BİR yoksunluk ekidir hayat.
Hep
bir şeysiz, hep bunsuz, onsuz ve onlarsızız. Bir de “yalnız” diye bir kelime
var; etimolojisi Orhun Yazıtlarına dayanır, köklü bir geçmişe sahiptir ve adı
gibi yalın bir yapısı vardır. Fakat yoksunluk eki olmadan büyük bir yoksunluğu
anlatır.
Envaiçeşit
anlamı vardır bir kere…
Yalnız
demek, sensiz demektir. Bensiz demektir. Onsuz, bunsuz demektir. Bir anlamı
daha var ki çok şey anlatır; yalnız demek, “kalabalıksız” demektir. Tenhalı ve
kalabalıksız…
Yok/yokluk
ve yoksunluk kavramları da hayli farklı adreslerin yoludur meselâ… “Yok” demek,
olması beklensin ya da beklenmesin, durum tespiti bildiren bir olmayıştır;
yoksunluksa varlığı derinlere işlemiş bir şeyin ya da kimsenin olmayışıdır. Bu
iki olmayış hâli, benzer fakat ayrıktır.
Birileri
bensiz kalabilir. Acılı ya da neşeli bir bensizlikte, yoksunluk ya da katışıksız
bir yokluk olur bu… Birileri sensiz kalabilir; senin olmayışını yoksunluk ya da
sıradan bir yokluk olarak tanımlayacak kişi yine sensiz kalandır. Yalnız kişi
için de bir yokluk ya da yoksunluk algısından bahsetmek mümkün…
Birinin
duygusunda ya da mekân algısında bir müddet bulunduktan sonra oradan ayrılmak
ilk evrede “yok”luktur. İkinci evre; ayrıldığın mekânın ya da duygunun
sahibinde nasıl bir açıklık bıraktığına göre şekillenir. Bir yerden gittiğinde,
orada bıraktığın derinlik fazlaysa, bu, yoksunluk duygusunu besler. Fakat
ayrıldığın kalp ya da mekânda sığ bir iz bırakıyorsan, bu sadece, bir zamanlar
var oluşunun ardından olmayışının yarattığı durumun adı olan “yok”luktur.
Geride
bıraktığın her ne olursa olsun, bir insan ya da bir şehir, ardından rüzgârı
sürüklemiyorsan, sensizlik diye bir kavramdan bahsedilemez. Gitmek, arkasındaki
gürültüye göre kıymetlenir. Tepki yaratmayan bir gidiş, geride hiçbir yoksunluk
bırakmaz. Sâfî bir yokluktur seninki… Bir zamanlar var olduğun yerde
olmayışının mantık sınırlarında kazandığı anlam, yokluktur. Ve bu sadece bir
durum tespitidir.
O
hâlde, yığınla yoksunluğu yük edinmiş kalplerimizde, aslında neyin yokluk, daha
doğrusu var olmayış ve neyin yoksunluk olduğu hakkında bir perspektif açmalı.
Çünkü bunu yaptığımızda, sen sensizlikten, ben bensizlikten kurtulmuş olacağız.
Amacımızın
desteklediği gerçek şu ki, sen bensiz ya da ben sensiz kaldığımda, gerçek bir
yoksunluğa düşmüş olmayacağız. Ne zaman ki ben bensiz kalırım ya da sen seni
kaybedersin, işte orada el yordamıyla kapatılması mümkün olmayan bir
yoksunluğun varlığından bahsediyor olacağız! En güçlü varlık, bir şeyin,
olmaması kabul edilemez olduğu hâlde olmamasıdır. Bu öyle bir olmayıştır ki, o
kadar güçlü bir olmamaktır ki, var olduğuna yemin ettiğin her şeyden daha büyük
bir varlıktır.
Yokluk
ve yoksunluk
Yürüyorsun,
aşınmış ve zamanın gayretinde hüküm giymiş toprak yollarda adımların, toz
bulutları meydana getiriyor. Güneşin yakıcı ama bir o kadar da uzak varlığı,
yoluna bir rehber edâsıyla serilirken bir yandan da kederli vakitlerde
iliklerine işlemiş soğuğu emiyor.
Isınmanın
ve bunu sevebilmenin sana kattığı yürümek sevdâsını fark ediyorsun. Tek tük
çalılar ve ağaçlarla renklendirilmiş tabiatın nağmesi de ilişiyor kulağına. Ve
hiçbir yardımcı fiile ihtiyaç duymadan sadece yürüyorsun.
Bu
yürümek mesele değil. Ayrıldığın adres ile varılacak, varılması umut edilen ya
da varılması gerekli bulunan adres hakkında ne kadar bilgimiz varsa, meselenin
kalbine inmek de o kadar mümkündür.
Sevmediğin
bir yerden veya kişiden ayrıldığında, bu, “yokluk” kavramını temsil eder. Terk
edilen kişi ya da şey, sevilmeyen fakat varlığı tanınan bir yokluktur.
Ayrıldığın adresi hiç bilmiyor ya da hatırlamıyorsan, bu bir yokluk bile
değildir. Fakat ayrıldığın yer/kişi sende cânsa, cânansa, yoksunluk tam olarak
budur! Bu durumda yoksunluk, terk etmek ya da ayrılmaktır. Ve her adım, bu
yoksunluğu büyüten bir ıstıraptır.
Yürüdüğün
yollarda tek başına olmak, yine ilk evrede “yokluk”tur. “Yanında kimse var mı?” sorusunun cevabı olan “yok”luk…
Fakat
yollarda tek başına yürürken yanında sevdiğin ve özlediğin biri yoksa ve sen bu
yoklukla birlikte tek başınaysan, bu, “yoksunluk”tur. Yoksunluk, birinin ya da
bir şeyin yokluğundan doğan güçlü bir varlıktır. Kimi zaman sırtında bir yük,
kimi zaman kalbinde sızı, kimi zaman göğsünde boşluk olarak zuhur eder. Fakat
bu derece istenen bir varlığın yokluğu, ağır, hantal ve acılı bir yoksunluk
olacaktır. Bu yoksunluk, yoldaki ağaçlardan, iliklerini ısıtan güneşten, ayaklarında
savrulan topraktan, arada bir esen rüzgârdan ve görünen tüm tabiat
unsurlarından daha fazla seninledir ve daha gerçek bir varlıktır.
Sende
ne var ne yok?
Varın
var, yokun yok, yoksunluğun çok!
Fakir
misin? Maddesel zenginliğin yok mu? Sorsalar şimdi “Küfe küfe altınların var mı?”
diye, “Yok!” dersin… Bu bir olmayıştır. Bu bir “yok”tur, “yokluk”tur. Fakat
inan bana, asla “yoksunluk” değildir.
Hasta
mısın? Fiziksel sağlığın yok mu? Sorsalar şimdi “Sıhhatin yerinde mi?” diye,
“Yok!” dersin. Bu bir olmayıştır. Bu yok ve yokluktur. Fakat gönülden
söylüyorum, bu yoksunluk değildir.
İşsiz
misin? Sabit gelirli bir işin yok mu? Sorsalar şimdi “İşin gücün yerinde mi?”
diye, “Yok!” dersin. Bu katıksız bir olmayıştır, “yok”un eş anlamlısıdır. Ancak
derinlerde bir sızı bırakacak kadar “yoksunluk” değildir.
Eşsiz
misin, aşsız mısın, düşsüz müsün? Evin mi yok, malın mı yok, kasan mı yok?
Dostsuz musun, çevresiz, muhitsiz misin? Elsiz misin, kolsuz musun? Yaşlandın
mı, yalnızlaştın mı, kalabalıksız mısın? Ne var ne yok sende, biliyor musun?
Tüm
bu saydıklarım ve çok daha fazlası yoksa sende, bu “Var mı?” Sorusuna verilen
iki cevaptan biridir. Bu olmayışlar birer “yok”tur, “yokluk”tur. Fakat
yoksunluğu anlattığımda, neyin var neyin yok, çözmüş olacağız.
Evin
yoktur, bir gün olabilir ya da hiç var olmayabilir; bu yokluk, olması istenen
bir şeyin olmayışıdır. Eşin yoktur, bir gün olabilir ya da hiç olmayabilir; bu
olmayış, olması istenen ya da istenmeyen bir varlığın yokluğudur, yokluktur.
İşin yoktur, ararsın, çabalarsın fakat sadece bir yokluktur. Sağlığın yoktur,
iyileşmek için mücadele verirsin, kazanırsın ya da kaybedersin fakat bu
katıksız bir “yok”luktur. Paran, malın, zenginliğin, çevren, mâkâmın, eşyan yok
mu? Bu bir olmayıştır. Yokluktur, var olmayıştır. Fakat ne dersen de,
neresinden tutarsan tut, ne kadar anlam yüklersen yükle tüm bu yokluklara,
bunlar hiçbir sûrette ve koşulda “yoksunluk” değillerdir, olamaz.
Allahsız
mısın? Bu sende, bir yokluk ve olmayış değil, bu tüm iç organlarından başlayıp
rûhuna kadar devam eden bir kanayıştır. Bu tüm yalnızlıkları besleyen, büyüten
ve kanırtan bir yalnızlıktır. Bu, derinlerde çığlık çığlığa büyüyen bir
kavgadır. İnsanın kendi iç âleminde hiç bitmeyen bir kavga… İnsanı sevmekten,
görmekten, bulmaktan ve anlamaktan izole eder, insanı et ve kemik yığınından
başka bir varlık hissine ulaştırmayacak kadar sığ bir varoluşta, yerküreden
atmosfere, oradan gezegenlere ve bilinmeyen tüm hücre ve atomlara kadar bir yok
oluşa mahkûm eder. Bu, sâfî bir yokluk ve olmayış değildir. Bu, her nefeste
kalbin anlamını kuşatan bir zehrin solunmasıdır. Aklın odalarında, insanı
kendine yabancılaştıran bilgilerle istif edilmiş öbek öbek bir yokluk
anlatısıdır. Sürekli kulaklarda çınlayan bir nefret ve kin destanıdır. Bütün
yoklukları tek bir yokta toplar da, olmayan ne kadar şey varsa, tek sebebidir.
Fakat
insan kendinde ve ömründe hissettiği küçük büyük tüm yoklukları tek bir sebepte
toplayıp kavrayamaz. Bilemez tüm yoklukların dayandığı o devasa, hudutsuz ve
zapt edilemez yokluğun asıl sahibini. Bilemedikçe, bulamadıkça daha derin
yoklukların göz ardı edilmez varlığında hissizleşen bir olmayışta bulur
kendini.
Allahsızsan,
“yok” değil sendeki var olmayış, “yokluk” değil bütün olmayanların karşılığı…
Sen, Allahsızsan, en derin, en güçlü, en akıl almaz ve en çözümsüz
yoksunlukların ta kendisisin! Ve ömrünce bilemezsin yok sandığın ne varsa
ömründe bu yoksunluğun var ettiği milyarlarca yokluğun kaynağını…
Ne
acı, ne derin, ne güçlü bir varlıktır bu yoksunluk! Ömrünün her ânında öyle bir
vardır ki, hiçbir yoksunluğun bu kadar büyük bir varlıkta kendini
hissettirebileceğini tahayyül bile edemezsin. Sen işte tam da şimdi
“sensiz”sin! Onsuz, bunsuz, şunsuz falan değil; evsiz, yurtsuz, işsiz değil;
güçsüz, aşsız, eşsiz değil; sen, sensizsin demektir! Sen yoksunsun demektir!
“İnsan”
denilen âyet nasıl Allah’sız kalır?
Yetimi
sevmiyorsan Allah’sızsın. Düşküne el uzatmıyorsan Allah’sızsın. Hak yiyorsan,
can yakıyorsan, zulmediyorsan Allah’sızsın. İşini hakkıyla yapmıyorsan, anneni
incitiyorsan, sorumluluklarını, yapman gerekenleri bile isteye yok sayıyorsan,
sadece kazanmayı önceliyorsan, çıkarcı bir perspektifte izliyorsan hayatı, kin
tutuyorsan, kibirle kuşatılmış bir kalbin varsa, günahların içini yakmıyor ve
seni tövbeye davet etmiyorsa, şeytanî bir büyüklük duygusuyla erteliyorsan
ibadetleri, “Eksiğim kusurum vardır” dedirtmiyorsa nefsin, herkese “Allah’ın
emaneti” diye bakmıyorsa kalp gözün ve görmüyorsan çevrendeki hüzünleri,
yoklukları, dertleri ve daha nice var olmayışı, sen Allahsız kalmışsındır. Ki
bu, kâinatı bile bir yokluk iddiasında haklı çıkartacak kadar büyük bir
yoksunluktur. Bu demektir ki, sen, Allah’ın âyeti, sen, sensizsin! Sen artık en
derin kuyuların, en büyük yalnızlıkların ve en acıtan hissizliklerin o güçlü
varlığında yoksunsun, yoksun, yoksulsun, ve sensizsin…
Bütün
bahaneleri iptal et şimdi! Sana Allah’ı sevdirmeyen ya da sevdiğin hâlde o
yolda yürütmeyen şeytanlarını tek tek öldür. Şeytanın birtakım Müslümanlar mı?
Onların yanlışları mı seni Allah yolunda yürümekten alıkoyuyor? Aklında ve
kalbinde yok et bu bahaneyi! Bahaneden şeytanlarını ez geç. Seni camiye
götürmeyen şeytanın her neyse, onu tut kolundan, at! O seni sevmiyor, inan! O
seni bir uçuruma ve bir yokluk öyküsünde gitgide büyüyen bir yoksunluğa davet
ediyor. Oysa Rabbin seni seviyor ve seni mâbedine çağırıyor. O seni cennetinde
istiyor. Sen Allah’ın âyetisin, bu çağrıya kulaklarını kapatıp da bahaneden
şeytanların o çirkin davetlerinde ne arıyorsun? Seni o mübarek topraklarda
yürütmeyen yokluğun adı ne? Kâbe’yi, Mekke’yi, Medine’yi özletmeyen karanlığı
bul, imanın ve onun var ettiği huzurun aydınlığında yok et bu karanlığı!
Sana
Rabbinin mukaddeslerini sevdirmeyen, özletmeyen, onların yolunda yürütmeyen tüm
yoklukları tek bir varlıkta dindir. Allah’ın varlığında, bahaneden şeytanlarını
ve onların seni davet ettiği tüm yoklukları bitir. Çünkü elbet zehirden de olsa,
baldan da olsa canın bitecek. Bittiğinde, Rabbinin varlığında sürülmüş bir ömrü
koy teraziye…
Sonrası
mı?
Tevekkeltû Alâllah!