“YOL yordam bilmek” diye bir deyimimiz var. Toplum içinde davranış kurallarını ya da bir işin yöntemini biliyor olmak, anlamındadır. Zamanımızda ise özellikle büyükşehir trafiğinin oluşturduğu bir deyim var: “Ölürüm de yol vermem, yordamı da hiç kafaya takmam.” Yani, kural falan bilmem, sakinleşip sağlıklı düşünmem, onun yerine hemen öfkeme teslim olup aksiyona bakarım demek…
Ankara’da trafik manzaralı bir yaşam içinde en çok karşılaştığım manzaralardan biridir trafik kavgaları. Akşam haberlerinin de vazgeçilmezi olmuştur artık bu durum. Öyle ki artık film izler gibi izliyoruz her gün.
Önceleri sabrın sınırı diye bir şey vardı, zamanımızda sınırlar tamamen kalkmakta. Sabır kelimesi anlamını yitiren bir ifade artık. Çok basit bir olay, sebeple alakasız bir biçimde haklılık inadı ile ve öfkenin desteği çok karmaşık bir durum ortaya çıkarabiliyor.
Burada tartışılan konu sadece basit bir trafik olayı değil, ufak bir hadisenin nasıl büyük bir olaya dönüşebildiğini görmek adına, toplumumuzun içini çürüten birbirine yabancılaşma, dışlama, en ufak bir hadisede sanki cephede düşmanla mücadele ediyor gibi tavır takınma gibi durumlara dair bir inceleme. Örneğin, hepimizin şahit olduğu yol hikâyelerinin en basiti bir korna sesi… Evet, sadece bir korna sesi, taraflar kendini kontrol edemediğinde bir faciaya dönüşebiliyor. Gereksiz yere ısrarla çalınan bir kornaya ben de çok şahit oldum. Tahammül sınırımız çok azaldığı için bir noktada artık birinin damarına basabiliyor o korna sesi. Apartmanlarda da gürültü yüzünden benzer hadiseler yaşanabiliyor. Ne gürültüyü yapan taviz veriyor ne de şikâyetçi olan anlaşma taraftarı olabiliyor, çünkü nedense sanki hepimizin sabır ve hoşgörü depoları boşaldı.
Kolay kolay sakin kalamıyoruz artık. Biz ne ara bu kadar öfkeli ve saldırgan olduk? Oysa bizim milletimizin en yüce değerlerinden birisiydi hoşgörü. Şimdilerde nereye kayboldu ya da kimler sakladı? Birkaç saniye bir şey yapmasak, geçip gitsek, durup düşünsek, alttan alsak, sen haklısın desek, karşı taraf anlaşma taraftarı değilse susup geri çekilsek ve konuyu ilgili makamlara iletsek, ne bileyim, birçok çözüm bulunabilir istenirse. Günler sonra aklımıza bile gelmeyecek bir anlık hadiseyi zihnimize kazımak ve bütün bir ömür yakamıza yapışmasına neden olmak. Diğer türlü bir dakikada bitecek olayı bütün ömrümüzü etkileyebilecek bir hadiseye çevirmek zorunda mıyız?
Kimsenin bize laf söyleyememesi, kızmaması, üstümüze yürümemesi gerek, el kol hareketleri hiç affedilecek şeyler değil zaten. Doğru bu söylenenleri kimse bize yapmamalı ama biz yaparsak da karşı taraf anlamalı ve kabul etmeli. Ne kadar adil değil mi? Acilen toparlanmalıyız. Toplumca psikolojimiz bozuk, bu konuda yetkililerin çözüm üretmesi gerek. Öncelikle kamu spotları ile farkındalık oluşturulup toplumun her kesimine ulaşılmalı, sonra da diğer gerekli adımlar atılmalıdır.
Sloganımız her şey olabilir, “Yol ver hayata”, “Bırak gitsin”, “Bir ormanı bir kıvılcım, bir ömrü anlık bir öfke yakabilir”…
Hayat değerlidir. Hem kendi hayatımız, hem başkalarını hayatı, bir karıncanın, bir yaprağın, bir serçenin hayatı ve varlığı değerlidir. Anlık öz kontrol kaybı ile bu yüce değere zarar vermek çok üzücü.
Sanıyoruz ki bu tür hadiseler iki kişi ya da iki grup arasında yaşanan olaylar. Hayır, hepimiz etkileniyoruz bu durumdan; geleceğimiz olan çocuklarımız ise daha çok etkileniyor daha çok yıpranıyor. Ortaokula giden çocuklarımın akşam okulda edindikleri izlenimleri anlattığında içim daralıyor. Sokak ağzı küfürler, zarar verici tartışmalar, polis ve ambulanslı günler…Bu çocukların ne ara kelimeleri bu kadar hasta oldu, ne ara bu kadar kavgacı, duyarsız ve düşüncesiz oldular?
Çocuklarım ile neredeyse her gün konuşmak zorundayım; bunun sebeplerinden birisi de dışarda duydukları arızalı kelimelerin yerine geçecek kelimeleri zihinlerine işlemek, zihin ve kalplerini onarmak, doğruyu ve güzeli aşılamak… Bu yaşlardaki çocuklar birer kayıt cihazı gibidirler, aile ve çevrede ne varsa kaydeder ve sonra bu malzemeleri kullanarak kişilik oluşturur ve ona göre hareket ederler. Toplumun, eğitim sisteminin ve aile kurumun sorumluluğu çok büyük, çok ciddi ve hassas lakin bu önem sahada görülmüyor artık. Kitap alıntılarına kaldı işimiz.
Trafikte yaşanan hadiseler de çevreyi etkisi altına alan hadiselerden. Çocuklar ve gençler bu tür hadiselere çok meraklı, zihinleri hazırlıksız ve çabuk etkileniyorlar. Dün akşam balkonda otururken karşılaştığım bir manzara beni çok etkiledi. Altı yaşlarında bir erkek çocuğu çok rahat ve kasıtlı bir tavırla kendi yaşlarında kaldırımda durmakta olan bir kız çocuğuna omuz atıp geçti. Kız çocuğu korkup evine koştu ve peşinden annesi hemen sokağa çıkıp çocuğa bir şeyler söylemeye çalıştı. Ben duyamadım ama olaya şahit olan eşimin söylediğine göre çocukla konuşmanın imkânı yokmuş, yüz kızartıcı küfürlü ifadelerle anneye de karşı durmuş. Şimdi bu çocuğa bu yaşta bunu yaptıran etkenler bir tane değil bin tanedir. Genlerine işlenmiş ve refleks olarak dışarı taşan bu etkenler, aileden başlayıp dışarıda gördüğü ve duyduğu her şeyin tuğla tuğla ördüğü bir benlikten geliyor. Şaşkınlıkla ve üzüntü ile söylemek istiyorum ki, altı yaşında bu aşamaya gelen bir kişilik, önlem alınmaz ise nereye doğru yolculuk yapıyor olacak?
En son şahit olduğum bir yol verme kavgasından bahsetmek istiyorum. Yokuş aşağı bir sokakta arabalar karşı kaşıya geliyor ve bir yol verme sıkıntısı, sonrasında seslerin yükselmesi sonucu sürücüler araçlarından çıkıp önce sözsel sonra fiziksel saldırısı, çevrenin ayırma çabaları, bir ara bir tarafın aracından çıkan kocaman bir sopa ve yine bir süre sonra bir tarafa desteğe gelen tanıdıkların olayları büyütmesi… Konuşulanları duyma imkânım yok, uzaktayım ama şahit olduğum şey bana yetiyor. Üzülüyorum, o kocaman sopanın araca ne niyetle konduğu belli. Kendini korumak içindir elbet ama benim gördüğüm şey ise sopayı tutan bir öfke ve nefret duygusu idi. Bu kadar yoğun birikmiş duygular ufak bir kıvılcım ile hiç tanımadığı bir insana boşalıyor.
Yol verme tartışmaları bana göre en basit, en anlamsız, en ufak olaylarından. Bir kibrit alevi olarak bile olamayacak bu kadar küçük bir kıvılcımın tartışma uzadığında bu kadar büyük yaralar açması insana gerçekten yakışmıyor. Koca koca insanlar topluma böyle mi örnek olacak? Çevreye yaydığınız o zararlı duygular hepimizi zehirliyor. Ne yaptığınızın farkında mısınız?
İster otobüs olsun ister dolmuş ya da servis aracı, yolculuk esnasında diğer sürücülerle ara sıra sözsel sataşmalarına şahit oluyorum. Olmaması nerdeyse imkânsız. Yollarımız dar, araç sayısı her geçen gün artıyor, sinirler gergin, bir tarafta deniz bir tarafta orman manzaralı dört şeritli bir yolda seyahat etmiyoruz sonuçta. Bir yerlerde bir tıkanıklık illaki oluyor ve bunu en kısa sürede aşmak yerine camı aralayıp birbirine el hareketi ve sözsel sataşma yapan taraflar, ısrarlı korna sesi ile yeri göğü inletenlerin gerçek nihai niyeti ve hedefi ne ola ki? İşin ilginç bir yanı da içinde yolcusu bulunduğum araçlarda onlarca şahit olduğum bu tür sataşmaların neredeyse hiçbirinde sürücü koltuğundaki kişinin “Evet burada ben hatalıydım, yanlış yaptım” şeklinde kendini hesaba çektiğine şahit olmadım. Oysa gerçekten haksız ve tehlikeli hareketler yaptıkları hâlde bunu göz ardı edip karşı tarafa anlık yüklenmeleri kaybettiğimi birçok değeri göstermesi açısından önemli bir gösterge benim için.
Bir sefer de haksız ve hatalı olsak... Ne kaybederiz gerçekten, hep beraber düşünelim; geri çekilsek, özür dilesek, yol versek neyimiz eksilir?
Ben ehliyet almıyorum, araç kullanmak istemiyorum. Trafik korkusu var bende. Hızla yol alan, birbirine adeta sürtünürcesine geçip giden bu ağır metal yığınlarından korkuyorum. Ben buradan bazı sürücülere de seslenmek istiyorum bu vesile ile: “Ben sizden de korkuyorum. Bakışlarınızdan, küfürlerinizden, öfkenizden, yabancı gibi davranmanızdan, korna seslerinizden korkuyor ve çekiniyorum. Varsın yollar sizin olsun. İnsanlara çok zulmetmeyin yeter ki!”
Bilirsiniz, trafik öyle bir olay ki, ne yaptırımlar, ne cezalar, ne eğitimler ne de zamanımızda artan akıllı sistemler bu sorunu tam olarak çözemiyor. Her durum için geçerli tek bir yol var: Kişi önce kendini bilecek, kendini düzeltecek ve sorumluluk sahibi olacak. Aile ve toplum yapısına uygun bir yaşam için çabalamayan, bireysel olarak hareket eden, duygu ve düşüncelerini kontrol edemeyen bir birey toplumda ne işle meşgul olursa olsun, ne yapıyor olursa olsun çevresine faydadan çok zarar verir.
Buradan her fırsatı kavgaya çeviren sürücülere seslenmek istiyorum… O kadar zor değil aslında yol vermek. Haklı olmak, güçlü olmak, kendini akıllı sanmak o kadar da akıllıca ve haklıca değil aslında. Yaşam sadece bildiğimiz ve inandığımız kadar değil, her gerçek, gerçek değil. Kader ağlarını okuyabilmek aklımızın sınırları dışında bir olay. O nedenle hayatı bize göre algılama ve ona göre yargılama lüksüne sahip değiliz.
Bugün bir nesil haklılıklarına, aklına, gücüne, makamına, hevesine ve diğer şeylerine göre takılıp inadıyla bildiklerini uygulamakta ısrar ederken, birçok nesil aynı şeyler yüzünden pişmanlıkların bin bir çeşidini yaşamakta. Değmez, inanın değmez; anlık tepki, düşünceler ve duygular ile hareket etmek ne akla ne mantığa ne kadere uyar. Elde edilecek tek sonuç pişmanlıkken bildiğinde ısrar etmeye söylenecek kelimeye dilim varmıyor.
Hepimizin kusurları var, düzeltemediğimiz yanlarımız var; bu yanlarımızın çevreye, topluma ve geleceğimize ne derece etki ettiğine bakmak lazım. Benim kusurum sadece bana ve yakın çevreme kısmi zarar veriyorken diğer bir kişinin yanlışı tüm toplumu etkileyecek bir şey ise konuşulması, tartışılması ve acilen çözüm aranması gereken kusur o olmalıdır düşüncesindeyim. İnsan noksandır, bildiklerine doğru ilerlerse noksanlığını lütuf sayar, noksanlığını bilirse kendini geliştirir, okur, anlar, Rabbine yaklaşır. Kendini düzelten görecektir ki zamanla hayatı da düzelir, çevresine ışık olur, insanlara ilham olur.
İnsanlara ilham olmanız dualarımla yazımı tamamlarken buradan yolda olana, yola çıkana tekrar seslenmek istiyorum: Gönlünde bir yol aç, insana, canlıya ve cansıza… Hayat bir nehir gibi akıp geçsin içinden; nehrin duru akışında dinlen, serinle, tertemiz olsun için. İçinden ne geçerse geçsin akıp gider, yeter ki akışa dur deme, set çekme, içindekilere çok takılma, kızma, isyan etme, vurma, bağırma, ama ama deme… Akıp gitsin işte…



