“KÜLTÜR” kelimesinin
kökenine bakıldığında, “toprağı işlemek, ekip biçmek” anlamına geldiği görülür.
Kültür aynı zamanda biyolojide “doku kültürü, dokuların ve hücrelerin canlının
dışında sıvı, yarı-katı veya katı besiyeri kullanılarak yetiştirilmesidir”.
Doğadaki
her bir canlı beslenmek ve iletişim kurmak için kendinden başka canlılara
ihtiyaç duyar. Meselâ doğanın kilit taşı olarak kabul edilen arıların ürettiği
bal çok önemlidir. Ancak çiçekler olmazsa arılar beslenemez, arılar olmadan
çiçekler döllenip meyve oluşturamaz ve sonuç olarak ikisi de birbirinin
varlığından bağımsız olarak bir şey üretemez. İnsan da sadece kendiyle baş başa
kalarak kendini yetiştiremez; çevresel faktörleri de kendine bir değer, bir
besin olarak almalıdır.
İnsan
sadece kendi yaşadıklarından ibaret değildir. İnsan, yaşadıklarından da ibaret
değildir. Yaşanmayan şeyler de insana bir değer katar. İnsan sadece kendi
yaşadıklarından değil, çevresindeki insanların yaşamlarından da bir nasihat,
bir ders çıkarmalıdır. Ünlü bir düşünürün bir sözü şu mealde bir anlamı işaret
ediyordu: “Başkalarının hayatlarından ders alın, insan tüm hataları yapacak
kadar uzun yaşamıyor.”
Bizim
dışımızdaki insanların hatalarından ders çıkarmalı, ancak bu onların hatalarını
gün yüzüne çıkarmak mânâsında değil, onların hatalarından kendi hayatımıza ders
çıkarmak mahiyetinde. İnsanların yapmış olduğu hatalardan ders çıkarırken
yapmış oldukları iyilikleri de kendimize emsal alarak kötülük yapmaktan
sakınmalı, iyilik yapmayı feyz edinmliyiz.
Kur’ân-ı
Kerîm’den ilk inen ayet, “Oku”. Ancak okumak sadece kâğıtlara bakılarak yapılan
bir eylem değil. İnsan doğayı, çevresini, diğer insanları okumayı bilmeli.
İnsanın sosyal bir canlı türü olmasının bir mühim özelliği de çevresindeki
olaylar ve kişilerle irtibat kurarak kendi dünya bakışını oluşturması. Dünyaya
kendi nazarıyla bakarken dünyanın kendine nasıl bir nazar ettiğini de
görebilmeli insan.
“Yetişkin”
kelimesine bakıldığında, “güçlü, büyük, seçme hakkı olan” gibi birçok anlam
karşımıza çıkıyor. Olgunlaşmak, yaşın sayıca büyüklüğüyle ilgili bir mevhum
değil. İnsanların belirli bir olgunluk seviyesine gelmesi zamanla ilgilidir
ancak zamana bağımlı değildir. Filhakika, zaman herkese aynı işleyen bir saat
değildir. Yetişebilene “yetişkin” denilmeli. Kendini yetiştirmiş insanlara “kültürlü
insan” denilir. Hayatın her alanında kendini yetiştirmiş, kitap kadar hayatı da
okumayı bilen insanlar kültürlü olarak addedilirler. Peyami Safa’nın bir sözünü
hatırlatmakta fayda var: “Yaşlanarak değil, yaşayarak tecrübe kazanılır ve
zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır.”
Hayatında
hiçbir şeye yetişememiş, yetişmemiş, kendini geliştirmemiş, olduğu yerde kalmış
insanlar cansız birer varlıktan pek de farklı değildirler. Hatta cansız varlıklardan
da faydasızdırlar. Misal, cansız olan taş bile yerinde ağırdır.
Kendini gerçekleştirmeye çabalamalı insan. Kendini gerçekleştirememiş insanlar hep başkalarının davranışlarını inceler ve başkalarının söylemleriyle kendi hayatlarını yaşarlar. Başkalarının söylemleri hayatlarının merkez noktasında olduğu için durdukları yerin, söyledikleri sözün kapladığı bir alan yoktur. Eğer laf ağızdan çıkacaksa bir ehemmiyeti olmalı, bir yere varmalı. Çağımızda yetişkin addedilen insanların hiçbir yere yetişemediklerini görüyoruz. Yaş olarak büyük olmanın görüntüsüyle onları gerçekten “yetişmiş” insan olarak görüyoruz ancak yaş sadece bir görüntü, bir gölgeden ibaret. İnsanın sayı olarak yaş alması, kendi iradesi çerçevesinde gerçekleşen bir olay değildir. İnsanın kendini yetiştirmesi kendi iradesiyle, kendi isteği ve azmiyle olan bir durum. Hâl böyleyken, birinin sırf yaşı nedeniyle saygıdeğer addedilmemesi gerekir. Saygı hak edilen bir mefhumsa, hak etmeyene saygı göstermek, saygıyı hak edenin hakkına girmekten başka nedir?