
BİR buçuk yıldan beri
okuldaydı ama onu ilk defa o gün görmüştü. Henüz bir sınav öncesiydi. Sınavın
olacağı sınıfa, çoğu kez olduğu gibi yine geç gelmişti. Herkes sırasını kapmış,
kopyacılar arka tarafları seçmişti âdet olduğu üzere.
Sınıfa
girince birçok arkadaşı gelip yanına, önüne ya da arkasına oturmasını, hiç
olmazsa sınav sırasında kendilerine yardım etmesini istedi gülüşerek. Sınıfın
önünde durdu, oturacak bir yer aradı. Bir önceki sene de aynı sınıfta olduğu
bir arkadaşının önündeki sıra boştu. Gidip oturdu, yardım isteyenlere de
yapabilirse yardım edeceği sözünü verdi. Hâlbuki çok da fazla çalışmamıştı
sınav için.
Arkaya
dönüp arkadaşına hangi konulara çalıştığını sordu. Aynı zamanda diğer
arkadaşlarının yardım istekleri devam ediyordu. O da her birine yardım
edeceğini söylüyordu gülerek. O sırada önündeki sırada oturacağı belli olan,
sıranın yanında ayakta duran birinin kendisine seslendiğini duydu:
-Ne güzel, siz
yardımlaşıyorsunuz…
-Ne
olacak canım, arkadaş değil miyiz?
-Bizim sınıfta hiç
kimse birbirine yardım etmiyor.
Konuşma
daha fazla sürmedi. Hoca geldi, birkaç dakika sonra da sınav başladı. Hep
bildiği konulardan sorulardı bunlar. Yarım saatte bitirip çıktı. Yardım sözleri
de havada kalmıştı bu arada. Ne kopya çekebiliyor, ne de bir başkasına kopya
verebiliyordu. Böyle anlarda kıpkırmızı kesiliyor, eli ayağına dolaşıyordu.
Sınıftan
çıkıp dışarıda beklemeye başladı çıkan arkadaşlarına sınavlarının nasıl
geçtiğini sormak için. Başka bir nedeni de vardı beklemesinin: İlk defa yarım saat
önce gördüğü ve kendisiyle konuşan kızın kim olduğunu daha dikkatli görebilmek…
Koridordaki,
tavandan yere kadar uzanan, bahçenin bir kısmını gören büyük camın yanında
durup bekledi yarım saat daha. Bir saat dolmadan çıkan üç beş arkadaşıyla
sınavın nasıl geçtiğine dair konuşmalar geçti aralarında. Bir saatin sonunda da
diğerleri çıktı hep birden. O kalabalıkta aradığını göremedi. Yarınki sınava
hazırlanmak için okuldan çıkıp doğruca eve gitti.
Dünkü
manzaranın bir benzeri yaşandı yine o günkü sınav öncesinde de. Tek farkla: Dünkü
kızla aynı sınıfta değillerdi bugün. Sınav sonrasında ise isteğine kavuşmuştu.
Koridorda bir grup öğrenci arasındaydı. Yanlarına yaklaştı. Her sınav
sonrasında konuşulan şeyler geçiyordu: “Nasıldı?”, “Ya şu soru zordu”, “Çalışmamıştım
ama öteki kebap”…
Henüz
adını bile bilmediği, yine de görünce gözlerine bir parlama getiren kız ona da
sordu sınavının nasıl geçtiğini. Hem de gülümseyerek ve adıyla hitap ederek…
Dün hocanın sınıfa girişiyle kesilen konuşma bugün neden kesilmişti ki böyle
kendiliğinden? Çok anlamsızdı. Ama yine de iki üç cümlelik bu konuşma bile
yüreğini hoplatmaya yetmişti. Bir garip duygu sardı içini. Bir hoş heyecan… Hem
heyecan, hem huzur, hem istek, hem garip bir… Tuhaf bir şey… Telâffuz edilmesi
zor bir şey bu.
Dişleri
birer inci tanesi sanki, gözleriyse kapkara bir geceyi andırıyor. Ağzından
çıkan her sözde ayrı bir nağme, ayrı bir güzellik… İpek misali saçları sırma
sırma... Yay misali kaşlarından atılan ok kirpiklerle can alıyor sanki.
Ellerinin rengi ve görüntüsü pamuğu andırıyor; temiz, pak, bembeyaz. Tutulası,
sevilesi, öpülesi eller… İnsan sadece bir silahla vurulup can verir, bir
kurşunla canı acır sanırdı hep. Korkudan dili tutulur, kelime hâfızası silinir,
tek söz etmez bir lâl olur sanırdı. Meğer güzellik de insanı vurur, acıtırmış
canını. Nefesini keser, aklını alır, akılsız, sözsüz eder, gözlerini bakar kör
edermiş.
Sınav
haftası bir yel gibi geçip gitti nasıl en güzel günler bir çırpıda geçerse.
Dersler tekrar başladı. Ama dersler kimin umurundaydı ki? Dersleri ders
sırasında dinlemek yetiyordu ona zaten. Onun için önemli olan, o kızın adını
öğrenmek, yaşını öğrenmek, öğrenmek de öğrenmekti…
Günler
geçti, dersler geçti, sınavlar geçti. Adını da, sınıfını da, evinin tam yerini
olmasa da hangi istikamette olduğunu da, ne öğrenebildiyse öğrendi. Sonunda
yılsonu geldi, son sınavlar da oldu ve araya üç aylık koskoca bir yaz tatili
girdi. Gerçi bir şey olacağından da değildi ya, sanki gidip konuşmuştu da
çekemeyeceği bir ayrılık mı giriyordu ki araya? Zaten konuşsa da kabul
göreceğine hiç ihtimâl vermiyordu. Kendi kendine gelin güvey olmaydı bu olsa
olsa. Zaten tatilde unutur giderdi, ne olacak ki? İlk miydi bu sanki?
Biten
ikinci yılın sonunda da yapabileceğinin en güzeliyle eve dönmüştü işte. Hoş beş
sohbetten sonra arkadaşları görme derken çalışacak bir iş bakmaya geldi sıra.
Geç de bitmişti bu yıl. Bir tatil yöresine gitse iş de bulamazdı ki… En iyisi,
hiçbir yere gitmeden bu şehirde bir şeyler yapmaya çalışmaktı. İlkokul arkadaşlarından
biri bir arsa almış, ev inşaatı birkaç aydır devam ediyordu. Anlaştılar, ona
yardım edecekti yaz boyunca. Hem pek bir masrafı da olmazdı. Evde ye, iç, yat,
gel, çalış… Akşam yine eve… Tek masraf sigara, o da aldığı yevmiyeden çıkardı.
Güzel
şeyler hep çabuk biterdi ya, üç aylık yaz tatili su olup aktı gitti. Okul yolu
göründü yine. Okumak güzeldi. Kaç yıl aradan sonra okuyabilmek hoş bir duygu
veriyordu. Bir de evden ayrı kalmak olmasaydı… (Devamı gelecek…)