NEDEN Fransız
İhtilâli’nin yıktığı bir Avrupalı hanedan yoktur?
Hiçbir
devrim, kendi ardından yeni bir hanedan kurmamak üzere doğmaz. Buna Fransız
İhtilâli’nin ardından ortaya çıkan yeni Fransa dahi doğrudan örnektir.
Çünkü
devrimler sadece kurtarıcı bekleyen doğum sancılarıdır.
ABD’de
yaşanan Kongre Baskını’ndan sonra Avrupa Birliği’nin başkenti olan Brüksel’i
kuşatan sınırlara hâkim Belçika’daki gösteriler doğrudan Belçika Kraliyetini hedef
alsa da temelindeki arayış itibariyle küreselizmin kurmaya kalkıştığı tek dünya
hanedanının göbeğine yapılmış sert bir hamledir.
Kuvvetle
muhtemel Boğaziçi Üniversitesi’ndeki olaylardan ABD’deki baskın ve Belçika’daki
gösterilere değin bu kaotik organizasyonları İngiliz derin devleti
sorumluluğuna yükleyebiliriz. Peki, bu adresin elde etmek istediği nedir?
Covid-19
ile karizması çizilen İngiliz derin devleti, en büyük yenilgiyi aşı ile
kabullenmişti. Bu noktada Pfizer-Biontech ile yapılan anlaşma ve ardından
Brexit sonrası yapılan büyük ticâret anlaşması, AB’nin İngiltere’ye “Bana
mahkûmsun!” mesajı olarak algılanabilir.
Bu
anlamda İngiltere’den Avrupa’ya geçen lojistik araçlarının durdurularak gümrük
memurlarınca âdeta yağmalanması ve İngilizlere “Brexit’e hoş geldiniz” gibi ima
dolu bir selâmlama ile hitap edilmesi, sanırım İngiliz derin devletinin kızgınlık
kat sayısını arttırmıştır.
Türkiye’de
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki olaylar ise, Türkiye’ye verilen, “Benimle olmazsan,
küreselcilerle de olamazsın” mesajının bir yansıması…
Uzun
süredir ismini duymadığımız MLKP’nin yeniden sahalara dönmesi, derin strateji
merkezlerinin bölüştüğü terör örgütlerinin hangi sahada ve hangi zamanda
karşımıza çıkacağına ilişkin işaretler vermesi bakımından bizim elimizi
güçlendirecek ve hazırlık yapmamız gereken özel bir sinyal. Zira PKK için
dananın kuyruğu kopma noktasına gelmişken, DHKP-C’yi kullanan AB’nin bunun
yanında DAEŞ konusunda da Türkiye’den yediği sille, küreselcileri terör
konusunda Türkiye karşısındaki yenilgiyi kabullendirdi.
Şehit
Muhsin Yazıcıoğlu suikastinde FETÖ’nün sindirilmesi dahi bu zeminde oldukça
ileri bir hamledir.
Neden
mi?
Muhsin
Başkan’ın şehâdeti sürecini değerlendirmeye başlarken, öncelikle onun bir aktif
milletvekili olduğunu unutmamalıyız.
Aktif
bir milletvekilinin direkt olarak bir ülke tarafından öldürülmesi, uluslararası
savaş hukukuna göre harp sebebidir.
Şehit
Yazıcıoğlu’nun katlinin faili olarak hiçbir ülkeyi doğrudan itham edemezdik.
Zira bu, tam da onun şehit olduğu dönemde FETÖ unsurlarıyla işgal edilmiş
Kahraman Ordumuzun içten bölünmesi ile doğrudan çok ama çok büyük bir faturayı
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne mâl ettirebilirdi. Elbette bu faturanın birincil
mükellefi de Hükûmet olurdu. Bu anlamda sakin, sabırlı ama kararlı ve azimli
şekilde hareket edildi.
Dikkat
ederseniz, “Başkanımın katilini bulun” derken Hükûmet’i, hattâ doğrudan
Erdoğan’ı kastedenler, son iki haftadır FETÖ’nün ayyuka çıktığı suikastle
alâkalı olarak suspus durumdalar.
Demem
o ki, FETÖ’yü milletimizin yumuşak karnı olan ve sorgulamakta zorlandığı bir
konuda kıskıvrak yakalayan da yine bizzat Türkiye Cumhuriyeti Devleti, onun
İstihbaratı ve ille de onun Hükûmeti olmuştur.
Terör
bakımından yenildiği belli olan İngiliz derin devleti, 80 öncesi kullandığı
takımlarını yeniden sahaya sürerek yeni bir pozisyon almaktadır Devletimize
karşı. Devletimizse bunun farkında olarak aldığı kritik pozisyonlarla karşı
tarafa korku pompalamaktadır.
Rusya’nın
Çeçenistan, Gürcistan ve Ukrayna bakımından zor sınavlarla karşılaşacağı
bugünlerde İngiliz derin devleti de doğrudan Kıta Avrupa’sında gerçekleştirdiği
organizasyonların bedellerini ödeyecektir.
Avrupa’da Türk dostlarının güzel ve etkin mâkâmlara geldiği özel haberler duymaya hazır olunmalı…