Yıldızların ölümü yahut kıyametin başlangıcı

Kur’ân’daki o mündemiç fen bilgisi, çağımıza ve gelecek asırlara ışık tutmaktadır. Bu bilgilerin bir kısmı ancak yakın zamanda anlaşılabilmiştir. Aletlerimizin inkişafıyla diğerleri de anlaşılacaktır yavaş yavaş. Bu tedricîlik ve gizlilik, kapasitemizle alâkalıdır. Zira zamanla anlaşılacak bir fen bilgisi açık olsa cahile inkâr, inkâr da felâketin sebebi olur.

“ARTIK yemin olsun yıldızlarda vuku bulacak olaylara…” (Vâkia, 75)

Giriş

Hiç düşündünüz mü? Geçmiş çağlarda, binlerce peygamber Kelime-i Tevhîd tebliği yapmak ve insanları doğru yola koymak üzere mücadele vermiştir. Bazen öyle ki, peşi sıra peygamberler geldiğini görüyoruz.

Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) son peygamber olduğunu biliyoruz. Aradan bin 400 küsur sene geçti. Kıyametin zamanını Allah-u Teâlâ bilir. Farz edelim ki, bin sene daha var. Bu kadar uzun zaman aralığında insanlara tebligatı kim yapacak? Şaşırmışlara, aldanmışlara ve sırtını dönmüşlere “doğru yolu” kim gösterecek?

Vedâ Hutbesi’nde bildirildiği gibi, yegâne kurtuluş kaynağı, mutlak kitap “Kur’ân-ı Kerîm”dir. Önceki vahiylere nazaran bunda farklı birtakım özellikler vardır ki şeksiz ve şüphesiz, onun yegâne rehber olduğuna işaret etmektedir:

1-Önceki vahiy bilgileri (kitapları) yerel idi. Yani belirli coğrafyalara, belirli kavimlere has idi. Kur’ân-ı Kerîm ise bütün yeryüzünü, buradaki bütün ırkları yani tüm beşeri ihata etmekte, kucaklamaktadır.

2-Geçmiş çağlarda kavimler belirli “mekân” ve “zaman” aralığında hüküm sürdüklerinden, bunlara câri olan vahiyler, kendileriyle birlikte tarih olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm, inzâl olduğu andan itibaren (çift yönlü olarak) yaratılıştan kıyamete kadar tüm mâsivâya nüfûz ederek yankılanmakta, hattâ (yok oluştan sonra) yeni bir yaratılış müjdesiyle bambaşka bir zaman ve harikulâde bir mekâna kapı aralamaktadır.

3-Ekvator civarındaki çöl ikliminden Himalaya dağlarındaki göçebelere, yemyeşil ova ve vadilerden okyanuslardaki adalar sakinlerine, kutuplardaki “iglo” sahiplerine kadar her dil ve her gönle hitap eder Kur’ân-ı Kerîm.

4-Deve ve at sırtından inen insanlardan lokomotif ve motorlarla taşınanları, uçaklarla kıta atlayanlardan uzay araçlarıyla gezegenleri, seyyah olanları da alâkadar eder Kitab-ı Mutlak. Onun lisanı (bugünkü konuşulan değil) Arapçadır. Ondaki bazı kelimeler, cümledeki tertibine göre 10-15 (daha da çok) ayrı mânâ ifade eder. Onun her zaman ve her mekâna intibak eden ifade tarzı, Kâbe duvarlarına asılan Muallâkat-ı Seb’a (Yedi Askı) şairlerine dudak uçuklattırır.

5-Kur’ân’daki o mündemiç fen bilgisi, çağımıza ve gelecek asırlara ışık tutmaktadır. Bu bilgilerin bir kısmı ancak yakın zamanda anlaşılabilmiştir. Aletlerimizin inkişafıyla diğerleri de anlaşılacaktır yavaş yavaş. Bu tedricîlik ve gizlilik, kapasitemizle alâkalıdır. Zira zamanla anlaşılacak bir fen bilgisi açık olsa cahile inkâr, inkâr da felâketin sebebi olur. Fennin inkişafıyla yeni yeni anlaşılmakta olan bu ilimler, zamanla fen ilmi dünyasını istilâ edecek, Batılı fen adamlarını ve mütefekkirleri hayretten hayrete şok ederek, Kur’ân-ı Kerîm’in her şeyi yaratan Sonsuz İlim Sahibinden yeryüzüne inzâl edilen mesajlar bütünü olduğunu itirafa mecbur bırakacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’in bu özelliği göz önüne alındığında, sanki 20’nci, 21’inci ve peşi sıra gelen yüzyıllar için vahyedildiği hissi vuku bulacaktır.

“İnsanlara âfâkta (dış âlemlerinde), enfüste (iç âlemlerinde) âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur’ân’ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun…” (Fussilet, 53)

Bilim adamlarına göre Güneş’teki hidrojen miktarı kritik değerin altına düştüğünde, Güneş kızıllaşarak büyümeye başlayacaktır. Bu esnada büyük bir ısı ve ışık dalgası etrafı kaplayacaktır. Öyle ki, yerin gece olan tarafı aydınlanacak, ayın ışığı kaybolacaktır. 

Yazının muhtevası

Eski çağlarda filozoflar, yıldızları kadim birer kutsal varlık ilân ederlerdi. Bazı kavimler değişik ad verdikleri yıldızları ilâh kabul ederek tapınırlardı. Yirminci asrın başlarına kadar yıldızların kâinatın kadim (başlangıcı olmayan) birer üyesi olduğu görüşü hâkim idi. Fen ilminin inkişafıyla yıldızların da faniliğe mahkûm olduğu anlaşıldı. Kur’ân-ı Kerîm, onlara tapıldığı devirde, sonunda yok olacaklarını açıkça bildirmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen ve aşağıda sıraladığımız bilgiler, günümüz astronomi ve asrofizikçiler tarafından kabul edilmektedir:

(1) Kâinat yoktan var edilmiştir. (2) Yıldızlar da her fani gibi doğar, gelişir ve ölür. (3) Yıldızın ölümü iki şekildedir: (4) Kütlesi güneş kütlesine yakın olan yıldız, içine çökerek küçülür. (5) Kütlesi büyük olansa patlayarak uzaya dağılır. (6) Genişleyen kâinat, son safhasında, gerisingeri çökerek yok oluşa gidecektir. (7) Geri bozunma esnasında yıldızlar, uzaklıklarına göre patlayıp dağılmaya başlarlar. (8) Güneş sistemine yakın yıldızlar şiddetle infilak ettiklerinde, gürültüleri yeryüzüne ulaşır. İnsanlarda panik başlar. (9) Güneş şişerek genişler (kırmızı dev safhası), Merkür ve Venüs gezegenlerini yutar, Ay’a yaklaşır. (10) Denizler kaynayıp buhar olmaya başlar. İnsanların kaçacağı yer yoktur. (11) Kâinat, başlangıçtaki hâline dönerek yok olur. (12) Tekrar yeni bir yaratılışla (yeni bir Big Bang) yeni bir düzen kurulur.

Şimdi mevzumuza daha tafsilatlı bakalım…


Yıldızlar da ölür

Gökküremizdeki yıldızları inceleyen astronomların nitelik ve nicelik yönünden dikkatlerini çeken ilk hususlardan biri, yıldız tayflarının değişik olduğunu fark etmeleridir. Buradan yıldız oluşumlarının ve yaşlarının farklı olduğu sonucuna varmışlardır.

Astronom Russel’a göre bir yıldız, bir bulutsu içinde doğmaktadır. Bu yeni yıldız, başlangıçta parlak, ışıklı, beyaz bir yıldızdır. İlerleyen yaşlarda büyüyerek “kırmızı dev” olmakta, sonunda büzülerek küçülmekte ve “beyaz cüceye” dönüşmektedir. Russel, teorisi üzerinde dururken “yıldızların enerjilerini” açıklamak zorunda kalmıştır. Ona göre, yıldız bünyesindeki proton ve elektronlar çarpışarak birbirlerini yok ederlerken ortaya büyük bir enerji çıkmaktadır. Bu teoriye göre yıldızların trilyonlarca sene ışıması gerekmektedir. Hâlbuki astronomlar, kâinatın yaşının 14 milyar sene olduğunu tahmin etmektedirler. Ve bugün parlayıp sönen, patlayan, toz ve zerrecik hâlinde dağılan yıldızların mevcudiyeti bilinmektedir.

Meselâ eski Çin kayıtlarından 1054 yılında gökyüzünde anormal bir hâdise vukû bulduğunu öğreniyoruz. O tarihe kadar görülmeyen çok parlak bir yıldız ortaya çıkmış. Yıldız o kadar parlakmış ki üç ay boyunca gündüzleri dahi görülüyormuş. Sonra yavaş yavaş sönerek gözden kaybolmuş. Yapılan araştırmalar, hâdisenin, zamanın İslâm âlimlerince de kaydedildiğini gösteriyor. Kayıtların işaret ettiği yerde bugün astronomların “Yengeç Nebulası” adını verdiği parlak bir gaz bulutu bulunuyor.

Bugünkü bilgilerimize göre, hâdisenin, yıldızın şişerek genişlediğini, parlaklığının çok çok arttığını, sonra patlayarak zerrelerinin uzayda gaz bulutu meydana getirir şekilde cereyan ettiğini anlıyoruz (süpernova).

H. Bette ve C. Von Weizsacker’in geliştirdiği ve zamanımızda kabul gören teoriye göre, Güneş gibi yıldızların enerjilerinin kaynağı, hidrojenin helyuma dönüşmesi reaksiyonudur. Yıldız çekirdeğindeki yüksek basınç ve ısı tesiriyle 4 hidrojen çekirdeği birleşerek bir helyum çekirdeğini oluştururlar. Ve bu esnada ortaya enerji açığa çıkar. Neticede bir yıldızın sonunun ilk kütlesine bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Güneş ile eşdeğer kütlesi olan yıldızlar aynı safhalardan geçerler. Hidrojen miktarı kritik değerin altına düştüğünde, yıldız kızıllaşarak büyümeye başlayacaktır. Bu safhaya “kırmızı dev” adı verilmektedir.

Tahminlere göre Güneş, “kırmızı dev” safhasında çapı 100 misli büyüyecek ve parlaklığı bin kat artacaktır. Aşırı sıcaklığın etkisiyle (güneşe en yakın iki gezegen olan) Merkür ve Venüs eriyecek, dünyada ise okyanuslar kaynayıp buharlaşacak, topraklar kuruyarak tamamen çoraklaşacaktır. Hidrojen miktarı daha da azaldığında, yıldız “kırmızı dev” safhasında kendi üstüne çöküp büzülmeye başlayacaktır. “Beyaz cüce” adı verilen bu safhada yıldızın hacmi küçülmekte, özgül ağırlığı artmaktadır. Böyle bir yıldızdan alınan bir çay kaşığı madde, birkaç ton ağırlığındadır.


1930’lı yıllarda Oppenhermer ve arkadaşları, Güneş’ten birkaç misli büyük yıldızların, sönüp büzülmeyle 20 kilometre çapında “beyaz cücelere” dönüşebileceklerini ileri sürmüşlerdir. “Nötron yıldızı” da denen bu tip yıldızların galaksimizdeki yıldız mevcudiyetinin onda birini teşkil ettiği astronomlarca söylenmektedir. Yıldızın başlangıç kütlesinin daha büyük olması hâlinde nihaî durum “süpernova” patlamasıyla sona erecek, yıldızı teşkil eden maddelerse zerreler hâlinde uzaya dağılacaktır. Yerden 6 bin 523 ışık yılı uzaklıkta ve 10 bin ışık yılı genişliğindeki Yengeç bulutsusu, süpernovaya iyi bir misal teşkil etmektedir.

1957’de keşfedilen “pulsarlar” ise, çok daha küçük fakat etrafında korkunç hızla dönen ve uzaya güçlü radyasyonlar gönderen yıldızlardır. Bazı astronomlarca “Nötron yıldızlarının” başka bir nevi olarak tanımlanan bu gökcisimlerinin özgül ağırlıkları hayret vericidir. Böyle bir yıldızdan alınan bir çay kaşığı madde, bir milyar ton (yanlış okumadınız) gelebilmektedir! Şimdiye kadar gözlem sınırları içerisinde yüzün üzerinde “pulsar” kaydedilmiştir.

Son zamanlarda pulsarlardan çok daha küçük fakat ışığı dahi yutabilecek çekim gücüne sahip cisimlerden bahsediliyor. “Kara delik” adı verilen bu esrarengiz noktacıkların mahiyetini Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü araştırmacısı Kip Thorne, “Bir kara deliğin içini görmemize hiçbir zaman imkân yoktur. Burada hangi hâdiseler olduğunu asla bilemeyeceğiz. Çünkü kara delikten bize bilgi verebilecek herhangi bir enerji çıkmamaktadır” şeklinde izah ediyor. Bilinen tek şey ise, kara deliklerin Nötron yıldızlarından çok daha ufak, yoğunluklarının tasavvurlarınınsa çok daha üzerinde korkunç boyutlara vardığıdır.

Bütün bu bilgilerin ışığı altında diyebiliriz ki, kâinat boşluğu içerisinde birbirlerine uzaklıkları ışık yılı olarak nispet edilen yıldızların, ilk hacimlerine nispetle “Yok” denecek kadar küçülmeleri veya zerreler hâlinde dağılarak yok olmaları, “kalp gözüyle” maddeyi yok olarak gören “Hiçbir şey yoktur, yalnız O vardır” diyen mutasavvıfları haklı çıkarmaktadır. Son senelerde yapılan araştırmalar kâinatın, Büyük Patlama ile (Big Bang) bir noktadan yaratıldığını ve gittikçe genişlediğini ispatlamıştır. Buna göre kâinat, kritik sınıra eriştiğinde, kendi içine düşerek başlangıç noktasına doğru gerisingeri büzülerek yok olacaktır.

Görülüyor ki, maddenin mutlak anlamda bir vücûdu yoktur. Kudretin (enerjinin) zâhirî bir tezahürüdür. Madde (mâsivâ) kendi şartlarında var fakat “Mutlak Var”a izafetle yoktur. Bu durum mutasavvıfların hissettikleri fakat ifadede acze düştükleri ve çoğu kez de yanlış anlaşıldıkları bir hâldir.

Dikkat çekici diğer bir husus, bilim adamlarının son yarım asırdır vardıkları çalışma sonuçlarının benzer ifadelerle Kur’ân-ı Kerîm’de işaret edildiğidir. Bunları karşılaştıralım…

Bilim adamlarına göre Güneş’teki hidrojen miktarı kritik değerin altına düştüğünde, Güneş kızıllaşarak büyümeye başlayacaktır. Bu esnada büyük bir ısı ve ışık dalgası etrafı kaplayacaktır. Öyle ki, yerin gece olan tarafı aydınlanacak, ayın ışığı kaybolacaktır.

Kıyamet Sûresi 7’nci âyet: “Gözün kamaştığı”… Kıyamet Sûresi 8’inci âyet: “Ayın tutulduğu”…

Güneş’in çapı, kırmızı dev safhasında 100 misli büyüyebilecektir. Yerin Güneş’e en yakın mesafesi 147 milyon kilometredir. Güneş’in çapı ise 1 milyon 384 bin kilometre olduğuna göre, büyüme esnasında Güneş, Merkür ve Venüs gezegenlerini yutarak aşağı yukarı Ay’a yaklaşacaktır.

Kıyamet Sûresi 9’uncu âyet: “Güneşle ayın bir araya getirildiği zaman”… Kıyamet Sûresi 10’uncu âyet: “İşte o gün insan, ‘Kaçacak yer nerede?’ der”… Kıyamet Sûresi 11’inci âyet: “Hayır, hayır, bir sığınak yoktur”...

Korkunç derecedeki ısı etkisiyle okyanuslar fokurdayarak kaynamaya başlayacaktır.

İnfitar Sûresi 1’inci âyet: “Gök yarıldığı zaman”… İnfitar Sûresi 2’nci âyet: “Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman”… İnfitar Sûresi 3’üncü âyet: “Denizler kaynaştığı zaman”…

Güneş ve benzer kütleli diğer yıldızlarda hidrojen miktarı iyiden iyiye azaldığında, “kırmızı dev” safhasından “beyaz cüce” safhasına yani büzülmeye başlayacaklardır. Bu safhada Güneş ve benzer kütleli yıldızlar kendi içlerine doğru düşecek, ışıkları kalmayacaktır.

Tenvir Sûresi 1’inci âyet: “Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman”… Tenvir Sûresi 2’nci âyet: “Yıldızlar düşüp söndüğü zaman”…

Dikkat edilirse, Güneş ve bir kısım yıldızların (kütleleri Güneş’e yakın) kendi içine düşerek ışıklarının kalmayacağına işaret edilmiştir. Bu hâl astronomların “süper cüce” dedikleri safhadır. Kütlesi Güneş’ten çok daha büyük yıldızlar büzülmeyip müthiş bir gürültüyle patlayacaklar ve zerreler hâlinde uzaya döküleceklerdir.

Kariâ Sûresi 1’inci âyet: “Gürültü koparacak olan”… Kariâ Sûresi 2’nci âyet: “Nedir o gürültüyü koparacak olan?”… Kariâ Sûresi 3’üncü âyet: “O gürültüyü koparacak olanın ne olduğunu Sen bilir misin?”… Kariâ Sûresi 4’üncü âyet: “O gün insanlar ateş etrafında çırpınıp dökülen pervâneye dönecekler”…

İnfitar Sûresi 1’inci âyet: “Gök yarıldığı zaman”… İnfitar Sûresi 2’nci âyet: “Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman”…

Güneş’in burada zikredilmemesi, bu tip yıldız kütlelerinin güneşe nispetle büyük olduklarını, güneş gibi büzülmeyip patlayacaklarını gösteriyor. Süpernova safhası…

Kâinat aynı anda yaratıldığı ve genişlediğine göre, yıldızların büzülmesi ve patlaması yıldız yaşına göre peşi sıra vukû bulacaktır. Bu ise mevcut nizâmın bozulması demektir.

Hâkka Sûresi 16’ncı âyet: “Gök yarılır, o gün düzeni bozulur”...

Güneş sistemine yakın sistemlerde bozulma ve patlamalar cereyan ettiğinde, yeryüzündeki insanlar korku ve telâş içindedirler.

Abese Sûresi 33’üncü âyet: “O muazzam gürültü, kıyamet kopup geldiği zaman”… Abese Sûresi 34’üncü âyet: “O gün kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar”… Abese Sûresi 37’nci âyet: “O gün herkesin kendine yeter derdi vardır”…

Yıldızların bozulup patlamasıyla kâinatta tasavvur edemeyeceğimiz derecede ısı ve enerji dalgası hâkim olacaktır.

Meâric Sûresi 8’inci âyet: “Gök o gün erimiş maden gibi olur”… Meâric Sûresi 9’uncu âyet: “Dağlarda atılmış pamuğa döner”… Yaratılışın tersi olan yok oluş başlamıştır. Astronomların ifadelerine göre bu, ilmin kabul ettiği kaçınılmaz sondur. Peki, bu hâdiselerden sonra ne olacak, sonuç neye varacaktır? Geliniz, son sözü yine bütün ilimlerin menşei, mutlak kitap Kur’ân-ı Kerîm ile verelim!

Kasas Sûresi 88’inci âyet: “Allah’la beraber başka bir tanrı tutup tapma. O’ndan başka tanrı yoktur. O’ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur. O’na döndürüleceksiniz.”

Ankebut Sûresi 20’nci âyet: “Allah, yeni bir ahiret hayatını da tekrar yaratacaktır. Allah her şeye hakkıyla Kâdir’dir.”