SERİN bir memleketin
akşamından geldim buraya. Sözlerimi başka mevsimlerden topladım. Her mevsimden
bir cümle taktım ki koluma, herkesle konuşacak bir şeyim olsun. Anlaşılmak için
anlatmaya geldim.
Sözler
görüyorum yarım yarım. Mecâliniz mi yok anlatmaya, yoksa tasalanmıyor musunuz
anlamaya? Bunca soru işareti nereye gidiyor?
Büyük
büyük kederler görüyorum içlerinde insanların. Hangi mevsimden gelirse gelsin,
keder sırıtıyor bir tebessümün içinde. Bilmiyorum, nasıl başlanır bu sözlere…
Ücra
köşelerde, sesi çıkmamış derin kederler hemen şurada, içimizde. Dağ gibi
insanları saran bir sis bulutu üzerimizde… Sanki bir ses değil de belli
belirsiz yankı var. Bazen haykırmadan da bağırır güçlü duygular. Anlamak
isteyince fısıltılar da sahne alır. Uğultulu tepelerine mikrofon tutuyorum ovaların.
Şunu sormak istiyorum: “Bunca mutlu insan, bunca kederini hangi denizde boğdu?”
Bekletmeden
cevap veriyor: “Bunca mutlu insan, bundan da büyük kederini bir damla
gözyaşında boğdu.”
Her
insan, her mevsimi yaşadı şu kısacık ömründe. Ve öğrendi mutluluğu
mutsuzluktan, hüznü neşeden, bolluğu darlıktan… İnsan dünyaya rağmen yaşamayı
öğrendi. İnsan, insana rağmen yaşamayı öğrendi.
Karanlığa
batmadan aydınlanmıyor gökyüzü. Yaşadık, gördük. Âlemin de bir nizamı var.
Zifir olmadan uğramıyor aydınlık. Bu, nizamın bize, “Geceye sabretmeyene gündüz
yok” deme şekli. Öyleyse kederlerimizi sevemez miyiz? Kederlerimizi dünya
hayatına terk edip gideceğimiz bir günün mevcudiyetini hatırımıza getiremez miyiz?
Belki her şey daha kolay hâle gelir. Belki de sadece anlam kazanır bunca
yorgunluk. Zaten en ihtiyacımız olan şey de bu değil mi? Yani “anlam”…
Onu
aramıyor muyuz baktığımız her yerde? Hayatı ve bu hayata dâhil olan her şeyi
kabullenmek, ona rağmen hayatı benimsemek, anlam arayışımızın birinci adımı
olabilir. Yolumuz hep düzlük, günlük güneşlik olmayacak meselâ. Hep bayır aşağı
koşmayacağız elimizde çiçeklerle. Bazen de yağmur, çamur, kar, kış, yokuş… Her
hasretin sonu vuslat olmayacak. Buna rağmen derin bir of çekip hasreti
bağrımızda hissedebileceksek baş koyalım bu yola.
Hayatın
ihtimâller sahasını seven, imkânlarını da fark edebiliyor. Çünkü her şey
yolundayken herkes iyi olur. Sınanmadığı müddetçe herkes iyi insandır. Biz,
bizi sınayanı da heybemize alıp geçemez miyiz bu yollardan? Hem de iyi kalarak…
Hem de biz kalarak… O zaman bunca kederi boğarız bir damla gözyaşında. Bir
damla samimiyette boğarız dünyanın yükünü.
“Dünyayı
dünyaya rağmen sevmenin bir yolu olmalı” diyorum. Yaşamayı kedere rağmen
istemenin, yarından hep ümitvar olabilmenin, geçmişe bakmanın ve fakat orada
kalmamanın bir yolu olmalı…
“Yollar
değişir belki, fakat yolcusuz kalmasın” diyorum. “Yol nefsimizi de, bizi de
eğitsin” diyorum...
Bazen
yolda kalırız, bazen yolu şaşarız, bazen de yoldan cayarız. “Fakat yolda olma
hâlinden ve istikameti bulma gayretinden mahrum kalmayalım” diyorum. Çünkü
hayat durağanlığı sevmiyor. Yollarına düşmüş birilerini görmeyi arzuluyor.
Yollarına düşmüş birilerine, yolun çetrefilini çekebilene mevrid hediye ediyor.
Hayat
yolunda karşılaştığımız her zorlukla barışmak dileğiyle iyi yolculuklar…