İnkârın
rövanşı: Mitoloji
İNSANIN varoluş sancısı
içindeyken yönelttiği “Var mısın?” çağrısına “Tanrı” sessiz kalmamıştır. Ancak
“ses” olarak, kendi seslenişi yerine yine insanı seçerek onun
sesinden/seslenişinden cevap vermiştir. Nitekim bu cevap şekline insanoğlu
itiraz etmiş ve “Görün!” biçiminde tepkisini göstermiştir.
Tanrı
bu görünme talebine karşılık insanın içinde olduğu evrene bakılmasını tavsiye
edince, insan çaresizlik içinde bir fikir yürütmüştür/uydurmuştur/mitleştirmiştir:
“Tanrı insan üzerinden seslenir, evren
üzerinden görünür.”
İnsan
böyle fikredince tabiî, fikrinin ince işçiliğini de yapar: Tanrı seslenişi
insan, görünmeyi de evren üzerinden gerçekleştirince, ortaya yarı insan-yarı
evren bir “canlı” çıkartır. Bu betimleme zamanla “Tanrı’nın hikâyeleri-insanın isyanları”
kurgusuna evrilir. Bu kurguda artık “Tanrı”, insan ve evrenle anlatılır,
resmedilir ve yaşatılır.
İnsanlık
hafızasına “Tanrı albümü” ve “insan hikâyeleri” üzerinden baktığımızda -Tanrı’nın
seslenişi insan üzerinden olduğu için-, hem albümde ilk resim, hem de hikâyenin
başlangıcında şu ortak betimleme ile karşılaşırız: “Tanrı oğul edinmiştir.”
Bu
oğul yeryüzünde insana âşık olmanın sancısına düşünce, yani “insan soyu özlemi
artınca”, bu sefer Tanrı’nın bir kez -gösteri amacıyla- ortaya güç ve sembol diye
koyduğu bu “oğul” iken; oğlun kendisi için insanla soyunun devamını istemesi,
yani “ölümlü” olmayı tercih etmesi Tanrı’yı kızdırır. Oğul “ölümlü” olmayı göze
almıştır, çünkü âşık olduğu bir “insan”dır: “Kadın”… Tanrı her yönünü bu aşkın
üzerine gönderir. Ortalık yarı insan-yarı evren şeklindeki canlıların savaşına
evrilir. Adeta Tanrı’nın sesini ve görünümünü insan üzerinden somutlaştırmasına
isyan başlar.
Nitekim
tüm savaş söylencelerinde Tanrı’nın yarı insan-yarı evren şeklinde varlığını ilân
etmesi iki şekilde yürür: Yarısı insan-yarısı hayvan canlılar vardır (özellikle
yarı insan-yarı at ve yarı insan-yarı yılan en baskın betimlemedir) ve savaşa
katılan (evrendeki ateş, toprak, su, hava başta olmak üzere) her şey, bazen
insana benzeyen, bazen de belirsiz birer yüz, yani birer tanrı şeklinde savaşta
taraf tutar.
Bu
taraftarlık sayesinde her birinin “Ateş Tanrısı”, “Su Tanrısı”, “Toprak Tanrısı”
veya “Hava Tanrısı” gibi isimlendirilmesiyle “Tanrı” ismi çoğaltılır. Böylelikle
kuşatılan Tanrı, artık “Baba Tanrı”dır. Babadır, çünkü oğul edinmiştir. Dahası
bu oğul, bir “insan”dır.
Bu
kurgunun doğruluğu için Tanrı’nın insan ile ilişkisi şarttır. Yani Tanrı’nın
ödüllendirdiği bir “kadın” vardır artık. Tanrı bir kadın seçmiştir ve ondan doğan
bir oğula sahip olmuştur.
Kadın
bu söylencede/fikirde/mitolojide, Tanrı’nın kendisini insan-evren bütünlüğü ile
yarı insan-yarı evren şeklinde bir canlılar geçidi içinde göstermesi sebebiyle
birbirine zıt iki imkânı betimler: Aşk ve ölüm…
Kadın,
aşk için diriltici hayat pınarı, ölüm içinse öldürücü “zehir”…
İnsan-Tanrı
hakkında en temel inkâr rövanşının tablosu budur. Bu tablo(lama) hareketine “mitoloji”
denir. Noel Baba, bir mitoloji ürünüdür.
Nebîlerin
mitoloji ile savaşı
Bilindiği
üzere Nebîler, “Yaratıcı-Rab” olan “Tanrı” tarafından seçilmiş insanlardır.
Kendilerine bir “ses” geldiğini iddia ederek ve sesteki çağrıya itaat ederek, seslenişi
ve içindeki mesajları insanlara iletirler. Bu mesaja itiraz edenler, mitolojiyi
de üreten basit taleplerini tekrar ederler: “Söyle, Tanrı bize görünsün!”
İlginçtir,
Nebîlerin cevap olarak verdikleri mesaj, mitolojiyi üretmeyi kırbaçlayan ile
“benzer”dir: “Evrene bakın, akıllı olun!”
Yalnız
Nebîlerin mesajı, yani vahiy ile mitoloji arasındaki “ses-görünme” temalı fikir
düzlemi, ilk cümlenin kuruluşunda önce kopar, sonra da birbirine hasım kesilir:
“De ki, ‘Allah Birdir. Muhtaç değildir.
Doğmamış, doğurulmamıştır (dolayısıyla oğul da edinmemiştir) ve hiçbir şey O’na
ne benzeyebilir, ne de eşdeğerdir’.”
Nitekim
insan ve evren algısına çok net tanım getiren vahiy, insanı “yaratılmış” olarak
konumlandırır ve “Haddini bil!” diye uyarır. Nebîler hiçbir kelime, cümle, dil,
iletişim, örnekleme, yaşam tarzı aşamasında “Tanrı ve insan benzerliği”
kurgusuna girmemişlerdir. Yani vahiy için “mit” olan her şey “şirk”tir. Yani “bir”
olanı bozar, çoğaltır, parçalar. Vahiy, insanın tüm Tanrı mitlerini paramparça
eder ve gömer. Vahiy, insanın açık veya gizli mitlerine hayat hakkı tanımaz!
Fakat
insanoğlunun her zaman Vahiy karşısında bir “B planı” olmuştur. Bu planı da üç
önemli imkân ile kurgulamayı başarmıştır: Edebiyat,
Tarih ve Psikoloji…
İnsan,
aslî görevleri ve hedefleri “medenî insan
oldurmak” olan bu üç insanî imkânı görev ve hedefleri dışına çıkarabilmiş
ve Vahyin açıkça reddettiği “mit” edinimlerini de bu imkânları suiistimal
ederek yaşatma yolunu bulabilmiştir. Nitekim Vahiy, insanoğlunun edebiyat, tarih
ve psikoloji üzerinden evden kovulan “mit”i bacadan sokma gayretine ilişkin üç
konuya dikkat çekmektedir: Şefaat, atacılık
ve müteşabih…
Bir
bakıma Vahiy, mit edinimlerinin kuluçka olarak kullandığı üç insan fikrine
dikkat çekmiştir. Psikoloji şefaati, tarih atacılığı ve edebiyat da müteşabihi
adeta dölleyen imkânlar olmuşlardır. Bir bakıma psikoloji, edebiyat ve tarih,
aslî görevleri ve hedefleri dışına çıkarılarak suiistimal edildiğinde
kullanıldıkları alanlar şefaat, atacılık ve müteşabih konular olmaktadır.
Nitekim
Kur’an’da “şefaat”, öncelikle dünyada insanların Allah tarafından
yetkilendirilmiş ve Allah’ın bazı özelliklerine sahip olan insanların insan ve
evrene “müdahil/değiştiren” güce sahip oldukları inanca işaret olarak
kullanılmaktadır. Şefaat anlatıları ile mitolojideki betimlemeler arasında bir “paralel
kurgu” vardır. Tanrı’nın sesini insan ve görüntüsünü de evren üzerinden
somutlaştırdığı şeklindeki anlayış, ikisinde de “öz kurgu” olarak vardır.
Kur’an, “şefaat”i bu şekli ile anlayan ve kurgulayan inancı şiddetle
reddetmiştir. Ancak insan “psikoloji” üzerinden bildiğini okumuş ve reddedilen
inancı başka yollar bularak yaşatmıştır.
Aynı
şekilde insan, “atacılık” üzerinden ve dolayısıyla tarih imkânı ile “Tanrı
bizimle!” marşını okuyarak, “Atadan kalmışsa, Tanrı’dan kalmıştır!” kültünü
canlı tutmaya çalışmıştır.
Bir
de “benzetme/teşbih” var ki edebiyatın motoru hükmündedir ve Vahyin birçok
örneğinde “benzetme/teşbih” yapılması sebebiyle bu müteşabih delil ve işaretler
maalesef yine insan tarafından “tevil-yorum” metoduyla insan mitine
dönüştürülebilmiştir.
Dolayısıyla
Nebîlerin savaştığı mitoloji kültü, edebiyat, tarih ve psikoloji imkânları
üzerinden “yeniden mitoloji” hareketine evrilebilmektedir. Nitekim bu evrilme
Müslümanların zihninde şefaat, atacılık ve müteşabihat ekseninde
güncellenebilmiştir de.
Noel
Baba, özü/kökü mitoloji olan, fakat edebiyat, tarih ve psikoloji imkânlarıyla
kendini gövde olarak yüzeye çıkarabilmiş, güncelleyebilmiş bir modern mit
özelliği taşımaktadır. Çünkü bir içecek olan CocaCola için bile “endüstri objesi” olarak tasarlanabilecek kadar
kullanıma/tüketime açıktır hep. Yani Noel Baba, bir “eğlence sektörü objesi”dir
aynı zamanda. Mitten beslenen, fakat tüketim sektöründe “eğlence miti”ne
dönüştürülen bir “mal”dır artık. Yani “mal oldurulmuştur”.
Eğlence
sektörünün bacası: Noel
Tanrı
ve insan arasındaki “mitoloji” mücadelesinin adeta “diplomatik kulvarı”, yani
uzlaşma ve yumuşatma protokolü her zaman ve mekânda “eğlence” olmuştur. İnsan
adeta “eğlence” yoluyla “işi şakaya vurma”ya çalışmıştır. İnsanın şaka anlayışı
iki türlü somutlaşmaktadır: Mesajı
eğlenceli hale getirmek ve özgürce eğlenmek…
İnsanın
en düşkün olduğu “yaşam enerji”lerinden biri “eğlenmek” ve eğlencenin içindeki o
zevki yudumlamaktır. İnsanın “özgürlük” istemindeki kastı -eğer bu söylemin içinde
bir “sorumluluk taşımayan edinim” varsa-, “eğlence özgürlüğü”dür. İnsanın
eğlencede aradığı da “neşelendiren her şey” ve “neşelenecek herkes” ortamıdır.
İnsanı
en çok geren ve de suratını ve süratini düşüren “sınırlama” konusu da
eğlencedir. Bu nedenledir ki, Tanrı-insan iletişiminde kırılma noktası olan “günah”
seçkisinde “eğlence” her zaman ilk sıralarda yer alır. Çünkü eğlenmenin sınırı
ve niteliği noktasında insanı ikna etmek oldukça zordur. Buna bir de din adına
eğlence konusunda fikir ve sınır getiren “dindar”ların tutumu eklenince, konu
eğlenmekten çıkıp kavgaya dönüşebilmektedir.
Bir
de “Tanrı”yı eğlence konusu yapmak, Tanrı’nın mesajlarını “eğlenceli” kılmak, hatta
“Nebîlerin hayatlarını eğlenerek öğrenelim” gibi işi şakaya vuran söylence veya
taklit konusu kılmak var ki, işte eğlencenin “inkâr coşkusu” aşamasına geçtiği
bölüm, bu bölümdür!
Nitekim
Tanrı’ya alkol aldıran, Nebîleri kızlarıyla veya bir gecede onlarca kadınla
ilişkiye girmek şeklinde tasvir eden anlatılar olabildiği gibi, en yaygın
eğlence vesilesi kılınan zamanlar, Nebîler için birer (“tarihî an” ve “tarihî
şahsiyet”) “özel gün” adı altında kutlanabilmektedir.
Bir
bakıma insan, “anmak” niyetini “ders almak için” değil, “eğlenmek için fırsat”
olarak görmektedir. Kuşkusuz Nebîler “neşelenmek” ve “eğlenmek” noktasındaki
sınır, ölçü ve örnekliği hayatlarında göstermişlerdir. Ancak burada söz konusu
olan, “neşelendiren her şey” ve “neşelendiren herkes” ölçüsünde insanın ısrar
etmesidir. Burada “neşelendiren” algısı ve listesi, insan tarafından oldukça
“yaygın-belirsiz” kılınabilmektedir.
“Neşelendiren”
ölçütleri kapsamına nükte, fıkra, masal, anlatı, hiciv veya söz sanatı
girebileceği gibi argo, erotik tasvir, kışkırtıcı dans, alkol ve seks de
girebilmektedir.
İlginçtir,
insan için “doğum”, eğlence enerjisi veren bir neşe kaynağıdır; ancak aksine ölümü
Tanrı’ya kavuşmak görüp onu da neşe vesilesi kılanlar olmuştur. Toplumlar
“zafer günlerini” ve “toplumsal günleri” neşe için vesile yaparlar. Bu
neşelenme çoğu zaman devlet politikası olmaktadır. Bu taktik devletin yönetme
enstrümanı olduğu gibi, toplumun devlet üstündeki hakkı olarak da
görülebilmektedir.
Noel Baba bir eğlencedir. Ancak kimin için? Noel Baba eğlence bacasıdır. Peki, kimin hanesi için? Sormak lazım: Noel bize ait hangi zaferi ve toplumsal günü ifade etmektedir? İzah etmek gerekmez mi?
Yılın
başı mı, yılanın başı mı?
“Yılanın
başı” vurgusu, özellikle bizim kültürümüzde çağrışımları zengin bir kurgu
vurgusudur. Özellikle “tehlikeli, zehirli, ölümcül” nitelemeyi hak ettiği
düşünülen kişi, grup, eylem için “yılan” benzetmesi kullanılır ve o ölümcül
durum yaşanmasın diye “Yılanın başı ezilmeli!” planı yapılır. Çünkü kuyruk
kısmı darbe alsa da yılanın ille de “başıyla” tehlikeli oluşu devam eder.
Kuşkusuz
“Noel ve Baba’sı”, modern kültürde ve özelde yılbaşı kutlamalarında bir
“eğlence babası” tatlılığında bilinir, anlatılır ve çok da tartışma alanına
çekilmeden tüketilir. Bir anlamda “yılbaşı neşesi”nden ibaret görülür, sunulur
ve benimsenir. Çünkü hikâyesi oldukça sade ve neşelendiricidir: Çocukları
seven, fedakâr, cömert bir “din adamı” vardır ve yılbaşında çocuklara hediyeler
verir…”
Bu
sade resmin etrafı biraz süslenir: Çocuklar merakla beklerken yılbaşı gecesi
uyurlar; sabah kalktıklarında yanıbaşlarında hediyelerini bulurlar ve
ebeveynleri de bu hediyelerin kahramanı olarak “Noel Baba”yı işaret ederek “Bacadan
bıraktı bunları” diye hediyeleşmeyi mitleştirirler. Çocuklar da “Nasıl bacadan
bırakabilir ki?” merakıyla sorunca, verilen cevap mitleştirmeyi iyice
senaryolaştırır: “Uçan bir geyiği var. Bu geyik, hediye arabasını sürüklüyor,
Noel Baba da evden eve dolaşıyor…”
Noel
Baba geyikle uçadursun, yetişkinler de bol geyikli sohbetler yapar ve kendilerini
neşelendiren her şeyi denerler. Özellikle boynuzu en görkemli geyik, “yeni
yılın getirecekleri, geçen yılın götürdükleri” üzeredir. Tipik ve vasat bir
eğlence…
Peki,
tipik bir eğlenceyken ve “sade”ce bir hediyeleşme kahramanı olarak Noel Baba
tüketilirken, bu konuya “Yılanın başı mı?” gibi “sürat ve surat düşüren” bir
başlığı neden attık?
Aslında başlığı atma sebebimizi yukarıda izah ettik. Fakat bir kez de “sonuç olarak” diye tekrarlayıp mevzunun geyiği gelmeden toparlayalım…
Noel
Baba, atın mı, yılanın mı baş kısmı?
Öncelikle
mevzunun “başını” bulmak lazım. Mevzuların başını yakalamak için kullanılacak
tekniği de bilmek gerekir ayrıca. Özellikle mevzu zehirli ve öldürücü ise, başı
yakalarken dikkatli yaklaşmakta fayda var. Üstelik herkesin yapabileceği bir
hamle değil “başı yakalamak”. Hele başı yakalanacak şey “yılan” gibi “yalan”
ise…
Noel
Baba örneğinde olduğu gibi, başı yakalamak için üç önemli yönden başa
yaklaşabilirsiniz: Sembol mü? Hikâyesi
nedir? Kim pazarlıyor?
Dünyanın
semboller üzerinden yönetildiğini unutmamak gerekir. Bu bağlamda “yılbaşı” diye
kronolojik rakam değişikliği gününü eğlenmek ve neşelenmek için vesile yapmak
isteyenlerin bile kendi kültürlerinden Nasreddin Hoca ve Keloğlan gibi masal
kahramanlarını “günün kahramanı” yapmamaları ve de Noel Baba sembolünü aşırı
neşelenmiş, kendinden geçmiş hâlde kabül etme psikolojileri bir gerçeğe işaret
ediyor: Eğlenenler ya “cahil” ya da “eğlenceye düşkün” tipler…
Noel
Baba’nın hikâyesi çok daha “zehirli” bir metafora sahip. O bir mitoloji
sembolü. Detay için “Noel Baba kimdir?” diye biraz araştırınca, güncellenmiş
modern mitoloji olduğuna dair bilgiler hemen görülecektir.
Semboller
ve taşıdıkları mitlerle ilgilenmeyenler konusunda cümle kurmak istemiyorum;
ancak semboller ve onların kullanım maksatları konusunda kardeş dergimiz Haber
Ajanda’nın Ocak sayısında yayınlanacak olan Genel Yayın Yönetmenimiz Nesrin
Çaylı’nın yazısının dikkatlice okunmasını salık vererek sözlerimi toparlayayım…
Noel
Baba’yı ve mitolojiyi Nebî üzerinden güncelleme girişimleri var. Bu noktada
yürütülen Hz. İsa ile ilişkilendirerek bir anlamda “dini eğlenceli kılmak”
yorumları ortada. Bu yorumlarda “yarısı insan” görüntüsü bile yok. Bu girişim tam
bir “dinî eğlence” kültürü oluşturma çabası!
Hz.
İsa’nın doğum gününe yakın ve bir “rahip” olduğu söylenen Noel Baba üzerinden yürütülen
bir “İsevî” kültür iddiası var ki, bu mevzu artık başlı başına “Tanrı-insan”
arasında bir “özel konu” olarak kalmaktadır. Bu bağlamda arada kaynamaması
gereken bir “geyik” daha var: “Noel Baba olmadan yılbaşı kutlanamaz mı? Yani Noel
Baba’sız yılbaşı kutlaması caiz mi?”
Doğrusu
bu soruyu ülkemizde en iyi cevaplayacak “cübbeli” ve “hocaefendi” sıfatı olanlardan
en popülerleri, oldukça “eğlenceli” ve “eğlendirici” kabul edilen zatlar olsa
gerektir. Fakat kesin olan bir şey var: Noel Baba bir “insan” ve bu insan,
mitoloji kültürünün bir parçası; “yarısı insan canlısının bu kısmı”… Diğer
yarısı ise sanırım (yılbaşında zehir alan çok kişi olduğu için) at değil de yılan
olsa gerek!
Zaten insan “yalan”a sarıldığında, yarısı insan, kalanı yılan bir mite dönüşüyor.