Yeter ki gelsin!

Aşk için yaratılmış bu âlemde, aşka yer bırakmadan yaşıyoruz. Ciğerine bir nefes, damarına kan, bir yudum suyla gelsin gelen. Bir tatlı sözü, bir gülen yüzü, bir tek sır tutan ve bir duası olan varsa gelsin! Bir ayıp örten, bir merhamet duyan, bir ümide tutunan varsa gelsin! Bir Allah’ını seven varsa gelsin! Allah aşkına gelsin!

BİRAZ durmaya, düşünmeye, dinlenmeye hakkı var dünyanın. Nereye doğru yol aldığını unuttu bizimle. Elinde dünyanın sırtına vuracak bir kamçısı olsa insanın, durmadan, yorulmadan vuracak sanki.

Sinirli çocuklar, stresli anneler, sanki bir kolu eksik gibi alışveriş yaparak “Belki tamamlanırım” diyenler, alanlar ama vermeyenler, yine de sevinemeyenler ve saysam daha kimler… Gidiyoruz gündüz gece ve Veysel’in dediği gibi bilmiyoruz ne haldeyiz. Hırsımıza vakit yetmiyor, güç yetmiyor artık. Saniyelere, beklemelere tahammül kalmamış. Anlara meydan okuyor insanoğlu. Ama daha hasta, daha yorgun, daha gergin, kafası daha karışık…

En çok da düşünmeyi özledim ben. Durmayı, bir karıncayı izlemeyi özledim. Susmayı özledim, kalbimle konuşmayı, duyduklarımı hazmetmeyi, hayal kurmayı, beklemeyi özledim.

Özgürlük ve mahremiyetin bu kadar sinsice taşlandığı, yaralandığı başka bir zaman geçmiş midir acaba? Hücrelerdeyiz; en dar, penceresiz, kapısız ve karanlık hücrelerde. Dostsuz, sırdaşsız, komşusuz, akrabasız, anasız, babasız, kardeşsiz… En uzak hayalimiz ayaklarımızın altında eziliyor. Dünyaya mahkûm en büyük hayalimiz bile. Burada ekip burada biçmek istiyoruz. İyilik yaptığımızı minnet altında ezmek için, kötülük gördüğümüzün de intikam almak için peşini bırakmıyoruz.

İyi güne hazırız, zor güne değil. Her şey hayata dair; ölüme ayrılmış bir köşe yok aklımızda. “Tek kanatla kuş uçmazmış yazıyorum” şuraya belki tam yeridir diye, ölümle kıyaslanmamış hayatlarımız, tutkuya dönüşüp girdabında boğuyor bizi. Hem yapayalnızız, hem aklımız kalabalık. Gereksiz uğraşlar, eşyalar ve gereksizce işgal altında yüreğimiz. Eğer her şey yolunda olsaydı çivisi çıkmazdı dünyanın. Yerli yerinde değil çoğu şey. Değer yargılarımız, önceliklerimiz, kadınımız, erkeğimiz, büyüğümüz, küçüğümüz… Bir başkalık var her şeyimizde.

İnsan çiçekle, yediği içtiğiyle, giydiğiyle savaşıyor, arıyla, balla, yağmurla savaşıyor. Medeniyet dev dişli bir testere ve dünyayı kesip biçiyor. Buna dağ taş, deniz derya dayanmaz.

Ben de böyleyim işte! Satırlarım buralara gelince onca yarama merhem ararım. Çünkü en sevdiğim helaldir “ümit”. Gülecek yer ararım…

Ne yapılsa acaba, çare ne olsa gerek? Vicdana koyacak el mi, kalbe koyacak iman mı gerek? Bir yerde dur durak gerek. Hırsa, aceleye, nefse söz geçirmek, yaklaşan kıyameti görüp meçhule sürüklenmemek ve artık bilmek gerek yerini, yönünü, enini, sonunu…

Aşk için yaratılmış bu âlemde, aşka yer bırakmadan yaşıyoruz. Sevmedikçe imana ermek, imana ermedikçe cennete girmek yokmuş, artık kimin elinden ne gelir bilmem. İyilik azımsanmasın aman! Koca dünyayı toplasan eder bir insan. İşte o can çekişiyor! Ciğerine bir nefes, damarına kan, bir yudum suyla gelsin gelen. Bir tatlı sözü, bir gülen yüzü, bir tek sır tutan ve bir duası olan varsa gelsin! Bir ayıp örten, bir merhamet duyan, bir ümide tutunan varsa gelsin! Bir Allah’ını seven varsa gelsin! Allah aşkına gelsin!

Taşı seven, toprağı daha çok sever. Hayvanı seven, insanı daha çok sever. Kalbinde bir zerre iyilik olan gelsin de dünya yörüngesine girsin. İki yolun tam ortasında, karar yerindesin! Yine de sen bilirsin…