İNSANLAR doğar, büyür, yaşlanır, ölürler. İnsanlar gibi
ülkeler ve milletler de doğar, gelişir; kimi asırlarca yaşar ve kıtalara
hükmeder, kimi hiç yaşamamış gibi yok olup gider. Kimi ülkeler tarihe adını
yazdırır, büyük mücadelelerle varlıklarını idame ettirirler. Kimi haleflerine
ne adını, ne kültürünü bırakmaksızın yok olup gider. Lâkin ülkeler ve kültürler
arasında alışverişler olduğu gibi, daha çok çatışımalar yaşanmıştır. Bazen
birinin varlığı diğerine tehdit olmuştur.
Tarihin sayfaları ülkeler/milletler arasındaki
mücadeleyi anlatan fotoğraflarla doludur. Bu çatışmalar içinde bakkii olmak
için vatan sahibi olmak gerekir. Kültür, tarih ve inanç, eşittir toplum ve insan.
Bu saydığımız sacayakları, bir toprağı “vatan” yapan unsurlardır. Kâinatta bazı
şeyler vardır, bir tanedir, yektir; ikilik, çokluk kabul etmezler. Onlarla
ilgili ikilik olunca kaos/karmaşa olur. Nev-i tabiatına muhalif olur. Meselâ
her insanın öz anne babası bir tane olur. Meselâ yaratan bir tanedir. İki olsa
kaos olur. Meselâ gecenin arkasından gündüz olur, aksi olağandışılıktır. Bunlar
gibi ikilik kaldırmayan bir mefhum da insanın ait olduğu kültürü, harsı, vatanı,
toprağıdır. Ve her insan, doğup büyüdüğü,
ait olduğu etnisiteye, kültüre (hars) bağlıdır.
Syenkretizm (bir toplumun birden çok dini
kabul etmesi), imparatorluklar için muhtemel olsa da, şahısların kendi bünyesinde böyle bir şeyi
kabul etmesi kabil değildir. Bu tıpkı kanserli hücre oluşturmaya benzer. Meselâ
“Hem Müslümanım, hem Yahudiyim” diyemez bir insan. Bu
inançlar içinde son dine mensup olan ülkem insanı, Talas Savaşı’nda topluca,
ama onun öncesinde de İslâm’ı benimsemiş dedelerin torunlarıdır. Gelin görün
ki, biz bu toprakları fethettiğimizde, bize sığınan gayr-i Müslimlere
dokunmamıştık; onlardan tevarüs eden garip inanç ve ideolojiler olduğu da su götürmez
bir gerçektir. Meselâ İslâm’a göre yaşayana “gerici” diyenlerin kendilerinde
oluşan inanç boşluğunu sapkın inançlarla doldurduklarını esefle gözlemliyoruz.
İslâm’ın mazisini bilmeden insanlık tarihini baz, alınca daha
“dün” mesabesinde olan İslâm’a “Geçmişte kaldı” diyenlerin İslâm’dan asırlar
öncesinin dinlerini taklit etmeleri oldukça ironik, komik ve zillete düçar hâlde
bir görüntüdür. Hıristiyan dini ritüeli olan Christmas’ı
yani “Yılbaşı”nı kompleksli bir tutumla cahilce çam süsleyip sözde İsa’nın (Christ)
doğumunu kutlayan, sonra da kendini Müslüman zanneden, hangi dine mensup olduğu
belli olmayan zavallıların rağmına, bir de “25 Aralık başka, Yılbaşı başka”
diye kandırılanlar var. Yani Müslüman ama başka dinin kutsalını kutlarken
kendini böyle teselli eden eçheller…
Christmas, 25 Aralık’ta başlayıp Ocak ayı başında biten Milât
Yortusunun takvim değişiklikleri ve bazı Hıristiyan mezheplerinin farklı
anlayışları yüzünden bitiş tarihi farklılık arz eden bir Hıristiyan bayramıdır.
Ermeni Kilisesi gibi bazı Doğu Ortodoks kiliseleri, Jülyen takviminde 25
Aralık’a denk gelen 6 Ocak’ı Noel olarak kutlarlar. Ortodoks kiliseleri Noel’i
Jülyen takvimine göre kutlarlar.
Christmas kutlayıp “Müslümanım” diyenler olduğu gibi, bir de
Hıristiyanlıktan daha önceki Milât evvelinin dinî ritüellerini yapanlar var. Şamanizm
tapınmalarını güncel tutanlar, daha da vahimi yoga yapanlar meselâ… Zavallılar
bir de bunu üst kültür gibi lânse etmezler mi, cehaletleri katmerlendikçe
katmerlenir. Tâ Milât öncesine dayanan Budizm’in yogasını rahatlama zannederek
tapınırlar. Namaza “Hangi çağdayız?” diyenler, Şaman gibi, lotus çiçeği
şeklinde oturarak, Geyikli Baba Parkı’nda Tanrı ile konuşma ritüelini
yaptığının farkına bile varmadan yoga reklâmı yapmazlar mı? Zillet üstü zillet!
Acınacak bir durum arz ederler.
Müslüman, Allah’tan başka hiçbir canlıdan medet ummaz. Şimdi
de nar kırma tapınması çıkardılar. Pagan şaman bile bu kadar sapkın değildi. Narın
aklı olsa nar olmazdı. Bunlar gelenek değil; bunlar, sapık inançlara ait
ritüellerdir. İnsan basiret sahibi olmalı. Yeri göğü yaratan mutlak kuvvet
sahibi Allah’tan istemek varken nardan medet ummak… Pagan
ritüelinden medet uman pozitivistler, “Görünene inanırım” düşüncesinden yola
çıkarak helvadan putlarını yiyen putperestlere dönüştüler. Akılcı-pozitivist bir din anlayışı da en az taassup kadar
İslâm’ın ruhuna aykırıdır. Zira gücü sınırsız olan Allah’ın kapısını çalınca
kâinattaki adiyatı tersine çevirecek güce sahip olan Allah’ın ulûhiyetini
kabullenip “Kün” dediğinde her şeyin olabileceğine inanmaktır İslâm’da tarif
edilen dua. Başka akılsız ya da akıllı, görünen ya da görünmeyen, Allah’tan
başka hiçbir varlığa el açılmaz, tapınılmaz.
Budizm’in yogası, Hıristiyanlığın Yılbaşı, Şamanizmin
Mihrican’ı, Nevruz’u… İslâm’ın tek belirtisi yok, sonra da “Ben Müslümanım, annem
örtülü” der, gezer eçhel.
Duygularımızı televizyonlar, diziler, ruhumuzu
kişisel gelişimciler, meditasyoncular, aklımızı malûmatı ezberlemiş ilimden
yoksun öğretmenler, dinimizi resmî teamüllerin dışına çıkamayan Diyanet, hukuk
kaidelerimizi adaleti bilmeyen hukukçular yönetir ve yönlendirir olmuş. Peki,
bu halk nerede? Toplumun, kişilerin aklı, duyguları, iradesi, dinî vecibeleri
nerede? Kişiler kimliksiz, ipler başkalarının elinde!
Evet, buradan ifşa ediyor, duyuruyorum: Türk
toplumu kimliğini yitirmiştir, hükümsüzdür.
Cengiz Han, Çin’i istilâ edebilecek güce
sahipken, bunun yerine vergiye bağlamıştır. Bunun sebebi, Çin içerisine girecek
Türk nüfusunun kalabalık Çin ülkesinde kaybolup asimile olacağı düşüncesidir.
Çünkü bir ülkeye benzemek, onlarla kaynaşmak, fetih şuurunu bitirir, asimile
bir toplum oluşturur. Yani
kültürel olarak benzemek en acı yenilgidir.
En acısı da teslim-i silah etmektir. Kimliksiz, vatansız, omurgasız
olmaktır. Din, dil, kültür birer sacayağıdır; toplumları yok olmaktan koruyan
bu değerlere sahip çıkmazsak, Avrupa’yı fethedip de onların kültürel baskısı
altında eriyip yok olan Avrupa Hunlarına benzeriz.
Ne yoga, ne de yılbaşı bizdendir. Biz de onlardan değiliz!