Yine bir hoş dem (1)

Güzel şeyler hep çabuk biterdi ya, üç aylık yaz tatili su olup aktı gitti. Okul yolu göründü yine. Okumak güzeldi. Kaç yıl aradan sonra okuyabilmek hoş bir duygu veriyordu. Bir de evden ayrı kalmak olmasaydı…

BİR buçuk yıldan beri okuldaydı ama onu ilk defa o gün görmüştü. Henüz bir sınav öncesiydi. Sınavın olacağı sınıfa, çoğu kez olduğu gibi yine geç gelmişti. Herkes sırasını kapmış, kopyacılar arka tarafları seçmişti âdet olduğu üzere.

Sınıfa girince birçok arkadaşı gelip yanına, önüne ya da arkasına oturmasını, hiç olmazsa sınav sırasında kendilerine yardım etmesini istedi gülüşerek. Sınıfın önünde durdu, oturacak bir yer aradı. Bir önceki sene de aynı sınıfta olduğu bir arkadaşının önündeki sıra boştu. Gidip oturdu, yardım isteyenlere de yapabilirse yardım edeceği sözünü verdi. Hâlbuki çok da fazla çalışmamıştı sınav için.

Arkaya dönüp arkadaşına hangi konulara çalıştığını sordu. Aynı zamanda diğer arkadaşlarının yardım istekleri devam ediyordu. O da her birine yardım edeceğini söylüyordu gülerek. O sırada önündeki sırada oturacağı belli olan, sıranın yanında ayakta duran birinin kendisine seslendiğini duydu:

-Ne güzel, siz yardımlaşıyorsunuz…

-Ne olacak canım, arkadaş değil miyiz?

-Bizim sınıfta hiç kimse birbirine yardım etmiyor.

Konuşma daha fazla sürmedi. Hoca geldi, birkaç dakika sonra da sınav başladı. Hep bildiği konulardan sorulardı bunlar. Yarım saatte bitirip çıktı. Yardım sözleri de havada kalmıştı bu arada. Ne kopya çekebiliyor, ne de bir başkasına kopya verebiliyordu. Böyle anlarda kıpkırmızı kesiliyor, eli ayağına dolaşıyordu.

Sınıftan çıkıp dışarıda beklemeye başladı çıkan arkadaşlarına sınavlarının nasıl geçtiğini sormak için. Başka bir nedeni de vardı beklemesinin: İlk defa yarım saat önce gördüğü ve kendisiyle konuşan kızın kim olduğunu daha dikkatli görebilmek…

Koridordaki, tavandan yere kadar uzanan, bahçenin bir kısmını gören büyük camın yanında durup bekledi yarım saat daha. Bir saat dolmadan çıkan üç beş arkadaşıyla sınavın nasıl geçtiğine dair konuşmalar geçti aralarında. Bir saatin sonunda da diğerleri çıktı hep birden. O kalabalıkta aradığını göremedi. Yarınki sınava hazırlanmak için okuldan çıkıp doğruca eve gitti.

Dünkü manzaranın bir benzeri yaşandı yine o günkü sınav öncesinde de. Tek farkla: Dünkü kızla aynı sınıfta değillerdi bugün. Sınav sonrasında ise isteğine kavuşmuştu. Koridorda bir grup öğrenci arasındaydı. Yanlarına yaklaştı. Her sınav sonrasında konuşulan şeyler geçiyordu: “Nasıldı?”, “Ya şu soru zordu”, “Çalışmamıştım ama öteki kebap”…

Henüz adını bile bilmediği, yine de görünce gözlerine bir parlama getiren kız ona da sordu sınavının nasıl geçtiğini. Hem de gülümseyerek ve adıyla hitap ederek… Dün hocanın sınıfa girişiyle kesilen konuşma bugün neden kesilmişti ki böyle kendiliğinden? Çok anlamsızdı. Ama yine de iki üç cümlelik bu konuşma bile yüreğini hoplatmaya yetmişti. Bir garip duygu sardı içini. Bir hoş heyecan… Hem heyecan, hem huzur, hem istek, hem garip bir… Tuhaf bir şey… Telâffuz edilmesi zor bir şey bu.

Dişleri birer inci tanesi sanki, gözleriyse kapkara bir geceyi andırıyor. Ağzından çıkan her sözde ayrı bir nağme, ayrı bir güzellik… İpek misali saçları sırma sırma... Yay misali kaşlarından atılan ok kirpiklerle can alıyor sanki. Ellerinin rengi ve görüntüsü pamuğu andırıyor; temiz, pak, bembeyaz. Tutulası, sevilesi, öpülesi eller… İnsan sadece bir silahla vurulup can verir, bir kurşunla canı acır sanırdı hep. Korkudan dili tutulur, kelime hâfızası silinir, tek söz etmez bir lâl olur sanırdı. Meğer güzellik de insanı vurur, acıtırmış canını. Nefesini keser, aklını alır, akılsız, sözsüz eder, gözlerini bakar kör edermiş.

Sınav haftası bir yel gibi geçip gitti nasıl en güzel günler bir çırpıda geçerse. Dersler tekrar başladı. Ama dersler kimin umurundaydı ki? Dersleri ders sırasında dinlemek yetiyordu ona zaten. Onun için önemli olan, o kızın adını öğrenmek, yaşını öğrenmek, öğrenmek de öğrenmekti…

Günler geçti, dersler geçti, sınavlar geçti. Adını da, sınıfını da, evinin tam yerini olmasa da hangi istikamette olduğunu da, ne öğrenebildiyse öğrendi. Sonunda yılsonu geldi, son sınavlar da oldu ve araya üç aylık koskoca bir yaz tatili girdi. Gerçi bir şey olacağından da değildi ya, sanki gidip konuşmuştu da çekemeyeceği bir ayrılık mı giriyordu ki araya? Zaten konuşsa da kabul göreceğine hiç ihtimâl vermiyordu. Kendi kendine gelin güvey olmaydı bu olsa olsa. Zaten tatilde unutur giderdi, ne olacak ki? İlk miydi bu sanki?

Biten ikinci yılın sonunda da yapabileceğinin en güzeliyle eve dönmüştü işte. Hoş beş sohbetten sonra arkadaşları görme derken çalışacak bir iş bakmaya geldi sıra. Geç de bitmişti bu yıl. Bir tatil yöresine gitse iş de bulamazdı ki… En iyisi, hiçbir yere gitmeden bu şehirde bir şeyler yapmaya çalışmaktı. İlkokul arkadaşlarından biri bir arsa almış, ev inşaatı birkaç aydır devam ediyordu. Anlaştılar, ona yardım edecekti yaz boyunca. Hem pek bir masrafı da olmazdı. Evde ye, iç, yat, gel, çalış… Akşam yine eve… Tek masraf sigara, o da aldığı yevmiyeden çıkardı.

Güzel şeyler hep çabuk biterdi ya, üç aylık yaz tatili su olup aktı gitti. Okul yolu göründü yine. Okumak güzeldi. Kaç yıl aradan sonra okuyabilmek hoş bir duygu veriyordu. Bir de evden ayrı kalmak olmasaydı… (Devamı gelecek…)