Yol ver Türk’ün bayrağına!

Şurası açık bir gerçektir ki, Türk dünyasının etkin bir birlik hâline dönüşmesi, önce Asya’daki Müslüman ülkelerin, ardından da Afrika ve Avrupa’daki Müslüman ülkelerin bu birlik ile entegre olmasına yol açacaktır. Çok değil, bir çeyrek, bilemedin bir yarım asır sonra dünyanın en etkin kutuplarından biri olacak olan Türk-İslâm kutbu, dünya üzerine yeni bir güneş gibi doğacaktır.

2023 yılında dünyanın en önemli seçimi olarak gösterilen iki turlu 14 Mayıs ve 28 Mayıs Türkiye Seçimleri, Cumhur İttifakı’nın birinci turda parlamentoyu, ikinci turda da başkanlığı almasıyla sona erdi.

Türkiye’deki bu seçimi dünyanın en önemli seçimi hâline getiren şey, 15 Temmuz 2016’daki Batı destekli hain FETÖ darbe girişiminden sonra Türkiye’nin izlediği bağımsız, yerli ve millî politikalardı. Bu darbe girişiminden sonra Türkiye, Atlantik İttifakı’yla ilişkilerini en düşük seviyede tutarak kendi millî çıkarlarını önceleyen bir politik yürüyüş gerçekleştirdi.

Devlet, önce Atlantik İttifakı’nın Türkiye’yi kontrol altında tutmak için daima elinin altında tuttuğu orduyu ve onun bağlaşığı olarak hareket eden yargıdaki kripto unsurları tasfiye etti. Ardından toplumsal huzuru terör ve tedhiş yöntemleriyle baltalayan PKK, DEAŞ, radikal Sol örgütler ve İslâmî görünümlü bildik kripto yapıların bir kısmını ülke içinde ezip bir kısmını da dışarı süpürerek sınır ötesine, büyük ölçüde de Suriye ve Irak’ın kuzeyine yaptığı operasyonlarla sınır ötesinde oluşturduğu güvenli kuşak altına attı.

Üçüncü olarak da Devlet, Atlantik İttifakı’nın Türkiye’yi içten çökertmek için kullandığı en etkili silahlarından birisi olan ekonomik manipülasyon kabiliyetini bertaraf etti.

Türkiye bu bağlamda, IMF’ye olan borçlarını kapatıp arkasından da faizleri indirerek altmış yıl boyunca piyasa hareketlerinin dengesini bozan Batılı tefecilerin lânetli sıcak paralarını bilinçli bir şekilde kovdu. Böylelikle Batı’nın 27 Mayıs 1960’tan beri başvurduğu “önce ülkeyi ekonomik buhrana düşürüp ardından bu buhranı bahane eden sokak hareketleri ve bu hareketlerin tamamlayıcı parçası olan askerî darbe plânlamalarını” bozdu.

Türkiye’nin özellikle 2013 yılından itibaren Gezi Eylemleri’ni finanse eden Soros elemanlarını ve onlarla beraber hareket ederek sokakları terörize eden ABD, AB, İsrail ve İran ajanlarıyla iltisaklı yerel casusları süreç içinde etkisiz hâle getirmesi çok önemliydi.

Şer plânı nasıl işletildi?

Emperyalistler, altmış yıllık örgütlenmelerini, 2013 ile 2016 arasındaki üç yıllık süreçte büyük bir başarıyla ortadan kaldıran yeni Türkiye’nin hamlelerine engel olamadılar. Böylelikle içteki etki ajanlarını büyük ölçüde kaybeden Batı, ABD Başkanı Joe Biden’in iktidara gelmesiyle onun seçim vaadi olan “Erdoğan’ı indirme projesi”ni muhalefet üzerinden yürütme kararı aldı.

Bu melun ittifak son üç yıldır bütün faaliyetlerini gittikçe artan bir dozla 2023 Seçimlerinde Erdoğan’ı devirme plânı üzerine yoğunlaştırmıştı.

Emperyalistlerin bu plânının iki ayağı vardı: Birinci ayakta ellerindeki siyâsî parti, STK ve klasik medya unsurlarını kullandılar. Bu plânın sahneye konulmasından sonra anladık ki, bizim Sağcı, Solcu, liberal, millî ve İslâmî çizgide sandığımız unsurların asıl patronu ABD ve şürekası imiş. Bunlar Baykal’ı tasfiye ederek CHP’nin başına getirdikleri Kılıçdaroğlu’nu sinsi gayelerinin maşası yaparak yanına da Ülkücü kisvesinde geçinen Akşener’i yerleştirdiler. Emperyalistler, devşirilmiş bu iki siyâsî figürü, AK Parti içine sızdırdıkları elemanları Babacan ve Davutoğlu ile desteklediler. Bunları da Erbakan sonrası ele geçirdikleri Millî Görüş maskeli Karamollaoğlu ve demokrat maskeli Uysal ile takviye ettiler.

Bunlardan daha vahimi ise, terörün siyâsî kolu olan HDP’yi, bu yapının gizli itici gücü olarak dizayn etmekti, yaptılar. Böylelikle elindeki bütün siyâsî unsurları sahaya süren Atlantik İttifakı, bu ucube kukla yapıyı, finanse ettiği gazete ve televizyon kanallarıyla sosyolojik bir taban üzerine oturtmaya çalıştı. Bu amacı gizlemek için de toplumu Erdoğan nefreti ile afyonlayarak özenle inşâ ettiği bu habis yapıyı halkın dikkatinden kaçırmaya çalıştı. Yetmedi, bu medya unsurlarını da Soros ve ona benzer yapıların fonladığı göstermelik anket şirketleriyle takviye etti.

Bu siyâsî mühendislik ve klasik medya dolaplarını da elinde muazzam bir güç hâline gelen sosyal medya ile entegre ederek devasa bir algı gücü oluşturan emperyalistler, yüz binleri bulan sahte (fake) hesaplarla yerli ve millî unsurların üzerine emsali görülmemiş bir linç kampanyası ile gelmeye başladılar. Türkiye üzerinde oynanan sosyal ve klasik medya oyunlarının temelinde yalan, iftira, itibarsızlaştırma, gülünç hâle düşürme ve ötekileştirme gibi bilindik istihbarat argümanları vardı.

Bu faaliyetlerin ana hedefinde ise bu seçimlerde oy kullanacak olan altı buçuk milyon civarındaki 18-25 arasındaki genç kuşak vardı. Bu kuşağı bilinçli şekilde “Z Kuşağı” gibi flû bir aidiyet sarmalının içine alan küresel akıl, bu sarmal içinde kaldığına inandığı Türk gençliğini bütünü ile devşireceğini hesap ediyordu. Bu gençleri Yeni Türkiye’nin hedeflerinden uzaklaştırmak ve iflah olmaz bir Erdoğan nefreti ile doldurmak için yıllarca uğraştılar. Bu amaçla içerideki mafya unsurlarını dışarı çıkararak bunları fitnede profesyonel hâle gelen FETÖ unsurlarıyla bir araya getirip yalan dolan, karalama ve iftira videolarıyla bu gençleri adeta büyülediler.

Bütün bunlara bakınca kusursuz bir fitne tıkır tıkır işliyormuş gibi görünüyordu. Lâkin Türkiye söz konusu olunca Batı’nın anlamadığı ve bir türlü çözemediği bir muamma vardı ki, o da Türk milletinin asil genlerinde bir uyarıcı olarak dolaşan devlet refleksiydi. Tarihi boyunca devletsiz kalmayı akbabalara yem olmak olarak gören Türk milleti, devletinin bekâsı söz konusu olduğunda hiçbir şeyi hesaba katmayarak mücadeleye giren bir millet idi. “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” ilkesi, Türklerin ortak bilincindeki en kadim yasalardan biriydi. Batılılar, devlet ile millet arasındaki bu köklü ilişkiyi tam anlamıyla çözemedikleri için kendilerince oluşturdukları kusursuz fitnenin sonuç vermesini beklemeye başladılar.

Dıştan bakıldığında hayat pahalılığının bir iktidarı götürmesi olağandı. Uzun süren iktidarların yıpranarak yer yer halktan kopması doğruydu. Ekonomileri yıkan ve halkın ruh ve sağlığını buharlaştıran Pandemi’nin hükümetleri acz burgacına sokması normaldi. Bunlara ilâveten, ülkenin sekizde birini yerle yeksan eden bir depremin oluşturduğu psikolojik çöküntünün bırakınız iktidarı, iktidarları alaşağı etmesi kaçınılmazdı. Şartlar tam bu noktada Atlantik İttifakı’nın istediği gibi gidiyordu.

“Millet İttifakı” adıyla kurduğu şer yapı, içerideki market kartelleri ile işbirliği yaparak soğan ve patates üzerinden iktidarı silkeliyor ve oldukça iyi bir kampanya yürütüyordu. Ama bu ittifak ne zaman ki ağzındaki baklaları bir bir çıkarmaya başladı, zehirledikleri gençlerin ve uyuttukları halkın gözündeki perdeler açılmaya başladı. Neydi bu baklalar? “Selo ve Kavala’yı hapisten çıkaracağız, kayyum sistemine son vereceğiz, yerel özerkliği tanıyacağız, SİHA’lara dokunacağız, askerimizi sınır ötesi bölgelerden çekeceğiz…”

İşte bu herzeler, Türk milletinin derin bilincinde soğan-patates söyleminin bir örtmece olduğunu ortaya çıkardı. Bu aziz milleti göbeğini kaşıyan ve makarnaya koşan insanlar olarak horlamaya çalışan bu mankurtlar, günün sonunda Türk milletinin derin ferasetinin akıllarının alamayacağı bir ufuk derinliğine sahip olduğunu sandığa gömülünce anladılar.


Feraset ve irfan Türk’ün azığı

Yüz yıl önce “fakr u zaruret” içerisindeyken bile emperyalistleri ve onların maşası olan Yunan ordusunu denize döken bu millet, yüz yıl sonra aynı mücadeleyi bu kez top ve tüfekle değil, feraset ve irfanla yeniden yaptı. Batılı medya organlarının seçimlere yakın bir süreçte Başkan Erdoğan’a yönelik diktatörlük yaygaraları ve kukla adayları Baybay Kemal’e söylettikleri üç yüz milyar dolar vaatleri beklenenin aksine bir etki yaptı.

Türk milleti bu boş vaatler yerine, depremin yıktığı bölgelerde yükselen binaları daha sahici buldu. Kılıçdaroğlu’nun asgarî ücreti on beş bine çıkarmak gibi uçuk vaatleri yerine, iktidarın vaat ettiği enflasyon üstü refah payını daha gerçekçi buldu. Kendi derdine kendisi gibi yanan iktidar ile içinde bulunduğu durumu siyâsî amacına ulaşmak için istismar eden kukla muhalefeti çok iyi ayırdı. Sonuçta ilki 14 Mayıs’ta, ikincisi de 28 Mayıs’ta olmak üzere sağlı sollu iki Osmanlı tokadıyla dâhilî ve haricî bedhahların heveslerini kursaklarında bıraktı.

Bu seçimleri izleyecek olan beş yıl, -dünyanın toplu durumu da göz önüne alınırsa- Cumhuriyet tarihinin en kritik beş yılıydı. Tam da yükselişin başladığı ve bağımsızlık hamlelerinin meyvelerini vereceği bir dönemde kaybedilecek bu beş yıl, bu canım ülkeyi en az bir asır geriye götürürdü.

Ya tersi olsaydı?

Savunma sanayiinde İnönü ihanetiyle tarihe gömülen birinci hamlemiz gibi bu yeni hamlemiz de akim kalabilirdi. Hele Kılıçdaroğlu’nun efendilerinin eline tutuşturduğu Azerbaycan’sız bir haritayı “Türk Yolu” olarak nitelemesi, Türk milletinin kadim aklıyla alay etmekten başka bir şey değildi. Bu proje, kadim Türk aklının Karabağ’ı özgürleştirerek Türkiye’yi Zengezor koridoru üzerinden Azerbaycan ve Türk dünyasına bağlayan Turan yolunu devre dışı bırakmak anlamına geliyordu. Bay Kemal’in elindeki ihanet haritasının Atlantik İttifakı ve İran merkezli bir proje olduğu çok açıktı.

Atlantik İttifakı’nın bu projeden maksadı, en basit ifade ile Türkiye ile Azerbaycan arasındaki bağlantıyı kopararak Azerbaycan’ı İran ve Ermenistan’a yem etmek ve Türk Devletleri Teşkilatı’nın en başat üyelerinden biri olan Azerbaycan’ı tekrar içine kapatmak ve Türkiye’nin bir cihan devleti olma rüyası olan “Türk Asrı” projesini çökertmekti. Böylelikle Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin Orta Asya yolu (Turan hattı) İran’a kıvrılacak ve Türk dünyasını ihya edecek olan orta koridorun önü kesilecekti. Türkiye’deki seçimlerin bu ihtimâli ortadan kaldırması üzerine ABD, bu kez Afganistan’daki unsurlarını İran’la kapıştırarak bu güzergâhın güvenliği konusunda akılları karıştırmaya çalışmaktadır.

Kukla Millet İttifakı’nın “Türkiye’nin asker bulundurduğu bölgelerden çekilmesi” vaadi, Sevr’in yüz yıl sonra hortlaması anlamına geliyordu. Türkiye, Suriye ve Irak’taki güçlerini çekince meydan terör örgütü PKK’ya kalacak ve ABD bu örgütü devletleştirerek hem Türkiye’den toprak koparacak, hem de bu bölgelerden Türkiye içlerine sürülen göçmen kitlesi ile Türkiye’de bir kaosun fitilini ateşleyecekti. Libya’dan çekilen bir Türkiye, Mavi Vatan tezinden vazgeçecek ve ister istemez bir kara devleti olmayı kabul edecekti. Ayrıca Akdeniz’de jeo-stratejik bir kara parçası olan Kıbrıs’ı da kaybedecekti.

Atlantik’in bir plânı da seçimlerde iç işlerimize karıştığı yalanıyla Rusya ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmekti. Kılıçdaroğlu’nun Rusya’yı suçlayan sosyal medya paylaşımı, bu plânın işaret fişeğiydi. Türkiye Rusya ile kapışınca, Karadeniz de güvenli bölge olmaktan çıkacak ve Karadeniz’in doğal zenginliğine yine uzaktan bakacaktık.

Bu seçimlerin bizim ve karşımızdakiler açısından ne kadar önemli olduğunu anlatmak, bir yazıdan çok, bir kitabın işi olduğu için bu bahsi burada bırakarak seçimlerden sonra önümüzde açılan beş yılın bize neleri müjdelediğine bakalım. Bu müjdenin nasıl bir geleceği işaret ettiğini görmek için seçimlerin ertesinde oluşan tabloya bakmakta yarar vardır.

Türkiye neye hazırlanıyor?

Bu seçimlerin sonucunu Azerbaycan halkı bizden daha büyük bir sevinçle karşıladı. Kosova’da, Bosna-Hersek’te, Libya, Lübnan ve Afrika’nın bazı bölgelerinde Türkiye lehine gösteriler yapıldı. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz: Türkiye, Türkiye’den ibaret değildir!

Türkiye’nin Türkiye Yüzyılı’nda en çok ağırlık vereceği proje, “Türk Devletleri Teşkilatları Projesi” olacaktır. Bu beş yıl içerisinde Türk savunma sanayiinin teknoloji harikası bütün ürünlerinin hiçbir kısıta tâbi olmadan Azerbaycan ordusunda kullanıldığını göreceğiz. Böyle bir Azerbaycan’ın -bırakın Ermenistan ve İran’ı- Rusya’dan bile endişesi olmayacaktır.

Türkiye ve Azerbaycan arasında imzalanan Şuşa Beyannamesi benzeri beyannamelerin Türkiye ile Özbekistan ve diğer Türk devletleriyle de oluşturulacağını ileri sürmek mümkündür. Türk savunma sanayiinin her türlü yüksek teknoloji ürünlerinin Türk dünyasının diğer bileşenlerine de verileceğini ve yakın bir gelecekte “Turan Ordusu” denebilecek bir ordu kurulacağı muhtemeldir. Çünkü önümüzdeki çeyrek asır içinde bu bölge büyük bir ticaret, enerji ve finans merkezi olacaktır. Bu bölgenin bu mahiyette görünmesi için kuvvetli, çağdaş ve caydırıcı bir orduya şiddetle ihtiyacı vardır.

Türkiye Yüzyılı, aslında bir “Türk Yüzyılı” olarak sonuçlanacak; Ön Asya ve Orta Asya’da “Türk Dünyası” denen ve bir mıknatıs gibi İslâm ülkelerini de kendine çeken yeni bir kutup oluşacaktır.

Evet, Türkiye sadece Türkiye’den ibaret değildir. Türkiye’nin arkasında Selçuklu ve Osmanlı’dan miras kalan, bir ucu Asya, bir ucu Afrika ve bir ucu da Avrupa olan büyük bir arka bahçe vardır. Tarih ve coğrafya -hâlihazırdaki dünyanın geldiği durum nedeniyle- bize bu arka bahçeyi işlememiz için önümüze sayısız fırsat sermektedir. Seçim zaferinden sonra bu imkânı elden kaçırma kaygısı geride kaldığına göre, Türkiye’nin yapacağı yegâne hamle, bu iki büyük mirası sağlam bir sosyolojik zemin üzerinde finans, enerji ve askerî desteklerle ihya etmektir. 

Tarih güneşimiz yüz yıl önce girdiği bulut arkasından yeniden baş göstermiştir. Artık Yıldırım Bayezid ile Timur, Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail el ele vererek dâhilî ve haricî düşmanların üzerine beraber yürüyecektir.

Türk asrında elimiz ve ayağımız Afrika coğrafyasından asla çekilmeyecektir. Türkiye’yi geleceğin en önemli kıtası olacak olan Afrika’da ABD, Çin, AB ve Rusya ile kıyasıya bir nüfuz mücadelesi beklemektedir. Bu kıtaya Libya üzerinden giren Türkiye; Sudan, Somali, Nijer, Nijerya, Etiyopya, Gine ve Burkina Faso gibi ülkelerle sıkı bir askerî ve ekonomik ilişki ağı içerisindedir. Yakın zamanda bu kıtada Fransa’dan daha etkin bir güç olacağımız günler yakındır.

Seçimlerin ardından Mısır ile kurulacak olan yeni münasebetler, bir Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması ile sonuçlanacak ve Akdeniz’de Yunan üzerinden oyun kuran Atlantik İttifakı’nın hevesleri kursağında kalacaktır.

Türkiye’nin önemli bir nüfuz alanı da Balkanlardır. Rusya’nın Sırbistan üzerinden Kosova’yı tehdidi bir çatışmaya dönüştüğünde, Türkiye, Karabağ’da Azerbaycan için verdiği desteğin bir benzerini Kosova için de verecektir. Kosova’nın ayakta durması demek, Arnavutluk ve Bosna-Hersek’in ayakta durması demektir. Buna kısmen Makedonya da dâhildir. Balkanlarda Türkiye’siz bir çözüm ve Türkiye’siz bir barış asla mümkün olmayacaktır.

Bu seçimleri izleyecek olan beş yıl, -dünyanın toplu durumu da göz önüne alınırsa- Cumhuriyet tarihinin en kritik beş yılıydı. 

Son söz

Aziz okuyucu, dünyanın gözünün neden bu seçimlerin üzerinde olduğu sanırım anlaşılmıştır. Seçimleri izleyen beş yıl içinde Türk dünyası dev adımlarla bir Türk Devletleri Birliği’ne dönüşecek ve bu bölgede oluşacak vakum, Rusya içindeki Türk ve Müslüman bölgeleri hızla kendisine çekecektir. Ukrayna Savaşı eğer Rusya Federasyonu’nu parçalarsa, ortaya çıkacak tablo en çok bizim işimize yarayacaktır.

Şurası açık bir gerçektir ki, Türk dünyasının etkin bir birlik hâline dönüşmesi, önce Asya’daki Müslüman ülkelerin, ardından da Afrika ve Avrupa’daki Müslüman ülkelerin bu birlik ile entegre olmasına yol açacaktır. Çok değil, bir çeyrek, bilemedin bir yarım asır sonra dünyanın en etkin kutuplarından biri olacak olan Türk-İslâm kutbu, dünya üzerine yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk’ün şanlı bayrağı, Çin’den Adriyatik’e, Balkanlar’dan Yemen’e kadar eski ihtişamından daha kuvvetli bir şekilde dalgalanacaktır.

Bu büyük coğrafyayı, dünyanın en iyi uçağı olan Kaanlar, dünyanın en iyi tankı olan Altaylar, dünyanın en iyi helikopteri olan Ataklar, dünyanın en iyi SİHA’ları olan Kızılelma ve Anka-3’ler koruyacaktır. Atmaca, Çakır, Tayfun, Bora, Yıldırım, Cenk ve Gezgin füzeleri akıncı beyleri gibi hudutlarda yer tutacak, Hisar ve Siper gibi hava savunma sistemleri düşmanı havada mefluç edecek ve Koral ile Sancak gibi elektronik harp harikaları düşmanı kör edecektir.

Aziz Türk milleti! Sen 14 ve 28 Mayıs’ta öyle bir seçim zaferi elde ettin ki Başkan Erdoğan’a verdiğin beş yıl, bu milletin ve bu ümmetin bir asrını kurtardı, senin irfanın içindeki hainlerin hıyanetini tarumar etti ve şer cephesini yıkıp hayır cephesini ise yükseltti. İşgal bayraklarını yırtıp ay yıldızlı kızıl bayrağı ulu göndere çekti.

Ne diyelim, yol ver Türk’ün bayrağına ey dünya, eski fatihlerin sancak elde geliyor!

Vesselâm…