Yoksunluğun, ölçüsüz ve bitimsiz varlığı

Bütün bahaneleri iptal et şimdi! Sana Allah’ı sevdirmeyen ya da sevdiğin hâlde o yolda yürütmeyen şeytanlarını tek tek öldür. Şeytanın birtakım Müslümanlar mı? Onların yanlışları mı seni Allah yolunda yürümekten alıkoyuyor? Aklında ve kalbinde yok et bu bahaneyi!

BİR yoksunluk ekidir hayat.

Hep bir şeysiz, hep bunsuz, onsuz ve onlarsızız. Bir de “yalnız” diye bir kelime var; etimolojisi Orhun Yazıtlarına dayanır, köklü bir geçmişe sahiptir ve adı gibi yalın bir yapısı vardır. Fakat yoksunluk eki olmadan büyük bir yoksunluğu anlatır.

Envaiçeşit anlamı vardır bir kere…

Yalnız demek, sensiz demektir. Bensiz demektir. Onsuz, bunsuz demektir. Bir anlamı daha var ki çok şey anlatır; yalnız demek, “kalabalıksız” demektir. Tenhalı ve kalabalıksız…

Yok/yokluk ve yoksunluk kavramları da hayli farklı adreslerin yoludur meselâ… “Yok” demek, olması beklensin ya da beklenmesin, durum tespiti bildiren bir olmayıştır; yoksunluksa varlığı derinlere işlemiş bir şeyin ya da kimsenin olmayışıdır. Bu iki olmayış hâli, benzer fakat ayrıktır.

Birileri bensiz kalabilir. Acılı ya da neşeli bir bensizlikte, yoksunluk ya da katışıksız bir yokluk olur bu… Birileri sensiz kalabilir; senin olmayışını yoksunluk ya da sıradan bir yokluk olarak tanımlayacak kişi yine sensiz kalandır. Yalnız kişi için de bir yokluk ya da yoksunluk algısından bahsetmek mümkün…

Birinin duygusunda ya da mekân algısında bir müddet bulunduktan sonra oradan ayrılmak ilk evrede “yok”luktur. İkinci evre; ayrıldığın mekânın ya da duygunun sahibinde nasıl bir açıklık bıraktığına göre şekillenir. Bir yerden gittiğinde, orada bıraktığın derinlik fazlaysa, bu, yoksunluk duygusunu besler. Fakat ayrıldığın kalp ya da mekânda sığ bir iz bırakıyorsan, bu sadece, bir zamanlar var oluşunun ardından olmayışının yarattığı durumun adı olan “yok”luktur.

Geride bıraktığın her ne olursa olsun, bir insan ya da bir şehir, ardından rüzgârı sürüklemiyorsan, sensizlik diye bir kavramdan bahsedilemez. Gitmek, arkasındaki gürültüye göre kıymetlenir. Tepki yaratmayan bir gidiş, geride hiçbir yoksunluk bırakmaz. Sâfî bir yokluktur seninki… Bir zamanlar var olduğun yerde olmayışının mantık sınırlarında kazandığı anlam, yokluktur. Ve bu sadece bir durum tespitidir.

O hâlde, yığınla yoksunluğu yük edinmiş kalplerimizde, aslında neyin yokluk, daha doğrusu var olmayış ve neyin yoksunluk olduğu hakkında bir perspektif açmalı. Çünkü bunu yaptığımızda, sen sensizlikten, ben bensizlikten kurtulmuş olacağız.

Amacımızın desteklediği gerçek şu ki, sen bensiz ya da ben sensiz kaldığımda, gerçek bir yoksunluğa düşmüş olmayacağız. Ne zaman ki ben bensiz kalırım ya da sen seni kaybedersin, işte orada el yordamıyla kapatılması mümkün olmayan bir yoksunluğun varlığından bahsediyor olacağız! En güçlü varlık, bir şeyin, olmaması kabul edilemez olduğu hâlde olmamasıdır. Bu öyle bir olmayıştır ki, o kadar güçlü bir olmamaktır ki, var olduğuna yemin ettiğin her şeyden daha büyük bir varlıktır.

Yokluk ve yoksunluk

Yürüyorsun, aşınmış ve zamanın gayretinde hüküm giymiş toprak yollarda adımların, toz bulutları meydana getiriyor. Güneşin yakıcı ama bir o kadar da uzak varlığı, yoluna bir rehber edâsıyla serilirken bir yandan da kederli vakitlerde iliklerine işlemiş soğuğu emiyor.

Isınmanın ve bunu sevebilmenin sana kattığı yürümek sevdâsını fark ediyorsun. Tek tük çalılar ve ağaçlarla renklendirilmiş tabiatın nağmesi de ilişiyor kulağına. Ve hiçbir yardımcı fiile ihtiyaç duymadan sadece yürüyorsun.

Bu yürümek mesele değil. Ayrıldığın adres ile varılacak, varılması umut edilen ya da varılması gerekli bulunan adres hakkında ne kadar bilgimiz varsa, meselenin kalbine inmek de o kadar mümkündür.

Sevmediğin bir yerden veya kişiden ayrıldığında, bu, “yokluk” kavramını temsil eder. Terk edilen kişi ya da şey, sevilmeyen fakat varlığı tanınan bir yokluktur. Ayrıldığın adresi hiç bilmiyor ya da hatırlamıyorsan, bu bir yokluk bile değildir. Fakat ayrıldığın yer/kişi sende cânsa, cânansa, yoksunluk tam olarak budur! Bu durumda yoksunluk, terk etmek ya da ayrılmaktır. Ve her adım, bu yoksunluğu büyüten bir ıstıraptır.

Yürüdüğün yollarda tek başına olmak, yine ilk evrede “yokluk”tur. “Yanında kimse var mı?” sorusunun cevabı olan “yok”luk…

Fakat yollarda tek başına yürürken yanında sevdiğin ve özlediğin biri yoksa ve sen bu yoklukla birlikte tek başınaysan, bu, “yoksunluk”tur. Yoksunluk, birinin ya da bir şeyin yokluğundan doğan güçlü bir varlıktır. Kimi zaman sırtında bir yük, kimi zaman kalbinde sızı, kimi zaman göğsünde boşluk olarak zuhur eder. Fakat bu derece istenen bir varlığın yokluğu, ağır, hantal ve acılı bir yoksunluk olacaktır. Bu yoksunluk, yoldaki ağaçlardan, iliklerini ısıtan güneşten, ayaklarında savrulan topraktan, arada bir esen rüzgârdan ve görünen tüm tabiat unsurlarından daha fazla seninledir ve daha gerçek bir varlıktır.

Sende ne var ne yok?

Varın var, yokun yok, yoksunluğun çok!

Fakir misin? Maddesel zenginliğin yok mu? Sorsalar şimdi “Küfe küfe altınların var mı?” diye, “Yok!” dersin… Bu bir olmayıştır. Bu bir “yok”tur, “yokluk”tur. Fakat inan bana, asla “yoksunluk” değildir.

Hasta mısın? Fiziksel sağlığın yok mu? Sorsalar şimdi “Sıhhatin yerinde mi?” diye, “Yok!” dersin. Bu bir olmayıştır. Bu yok ve yokluktur. Fakat gönülden söylüyorum, bu yoksunluk değildir.

İşsiz misin? Sabit gelirli bir işin yok mu? Sorsalar şimdi “İşin gücün yerinde mi?” diye, “Yok!” dersin. Bu katıksız bir olmayıştır, “yok”un eş anlamlısıdır. Ancak derinlerde bir sızı bırakacak kadar “yoksunluk” değildir.

Eşsiz misin, aşsız mısın, düşsüz müsün? Evin mi yok, malın mı yok, kasan mı yok? Dostsuz musun, çevresiz, muhitsiz misin? Elsiz misin, kolsuz musun? Yaşlandın mı, yalnızlaştın mı, kalabalıksız mısın? Ne var ne yok sende, biliyor musun?

Tüm bu saydıklarım ve çok daha fazlası yoksa sende, bu “Var mı?” Sorusuna verilen iki cevaptan biridir. Bu olmayışlar birer “yok”tur, “yokluk”tur. Fakat yoksunluğu anlattığımda, neyin var neyin yok, çözmüş olacağız.

Evin yoktur, bir gün olabilir ya da hiç var olmayabilir; bu yokluk, olması istenen bir şeyin olmayışıdır. Eşin yoktur, bir gün olabilir ya da hiç olmayabilir; bu olmayış, olması istenen ya da istenmeyen bir varlığın yokluğudur, yokluktur. İşin yoktur, ararsın, çabalarsın fakat sadece bir yokluktur. Sağlığın yoktur, iyileşmek için mücadele verirsin, kazanırsın ya da kaybedersin fakat bu katıksız bir “yok”luktur. Paran, malın, zenginliğin, çevren, mâkâmın, eşyan yok mu? Bu bir olmayıştır. Yokluktur, var olmayıştır. Fakat ne dersen de, neresinden tutarsan tut, ne kadar anlam yüklersen yükle tüm bu yokluklara, bunlar hiçbir sûrette ve koşulda “yoksunluk” değillerdir, olamaz.

Allahsız mısın? Bu sende, bir yokluk ve olmayış değil, bu tüm iç organlarından başlayıp rûhuna kadar devam eden bir kanayıştır. Bu tüm yalnızlıkları besleyen, büyüten ve kanırtan bir yalnızlıktır. Bu, derinlerde çığlık çığlığa büyüyen bir kavgadır. İnsanın kendi iç âleminde hiç bitmeyen bir kavga… İnsanı sevmekten, görmekten, bulmaktan ve anlamaktan izole eder, insanı et ve kemik yığınından başka bir varlık hissine ulaştırmayacak kadar sığ bir varoluşta, yerküreden atmosfere, oradan gezegenlere ve bilinmeyen tüm hücre ve atomlara kadar bir yok oluşa mahkûm eder. Bu, sâfî bir yokluk ve olmayış değildir. Bu, her nefeste kalbin anlamını kuşatan bir zehrin solunmasıdır. Aklın odalarında, insanı kendine yabancılaştıran bilgilerle istif edilmiş öbek öbek bir yokluk anlatısıdır. Sürekli kulaklarda çınlayan bir nefret ve kin destanıdır. Bütün yoklukları tek bir yokta toplar da, olmayan ne kadar şey varsa, tek sebebidir.

Fakat insan kendinde ve ömründe hissettiği küçük büyük tüm yoklukları tek bir sebepte toplayıp kavrayamaz. Bilemez tüm yoklukların dayandığı o devasa, hudutsuz ve zapt edilemez yokluğun asıl sahibini. Bilemedikçe, bulamadıkça daha derin yoklukların göz ardı edilmez varlığında hissizleşen bir olmayışta bulur kendini.

Allahsızsan, “yok” değil sendeki var olmayış, “yokluk” değil bütün olmayanların karşılığı… Sen, Allahsızsan, en derin, en güçlü, en akıl almaz ve en çözümsüz yoksunlukların ta kendisisin! Ve ömrünce bilemezsin yok sandığın ne varsa ömründe bu yoksunluğun var ettiği milyarlarca yokluğun kaynağını…

Ne acı, ne derin, ne güçlü bir varlıktır bu yoksunluk! Ömrünün her ânında öyle bir vardır ki, hiçbir yoksunluğun bu kadar büyük bir varlıkta kendini hissettirebileceğini tahayyül bile edemezsin. Sen işte tam da şimdi “sensiz”sin! Onsuz, bunsuz, şunsuz falan değil; evsiz, yurtsuz, işsiz değil; güçsüz, aşsız, eşsiz değil; sen, sensizsin demektir! Sen yoksunsun demektir!

“İnsan” denilen âyet nasıl Allah’sız kalır?

Yetimi sevmiyorsan Allah’sızsın. Düşküne el uzatmıyorsan Allah’sızsın. Hak yiyorsan, can yakıyorsan, zulmediyorsan Allah’sızsın. İşini hakkıyla yapmıyorsan, anneni incitiyorsan, sorumluluklarını, yapman gerekenleri bile isteye yok sayıyorsan, sadece kazanmayı önceliyorsan, çıkarcı bir perspektifte izliyorsan hayatı, kin tutuyorsan, kibirle kuşatılmış bir kalbin varsa, günahların içini yakmıyor ve seni tövbeye davet etmiyorsa, şeytanî bir büyüklük duygusuyla erteliyorsan ibadetleri, “Eksiğim kusurum vardır” dedirtmiyorsa nefsin, herkese “Allah’ın emaneti” diye bakmıyorsa kalp gözün ve görmüyorsan çevrendeki hüzünleri, yoklukları, dertleri ve daha nice var olmayışı, sen Allahsız kalmışsındır. Ki bu, kâinatı bile bir yokluk iddiasında haklı çıkartacak kadar büyük bir yoksunluktur. Bu demektir ki, sen, Allah’ın âyeti, sen, sensizsin! Sen artık en derin kuyuların, en büyük yalnızlıkların ve en acıtan hissizliklerin o güçlü varlığında yoksunsun, yoksun, yoksulsun, ve sensizsin…

Bütün bahaneleri iptal et şimdi! Sana Allah’ı sevdirmeyen ya da sevdiğin hâlde o yolda yürütmeyen şeytanlarını tek tek öldür. Şeytanın birtakım Müslümanlar mı? Onların yanlışları mı seni Allah yolunda yürümekten alıkoyuyor? Aklında ve kalbinde yok et bu bahaneyi! Bahaneden şeytanlarını ez geç. Seni camiye götürmeyen şeytanın her neyse, onu tut kolundan, at! O seni sevmiyor, inan! O seni bir uçuruma ve bir yokluk öyküsünde gitgide büyüyen bir yoksunluğa davet ediyor. Oysa Rabbin seni seviyor ve seni mâbedine çağırıyor. O seni cennetinde istiyor. Sen Allah’ın âyetisin, bu çağrıya kulaklarını kapatıp da bahaneden şeytanların o çirkin davetlerinde ne arıyorsun? Seni o mübarek topraklarda yürütmeyen yokluğun adı ne? Kâbe’yi, Mekke’yi, Medine’yi özletmeyen karanlığı bul, imanın ve onun var ettiği huzurun aydınlığında yok et bu karanlığı!

Sana Rabbinin mukaddeslerini sevdirmeyen, özletmeyen, onların yolunda yürütmeyen tüm yoklukları tek bir varlıkta dindir. Allah’ın varlığında, bahaneden şeytanlarını ve onların seni davet ettiği tüm yoklukları bitir. Çünkü elbet zehirden de olsa, baldan da olsa canın bitecek. Bittiğinde, Rabbinin varlığında sürülmüş bir ömrü koy teraziye…

Sonrası mı?

Tevekkeltû Alâllah!