Yılan masalı

Hâl böyleyken, bizler tumturaklı masallara niçin inanmayalım, niçin masal anlatıcılarını susturalım? Mutlu sonlara özlem duyuyoruz, çünkü yoksuluyuz. Düğümlerimizi ve peşimizde daima olacak leşlerimizi güzel sonlarla süsleyelim elbette! İnsan olmanın hikâyesi burada…

SİZE, dağları ve sert kayalıkları aşıp gelenlere; bir iz peşine düşüp yitirilmeyenlere, sokaklarda kimsesiz susanlara, münzevilere… Size ey insanlar, size tüm gerçekliğimle tumturaklı masallardan söz edeceğim ve meşruiyetini zedeleyeceğim hayâllerin!

Masalları bilirsiniz ve dinlemeyi seversiniz. Onlar bizleri iyilere ve güzel sonlara inandırırlar. Peki, iyiye ulaşmak hangi zorlu yolları kat etmeyi gerektirir? Nerelerden geçmelidir iyi? Hangi acıları, hangi izleri taşımalıdır ve nerelerde hırpalanmalıdır?

Masallara inanan insanlar cesurdurlar. Onların kurtları ve karnı yardıran açlıkları, cadıları ve çirkin yüzleri, geveze aynaları, büyücüleri ve tılsımlı acı elmaları, hayâletleri, çokça ölümleri ve kaybedişleri vardır. Tüm bunlarla boğuşurlar masala inanan cesurlar. Cesaret bu boğuşma ile beslenir; onu var eden, kötünün kendisidir!

Fakat masal, temelde mahfazasını iyiye dayandırır. Orada barınır, ısınır ve doyar. Sonunu her zaman iyi ile taçlandırmaya yeminlidir. İyinin borçlu olduğu kötünün daima hakkı yenir. Kötü yalnızca çıkarılacak bir derstir, bir ibret… Mutlu sona erişildiği an, kötünün sonu hükümsüz kalır. Fakat ey masallara inanan cesurlar, hepimiz kötünün mutlu sona erişebildiği bir gerçekliği yaşıyoruz asıl hikâyelerimizde! Tam da bu sebeple masal anlatan yüzlerin tüm çizgilerini dikkatle incelemeliyiz.

Masal anlatıcıları iyi ve kötü arasındaki bir nefeslik yakınlığın farkındadırlar. Bu iki zıtlığın arasında sanılanın aksine uçurumlar ve kilometrelerce mesafe yoktur. Bir aşılmaz düşünce ile iyi ve kötü, incecik çizgilerini aşıp birbirleri arasında mekik dokuyabilirler. Herkes hemfikirdir; iyiye inanan, kötüyü var etmiş olur. İşte tam da bu meşrû kılış, masal anlatıcılarının yüzlerini sorgulamamız için dürter bizi. Bu incecik çizgiyi bir fısıltıyla bir çeşit yanılsamaya çevirebilir usta yüzler.

Biz masallara iman eden cesurlar ve yöresinde halkalar kurup bin bir gece boyunca masallar anlatanlar, bizler, bir yumağız birbirimize, bir yılanlar girdabı… Anlatıcılar; düğümler içerisinde, ötekilerin bedenlerinde dolanıyorlar serin dilleriyle. Yahut “Sürünüyorlar” demeliyim. Bizler ise anlatılan masallara iman edenler, inancımızla harekete geçiyoruz. Sürdürüyoruz yaşamlarımızı. Dinlediğimiz masallarla düşlere dalıyor, zaman zaman gerçekliklerimizden sıyrılıyoruz. İman edenlerin üzerinden geçiyor, birbirimizi eziyor ve acı izler bırakıyoruz gövdelerimizde. Kimilerini bu uğurda öldürmeyi göze alıyoruz bir masal gücüyle, bir başka yılanın bizi boğmaması için hırsla bileniyoruz ve her mevsim kenara attığımız kaygan derilerimizle sıyrılmaya niyetleniyoruz ölü canlar arasından… Yitirdiğimiz yılan bedenlerine şâhit kılıyor bizi insafsızlığımız.

Ah! O çatık kaşlarımızla bu girdabın içinde, bu sarsıcı devinimde yok olmamaya gayret ediyoruz. İnsan, durmadan devam etmek üzerine yaratılmıştır. Boğulanlar, yalnızca devam etmeyi yavaşlatan ağırlıklardır. Bir ayak bağıdır ayaksız gövdemizde. Sürünmek böylelikle daha çetin olur. Düğümler dolanır birbiri içinde. Kimse yapayalnız ilerleyemez. Cesetler ve düğümlerle yol alırız.

Yılanlar yılanların, insanlar insanların yükü olur. Bu yaşama dürtüsü içinde bazen iyiyi üstlenir ve kötüyü def ederiz, bazen de kötüden başkasını yakıştırmayız yakışıksız rûhumuza. O hâlde bizler ne iyiyiz, ne kötü. Bir masal gibi kalın çizgilerden noksanız.

Hâl böyleyken, bizler tumturaklı masallara niçin inanmayalım, niçin masal anlatıcılarını susturalım? Mutlu sonlara özlem duyuyoruz, çünkü yoksuluyuz. Düğümlerimizi ve peşimizde daima olacak leşlerimizi güzel sonlarla süsleyelim elbette! İnsan olmanın hikâyesi burada…

Naçizâne ben, kimseye bir masalcık dahi anlatmayacağıma yemin ediyorum sizlerin gözleri önünde. Çünkü sizler de biliyorsunuz, masalları anlatanlar, masallara en çok inanmayanlardır.

Bir varmış, bir yokmuş…