân değiştirmekten. Her şeyin bildiği ve tanıdığı hâliyle devam edip gitmesini ister. Kaza ve kader, boynuna taktığı kemendiyle savurur insanoğlunu oradan oraya; bazen isteyerek, bazen de istemsizce. Çoğu zaman müsaade etmez onun bu yersiz direncine. Fakat insan bilmez zaman ve mekândaki değişimler olmasa kendisinin değişip gelişemeyeceğini. Hâlbuki bir sonraki adımdır insanı geliştirecek ve değiştirecek olan.  

Rabbimizin bizleri bu âleme göndermedeki muradı, O’na kul olmak ve tekâmül yani olgunlaşmaktır. “Ömür” dediğimiz, farkında olalım ya da olmayalım, saatin akrep ve yelkovanı gibi, başladığımız yere tekrar dönüş yaptığımız bir yolculuktur. Bu dünya serüveni, nihayetinde yol ve yolculuktan başka bir şey değildir. Yol kadar yol arkadaşları da önemlidir. Anne ve babamızla başlayan bu yolculuk eş, dost ve kardeşlerimizle devam ederken, yol boyunca her durakta yeni kişiler dâhil olur. Onların varlığıyla çoğu zaman kendimizi güvende hissederiz. Bir zaman hayata onların dünyasından bakar, onlar gibi bakar, onların sevindiklerine sevinir, üzüldüklerine üzülürüz. Yol boyunca başka insanları ve hayatları tanıdıkça, her şeyin tam olarak, onların söyledikleri ve yaptıkları gibi olmadığını fark etmeye başlarız. Çatışırız onlarla kimi zaman sessiz ve derinden, kimi zaman ise gürültülüce.

Yolculuğa başladığımız ana ve babamız, birçok görüş ayrılıklarımız olmasına rağmen güvendiğimiz dağ ve sığındığımız liman olma görevini her daim sürdürür. Bu sebeptendir yakınlarımızı kaybedişlerimizdeki sarsılmalarımız ve yıkılmalarımız. Yol boyunca muadillerini koyarız onların olmadığı yerlerde; bunlar kimi zaman bir eş veya dost olur. Birlikte başladığımız bu yolculukta bazen kayıplar yaşarız. Bazı kimselerle farklı sebeplerden yol ayrımına geliriz. Son durağa gelinceye kadar, ara ara yenilerinin dâhil olup bir süre eşlik ettiği bu süreç böylece devam edip gider.

Bütün bunlar olup biterken, insan bazen büyük mutluluklara, kimi zamanda derin acılara gark olur. Bu yolculuğu güzel yapan şeyler dostluklar, fedakârlıklar ve hatıralardır. Yolu çekilir kılan, yoldan ziyade refiktir. Yol boyunca şaşırıp saparsak tali yollara, bizi tekrar anayola çıkartacak olanlar onlardır. Bizi birbirimize tanıtıp sevdirecek olansa çıkılan bu hayat yoludur. Aslında bütün çabalarımız ve oyalanmalarımız, en derinden hissettiğimiz yalnızlığımızın çığlığına kulak tıkamak içindir. Ömür mefhumunun özü ve özetidir bütün bu yaşadıklarımız.

Yaptığımız yolculuğun zahmetidir varılacak olan yerin kıymetini artıran. Bu yolculuğun bir gün biteceğini bilmek bile aslında insanı mesut etmelidir. Bu dünyayı bu kadar katlanılabilir ve yaşanılabilir yapan en önemli gerçekse ahiret âleminin varlığı ve ona olan inancımızdır. Kolaylık zamanlarını düşünen insan, ancak o zaman katlanır bu kadar yol zahmetine.

Yolda olmak umuttur, özlemektir ve nihayetinde ise vuslattır. Zahmeti çok olan dünya hayatının rahmeti de o oranda fazla olacaktır. Çünkü Rabbimiz mutlak adalet ve hikmet sahibidir.

Baştan bilmediğimiz bu yola rehbersiz çıkmışsak eğer, yoldaki tehlikelerden haberi olmayanın işi oldukça zordur. Yolun tehlikeli yerlerinden habersiz olduğumuz gibi çoğunlukla yan kesici veya eşkıyalarla karşılaşma ihtimâli her zaman mümkündür. Birlikte yola çıktığımız insanlarla yolunda gitmezse işler, rayından çıkmışsa bazı şeyler, yol yakınken yol vermek gerekebilir. Bizden önce bu yolları kat etmiş, elinde haritası olan, yolun tehlikelerinden ve tuzaklarından haberdar olan, yol yordam bilenlerle yolculuk ve yol arkadaşlığı yapmak, kişinin en büyük şansı olsa gerek. Çıkılan bu yolda insan üzerindeki yükün azlığı belli oranda konfor sağlarken, azıksız ve susuz yola çıkmamak, yolculuğun olmazsa olmazlarındandır. Yapmış olduğumuz bu yolculuğun sonunda ulaştığımız menzile elimiz boş varmamak, yolun adaplarındandır; Cenab-ı Hakk’a kulluk ve sevgimizin nişanesi olarak dünya hayatından götüreceğimiz iyi işler ve salih amellerimiz gibi… Ve “İman edip dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlara gelince, onlar için de konak olarak Firdevs cennetleri vardır” (Kehf, 107) ayetindeki gibi…

Şöyle rivayet edilir: Genç bir adam bir dervişle yolculuğa çıkar. Yorulunca bir ağaç gölgesinin altında mola verip dinlenirler. Yolluklarını çıkarıp karınlarını doyurduktan sonra, susayan derviş, genç adamı uzakta görünen köye su alıp getirmesi için gönderir. Genç delikanlı köy çeşmesine varınca orada su doldurmakta olan güzel bir kızı görür ve âşık olur. Gider, babasından ister ve evlenirler. Delikanlı böylece çoluk çocuğa karışır. Dünya telaşı, geçim derdi, bağ, bahçe ve tarla derken çocukları da büyür ve onları da evlendirir. Eşi de olmak üzere sevdiklerini tek tek kaybedip yalnız kalınca düşünmeye başlar. Kendi kendine, “Ben bu köye niye gelmiştim?” der. Daha sonra neden geldiğini hatırlar ki yol arkadaşı olan derviş, onu köyden su alıp gelmesi için göndermiştir. Kendi kendine, “Ne kadar çok oyalanmışım, ben ne yaptım?” diyerek hayıflanır. Sonra kalkıp gider dervişten ayrıldığı ağacın dibine. Bakar ki, derviş hâlâ onu orada beklemektedir ve şöyle der: “Ha oğlum, nice oldu gideli, bir su alıp geliverecektin?”  

İnsanın hayat serüveni, derviş ile yolcu hikâyesinde anlatıldığı gibidir. Elest Bezm’inde verdiği bir söz üzerine çıkıp geldiği bu dünyada, dervişe verdiği sözü unutan yolcu gibiyiz. Âdemî beşerin “dünya” dediğimiz bu âleme gönderilmesindeki maksat, hak ve hakikati idrak etmekten başka bir şey değildir. Derviş ile yolculuğa çıkan genç delikanlının hikâyesi, insanoğlunun unutkanlığını, gafletini ve şaşkınlığını anlatan ne güzel bir hikâyedir.

Bizler de hikâyedeki genç delikanlı gibi hayatın renkli, şatafatlı ve debdebeli görüntülerine aldanıp, “Ben burada ne yapıyorum?” veya “Buraya neden gönderildim?” sorularını kendimize sormaktan imtina ediyoruz. Kur’ân-ı Kerim’in tabiri ile oyun ve eğlenceden ibaret geçici bu dünya hayatında uğradığımız menzillerde kalıcı olmadığımızı ve oyalanmamamız gerektiğini unutuveriyoruz. Dolayısıyla buraya ait sorun ve sıkıntılarla birlikte yaşadığımız olumlu veya olumsuz tüm duygularımızın kalıcı olmadığı da aklımızdan çıkıp gidiveriyor.

Bir ağaç altında gölgelenmek kadar kısa olan bu hayatta aslolan, Yaratan’a kulluk etmek ve insanlığa faydalı işler yapmaktır. Yolcu, yolunu kendisine gönderilen kitap ve elçi rehberliğinde kat ettiğinde akıbet de, varılacak menzil de hayırlı olur. Yol ve yolcu fânidir, Bâkî olan Allah’tır.

“Yeryüzünde bulunan herkes fânidir. Yalnız sonsuz büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin Zâtı bâki kalacaktır.” (Rahmân, 26-27)