Yetti gari!

Allah göstermesin, serveti kaybettiğin durumu hayâl et. Aylarca, hatta yıllarca yaptığın hava civa berhava olur gider. “Bilmem ne marka arabalara binerken şimdi belediye otobüsüne düştün ha!” demelerini nasıl önleyeceksin? Eğer zenginken de belediye otobüsüne binersen bu laflar olmaz elbette. İyi de, o zaman zenginlikten ne anladım?

ANLAMAK istiyorum, acaba neden dünyanın süper güçlerinden biri biz olmuyoruz? Yani Amerika Birleşik Devletleri, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Almanya, Fransa, İngiltere ve Japonya gibi ülkelerden neden daha iyi değiliz?

Bu ülkeler yeryüzündeki petroller, altın madenleri ve üzerinde durdukları coğrafî özellikler tercih edilemeyecek sebeplerden dolayı bu seviyeye gelmediler.

Ancak böyle düşünen zihniyete “Yetti gari!” demek istiyorum. Eminim, sizler de benim gibi “Yetti gari!” diyebilen insanlardansınız. Bu meyanda şunu söylemek istemiyorum: Ben vücuduma iki bacak ve dört kol daha eklenmesini dilemiyorum ki... “Her dokunduğum altın olsun” gibi bir talebim veya isteğim de yok. Ben de dünyadaki her insan gibi istiyorum ki, benim ülkem, benim devletim, insanların insanca yaşayabildiği, adaletin hücrelerimize kadar hissedildiği bir dünya hayatını sağlamak için güçlü kuvvetli olsun. Bu sayede zalimler hayat şansı bulamasınlar. Evet, işte bunun olabileceğini anlatmak istiyorum.

Belki denilebilir ki, “Onlar büyük, zengin ve güçlü ülkeler. Biz o seviyeye gelmeye çalışırken onlar boş durmuyorlar ve onlar da çalışıyorlar”. Tamam da, onlar 100 birim çalışırlarken biz 110 birim çalışırsak, aradaki açığı rahatlıkla kapatırız. Tarihin her döneminde de bu böyle gerçeğe dönüşmüştür.

Gerçi tarihte ve günümüzde başka ülkeleri karıştırarak, “subversiyon” teknikleriyle geri bıraktırıp o sayede zengin ve güçlü kalmış, bugün de aynı seviyeyi korumaya çalışanlar hiç az değil. Burada bizim en önemli kozumuz şu: Zenginliği insanlık yararına değil de zevk ve sefaya gömülmek için kullananlar ellerindeki imkânları da çalışmak yerine tembellik için kullandıklarından, onların içinde bulundakları konfor sürecini fırsata çevirip onları geçerek aradaki mesafeyi kapatmamız hiç zor olmaz. Tarihte de böyle olmuştur. Hatırlayınız, Osmanlı ne zaman gerilemeye başladı? Elindeki imkânları zevk ve sefa için kullanmaya başladığında.

Başka bir itiraz ise şuradan gelebilir: “Onlar yani ABD, İsrail, İngiltere, Almanya, Fransa, Çin, Rusya, Japonya ve hatta onları coğrafî ve uluslararası ilişkiler bağlamında mecburen yanımızda yöremizde bulunup uşaklıklarını yapan devlet yöneticileri ülkemizi karıştırıp bizi birbirimize düşürürlerse ne olacak?”

Bunun tek kelimelik çözümü ve dolayısıyla tek kelimelik bir cevabı var: “Düşmeyiveririz!”

Onlar binbir türlü takla atıp bunu yaptılar, hâlen yapıyorlar. Bunların çaresi de var. Çözümü de çok basit: “Hakperest” ve “samimî” olacağız!

Yani devamlı şu soruları kendimize ve çevremize sormak zorundayız: “Bu bilgi, bu davranış, bu söz, bu iş, bu işlem veya bu yöntem hak mı, doğru mu, doğru olan mı? Ben bu işte samimî miyim, muhatabım da samimî mi?”

Elbette şu iç kaynamalar olacak: Olumlu bir konuda “Niçin o orada da ben değilim?”; olumsuz bir konuda “Niçin ben veya hep ben de başkası değil?” sorularını sormalı. Meselâ belediye başkanı bir tane olacak. Milyonlarca insan belediye başkanı değil ki zaten. Olamaz. O hâlde, “Niçin belediye başkanı değilim?” diye neden üzüleyim ki?

Şimdi belediye başkanının başarılı olması için hep beraber uğraşalım. Onun başarısı demek, belde halkının memnuniyeti, mutluluğu demektir. “Niçin onun fabrikaları, şirketleri, paraları var da benim yok?” deme, olsa ne yapacaksın? Şimdi bir öğünde 100 gram et yiyorsun da zengin olunca 15 kilogram mı yiyeceksin? Ona buna hava atmak istiyorsan, hiç olma, daha iyi!

Allah göstermesin, serveti kaybettiğin durumu hayâl et. Aylarca, hatta yıllarca yaptığın hava civa berhava olur gider. “Bilmem ne marka arabalara binerken şimdi belediye otobüsüne düştün ha!” demelerini nasıl önleyeceksin? Eğer zenginken de belediye otobüsüne binersen bu laflar olmaz elbette. İyi de, o zaman zenginlikten ne anladım?

Bu konuları uzun uzun anlatmaya gerek yok. Eminim kendisine anlatılan, bu konuyu anlatandan daha iyi biliyor. Benim derdim, bir an evvel “Yetti gari!” deyip kolları sıvayarak dünyanın en iyisi olmak için çalışmalara başlamak. Nasıl daha iyi organize oluruz, nasıl daha iyi koordine oluruz, işte bunlar çok önemli.

Yahu bizim ecdadımız 600 bin askeri Viyana’ya savaşa götürmüşken bizim şunun şurasında 60 kişiyi pikniğe götüremediğimiz zaman oluyor. Bunlar bile bizim için yeteri kadar ayıptır. Eğer ümidim olmasaydı veya vakti gelmeseydi bunların hiçbirini yazmaz, ağzımı açmazdım. Artık ufukta gün doğumu görünüyor. Şu ahir ömrümde karanlıklara karşı günün doğuşuna şahit olmak istiyorum. Elbette Rabbü’l-Âlemîn nûrunu tamamlayacak. Biz de sizler sayesinde, sizlerin çalışmasıyla azıcık kıyısından kenarından şahit olsak fena mı olur?