Yıldız biriktirmek

Uykuda bir yaşam, bütün günleri birbirine benzeyen bir yaşam demektir. Böyle bir yaşamda yıldızlar sadece yıldız, çocuklar sadece çocuk, günler sadece günlerden bir gündür. Faklı şeyler yaşıyor gibi görünse de aynı şekilde sevinen, aynı şeylere üzülen, düşünce şekli ve hayata bakışı değişmeyen bir insanın var olduğu söylenebilir ama ne kadar yaşadığı tartışılır.

“DÜNYAYA geleli -dile kolay- kırk sene oldu” diyorsun, peki kendini kaç yaşında hissediyorsun? Daha genç mi, daha yaşlı mı? Nasıl, alışabildin mi, anlaşabildin mi, tanışabildin mi dünya ile? Memnun musun ailenden, yaşadığın şehir ve ülkeden? Memnun musun arkadaştan, dosttan, okuldan, işinden, gittiğin ve geldiğin yollardan? “Yaşam” denen şey nasıl bir his uyandırıyor sende? Yürürken arkanda bıraktığın izleri nasıl buluyorsun? Bir hayata, isme, bir geçmişe sahip olmak, yılları biriktirmek nasıl bir duygu?

Bak, sana bir şey diyeceğim: Bırak yaş biriktirmeyi de, sen biraz yıldız biriktirsene!

Biriktirdiği şeye göre değişir insanın hayatı. Yorgunluk, kırgınlık, gelecek kaygısı, kıskançlıksa biriktirdiklerin, belin ağrır bir zaman sonra, boynun bükülür, sesin kısılır ve rahat nefes alamazsın. Aldığın nefes yaşamak için gerekli olandır. Oysa yaşamı dolu dolu içine çekmek gerek.

Neşe, sevgi, paylaşmak, merak ve heyecan ise biriktirdiklerin, gençleşirsin her geçen gün; bulutlar kıskanır kanatlarını, bahar bir türlü gitmez olur.

Çok bahtlısın, biliyor musun? Yok, hemen öyle “Niye ki?” deme. Hâlâ varsın, farkında değil misin yoksa? Hikâyeni beğenmiyor olabilirsin ama bir hikâyen var, bunu unutma!

Gözlerimizle ve gönlümüzle toplamak için o kadar çok yıldız serpilmiş ki gökyüzüne, “Kim toplayacak bu kadar yıldızı?” diye sormadan edemiyor insan. Koca bir şehrin uykuya yattığı saatlerde işitme cihazımı da çıkartarak pencereden oltamı gökyüzüne atmayı seviyorum. Kalabalık bir şehrin aydınlattığı gökyüzünde fazla yıldıza ulaşamayabilirim ama sessizliğin orta yerinde yıldızlara nişan almak yine de harika! Göremesem de milyarlarca yıldızın oradan bana gülümsediğini hissedebiliyorum. İnsanın hayatı da kalabalık bir şehre dönüştü; yaşanan onlarca şeye, çevreyi saran sonsuzluğa rağmen fark edilebilen şeylerin sayısı o kadar azaldı ki…

Nasıl bilebilirdim, kimse gelip anlatmadı ki… Kendime uzaksam hiçbir şeye yakın olamazmışım; bilemedim. Kalabalık bir şehir olmuş geçmişim ve içime sinen genetik miras, “ben” dediğim yapma bir çiçeğe dönüşmüş. Görüntü iyi ya da kötü, ne fark eder ki böyle bir durumda? Hazır paket bir yaşamı yaşamak… Özümdeki sonsuz enerji ve mutluluk, şehrin ışıkları ve dünün yaşanmışlıkları ile tükenmiş. Zor ama imkânsız değil içimdeki o uzak yıldızlara ulaşmak. Zafer kendini kazanmak ise, her türlü mücadele ve bedele değer.

Aradığım şey kendimmişim, evet, şimdi anladım. Ben olmayınca her şey eksik kalırmış, o kadar yıkıntıdan sağ çıkınca anladım. Bir şeyleri yaşamayı değil, yaşadığımı fark edip yaşantıma yeni renkler vurmak için fırçayı elime almayı seçiyorum. Yıldızları seyretmek, evet, harika! Ama artık onların beni seyretmesi için ayağa kalkmayı ve harekete geçmeyi seçiyorum.

Bilim adamları yıldızlar hakkında ne derse desinler, bence o yıldızlar oraya biz dokunalım diye yerleştirilmişler. Yıldızlar o kadar uzakta değiller aslında. Bir farkındalığa bakıyor her şey. Benim yıldızlarım, farkına varıp dokunduklarımdır artık. Çocuklarımın varlıkları, gülüşleri, hüzünleri, en parlak yıldızdan daha güzel birer yıldız benim için. Her bir çimen tanesi, gökten düşen her yağmur tanesi, güneşin her ışık huzmesi, çiçeklerin her biri, akıl edebilmemin her ânı, zamanın her bir dilimi, sonsuz varoluşun her zerresi, fark edebildiğim an birden keşfettiğim ve parıldamaya başlayan birer yıldız benim için.

Her farkındalığımla, bilinç, şükür ve varoluşumun gökyüzüne yeni bir yıldız ekleniyor. Ben dâhil olduğum zaman ortaya çıkan yeni bir evren bu. Farkına varamadığın bir hayatı tamamlayıp farkına varmadan teslim etmek diye bir şey de var. Allah korusun, sonsuz evrenin güzelliğini tefekkür edememek, nimetlerin şükrüne erememek, yıldızlara dokunamamak, varlığının farkına varamamak var. Yaşam çok bilinmeyenli bir denklem olabilir ve hepimiz iyi birer matematikçi olamayabilir, her şeyi anlayamıyor, her şeyi yapamıyor ve her şeye erişemiyor olabiliriz. Ama bir hikâyemiz var ve bir rol verilmiş bize, en azından yaşamın, yaşam içinde problem ve bulmacaların en iyi şekilde sonuçlanması için bir şeyler yapabiliriz. İnsanın kendi hikâyesini iç ve dış unsurların eline bırakarak hiç müdahalede bulunmaması bence en kötüsü.

Kendine vakit ayırma zamanı geldi. Suya, havaya, gülüşe, sevgiye, farkındalığa dokunma zamanı geldi. Kalbinle farkında olarak dokunduğun, kabul ettiğin, fark kattığın, güzelleştirip geliştirdiğin her şey için gönlünün gökyüzünde bir yıldız oluşur. Gökyüzü ışıl ışıl olanlara ne mutlu!

Bilince saldırı var

Bildiğiniz üzere dünyada hayat farklı bir evreye giriyor. Hayatı etkileyen değişkenler diğer zamanlara göre oldukça farklı ve oldukça çeşitli. Olumlu olanlar kadar olumsuz birçok etken de yaşamı çok çeşitli açılardan etkilemekte. Teknolojideki gelişmeler diğer zamanlara göre farklı bir boyuta ulaşmış durumda. Şöyle de diyebiliriz: Belki de gelişen teknoloji öyle bir aşamaya geldi ki kendi gelişimini yine kendini geliştirmekte kullandığı için günümüzde ve ilerleyen süreçte değişim hızları hayrete düşecek aşamalara dönüşmekte. Gelişen teknoloji, konfordan sağlığa, ulaşımdan iletişime, üretimden sosyalliğe kadar çok geniş bir yelpazedeki hayatı etkilemektedir.

Şu an yetişen nesil, daha önceki nesillerin internetsiz, sosyal medyasız, bilgisayar ve özellikle cep telefonsuz nasıl yaşamış olduklarını merak ediyor. Teknoloji âdeta evimizin vazgeçilmez bir eşyası ve cep telefonu, bizim dijital organımız olmuş durumda. Genel olarak güzel ve olumlu görünen tablonun arka tarafında kaybedilen önemli değerler var ki bunların çok fazla gündeme dâhil edilip acil tedbirler alınmaması gerçekten çok üzücü ve vahim.

Öncelikli sorunların başında çocukluk çağından başlayan teknoloji kullanımı, çocuk ve gençlerin bir yandan hareketliliğini azaltırken diğer yandan insan ve toplum olmanın en önemli göstergelerinden biri olan iletişimi geriletmekte, düşünce dünyasını değiştirmekte ve dil yapısında ağır tahribat yapmaktadır. Zaman yönetimi, kendini ifade etmek, edebiyat ve sanat uğraşları, kendini arayış gibi birçok alanda insan bilinci teknolojinin saldırısına maruz kalmaktadır.

Kendimden de çok iyi bildiğim bir durum var ki, farkına vardığımda kendimi oldukça kötü hissettim: Cep telefonu ve bilgisayar kullanımı öyle bir aşamaya gelmiş ki baş bölgesi, artık yere doğru bakar şekilde eğik bir form almış. Çoğu zaman başımın bir aktivitede bulunmasam bile aşağıya doğru ya da televizyon ve bilgisayar ekranı seviyesinde takılı kaldığını fark ettim. Arada gökyüzüne bakıyor ama gökyüzünü göremiyordum. Saatlerce aşağı meyilli çalışan baş bölgesini yukarı kaldırdığımda, orada çok fazla durduramadığımı fark ettim. Güneş ve yıldızlar dikkatimi çekemiyor, onları fark edemiyordum yani. Teknoloji başımı eğmişti. Buna benzer olarak, sürekli cep telefonuma bakma isteğimin olması, sosyal medyada paylaştıklarıma gelecek yorumları beklemek ve sosyal mesajlaşma uygulamasından bir mesaj attığımda cevap gecikince ya da gelmeyince moralimin bozulması gibi şeyler ne kadar da hızlı biçimde hayatımın bir parçası olmuştu. Bu tür bir yaşam şekli ne kadar sağlıklı sizce?

Hayatı diğer zamanlara göre etkileyen diğer bir unsur ise afet ve salgınlar. Ne yaparsanız yapın, ne kadar tedbir alırsanız alın, bazı şeylerin başınıza gelmesine engel olamayabiliyorsunuz. Deprem gibi, pandemi gibi, sel ve yangınlar gibi… Normal seyrinde ilerleyen hayatınız bir anda duvara çarpar gibi yüz seksen derece değişebiliyor.

Örneğin daha önce rahat rahat nefes alırken kim diyebilirdi ki ağız ve burnumuz maske ile kapatılmış bir şekilde yıllarca yaşayacağız ve nefes almak bu kadar önemli ve değerli olacak? Özgürce, rahat ve doyasıya nefes alabilmek tabiî ki her zaman gerekli ve önemliydi ama pandemi bunu tüm varlığımızla hissetmemizi ve farkına varmamızı sağladı. Depremler zamanın önemini gösterirken, yangınlarsa ormanlarımıza sahip çıkmanın, onları korumanın önemini gösterdi.

Hayatın da bir dili var. İster teknolojik gelişmeler, ister pandemi ve diğer afetler olsun, dileyen ve okumak isteyen için yaşam mesajlarla çevrilidir. İster zamanın, ister sağlığın önemini anlatsın, mesajların aslında işaret ettiği istikamet ortaktır: İnsan ile iletişim kurmak, insanı amacından saptırarak araçlara tutsak eden, kaybolmasına, neyi nasıl yaşadığını göremeyecek hâle getiren uykudan uyandırmaya çalışmak ve farkında olmasını sağlamak…

Uykuda bir yaşam, bütün günleri birbirine benzeyen bir yaşam demektir. Böyle bir yaşamda yıldızlar sadece yıldız, çocuklar sadece çocuk, günler sadece günlerden bir gündür. Faklı şeyler yaşıyor gibi görünse de aynı şekilde sevinen, aynı şeylere üzülen, düşünce şekli ve hayata bakışı değişmeyen bir insanın var olduğu söylenebilir ama ne kadar yaşadığı tartışılır.

Çocuk ve yıldız

Uykuda olan bir insan, bir çocuğa nasıl bakar sizce? “Kurallar ve disiplinle, biraz sevgi, biraz bilgi ve ilgi ile yetiştirilmesi gereken, gıda ve barınması sağlanarak sağlıklı büyütülmesi gereken, her şeyi kurallarına göre yapamayan, anlayamayan, oyuncaklarla oynarken kimi zaman eğlenceli vakit geçirmemizi sağlayan bir canlı” diye bakabilir meselâ. Kimileri çocuklarını çok sever, onlara çok bağlanabilir ve onlar için her türlü fedakârlığı gösterebilir meselâ. Allah-u Teâlâ, halis niyetle yapılan amellerinizi kabul etsin, benim değinmek istediğim nokta, yaşanan şeylerin farkına vararak onu geliştirmek, kendini geliştirmek, yaşama yeni bir şeyler katmaktır. Bu açıdan bir çocuk, başka neleri ifade edebilir, beraber bakalım.

Bir çocuk, yeryüzüne inmiş en güzel çiçek, en parlak yıldızlardan biridir meselâ. Çocuk, yaptıkları ve yapamadıklarıyla büyük bir kitaptır. Varlık âlemine geleli üç beş sene olmuş bir insan neler yapar, bunu anlatır. Bir çocuk bir dili, yürümeyi, sonsuz bir enerjiyi nasıl üretir, bunu gösterir. Bir çocuk, bir ülkenin geleceğidir, kaderidir. Bir çocuk, ailesinin ya gururu, ya yok oluşudur. Bir çocuk, bir evrendir; onu okumak, araştırmak gerek. Ona doğru şekilde yaklaşmak ve doğru eğitimi vermek gerek. Hata yaptığı için eleştirilen, yaramaz diye dövülen, anlamıyor diye kızılan ve bir boş zaman uğraşı olarak görülen o küçük canlı, senin ve bir toplumun suya yansımadır. Çocuğa yaklaşımın, hayata yaklaşımındır.

Bakış önemlidir. Neye nasıl baktığın kadar, yarın başka başka şeylere nasıl bakacağını da öğrenmek ve uygulamaya geçmek gereklidir. Hayatınıza yeni renkler, yeni insanlar, yeni hikâyeler, kısaca hayatınıza yeni bir siz katın! Kendinizi hiçbir şey için ihmâl etmeyin. Önemli bir dâvânız, büyük hayâlleriniz, yaşamaya mecbur kaldığınızı sandığınız bir hayatınız olabilir ama söyler misiniz, içinde kendinizle baş başa kalamadıktan sonra, özgür bir benliğiniz olamadıktan sonra, bir yıldıza, bir çiçeğe, bir çocuğa düşüncelerden uzakta doya doya bakamadıktan sonra, ne anlamı var ki?

Şimdi geçmişime şöyle bakıyorum da, ne kalmış ellerimde, çok şey sayamıyorum. Bu nedenle kalan zamanımı iyi değerlendirmek ve bol bol yıldız biriktirmek istiyorum.

“İnsan” kelimesi beş harf lâkin içine sonsuzluğu sığdırabilirsiniz. Sonsuzluğa ev sahibi yapan bir canlının kendini ona göre toparlaması, ona göre bir plân yapması ve ona göre yaşamaya çalışması, en azından vazgeçmeden denemesi gerek. Var edildiysek, varlığa anlam katmamız gerek.

Var olmanın şükrü, varlığınızın şükrü ve Var Edene hamd ile sevgilerimi, selâmlarımı iletiyorum. Vakit ayırdığınız için minnettarım…