Yeryüzünde Yezidler var oldukça nice Kerbelâ’ya duçar olacağız

Hazreti Hüseyin ile Yezid’in mücadelesi, Habil ile Kabil’in mücadelesindeki gibi, hak ile bâtılın kavgasıdır. Tıpkı günümüzdeki zalimlerle mazlumların, haksızlığını güç balyozu ile kullanan tiranlar ile Hakk’a teslim olanların mücadelesi gibi… Zaman değişebilir, mekânlar farklı olabilir, isimler ayrı ayrı olur, ancak Hüseyinler ile Yezidlerin mücadelesi değişmeyecektir.

AKTÜALİTEDEN biraz uzaklaşarak geçtiğimiz aylarda sene-i devriyesini yâd ettiğimiz ve elan hâfızalarımızda canlı tuttuğumuz, “Ehl-i Beyt’in gözbebeği”, Hazreti Peygamber’in “Eğer Hüseyin vefat ederse, benim canım yandığı gibi, Ali’nin ve Fâtımâ’nın da canları yanar; eğer İbrahim giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne tercih ediyorum” şeklindeki sözünün muhatabı Hazreti Hüseyin ve Kerbelâ hakkında yazmak, hem münderecatının zenginliği, hem de başka bir meseleyi yazmak için vesile oldu.

Hicrî takvime göre Muharrem ayı, yılın ilk ayıdır. Bu ayı diğer Arabî aylardan farklı kılan özellik, Hicrî takvime göre Muharrem ayının onuncu gününün Âşurâ günü olmasıdır. Kelimenin de Arapçada “on” (10) sayısıyla aynı yani “aşr” kökünden geldiği bilinmektedir. İslâm öncesi dönemden itibaren de birçok din ve inanç tarafından söz konusu güne özel bir önem atfedilegelmiştir.

Kısas-ı Enbiya’da anlatıldığına göre Allah, Hazreti Mûsâ’ya (as) Âşurâ gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür. Hazreti Nuh’un (as) gemisi, Cudi dağının üzerine bu gün oturmuştur. Hazreti Yûnus (as) balığın karnından bu gün kurtulmuştur. Hazreti Âdem’in (as) tevbesi bu gün kabul edilmiştir. Hazreti Yûsuf (as), kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan bu gün çıkarılmıştır. Hazreti Îsâ (as) bu gün dünyaya gelmiş ve bu gün semâya yükseltilmiştir. Hazreti Dâvûd’un (as) tevbesi de bu gün kabul edilmiştir. Hazreti İbrahim’in (as) oğlu Hazreti İsmail, bu gün doğmuştur. Hazreti Yâkûb’un (as), oğlu Hazreti Yûsuf’un (as) hasretinden dolayı kapanan gözleri bu gün görmeye başlamıştır. Hazreti Eyyûb (as), hastalığından bu gün şifaya kavuşmuştur. Hazreti Aişe’nin (ra) belirttiğine göre, Kâbe’nin örtüsü daha önceleri Âşurâ gününde değiştirilirdi.

Yazımıza başlık/konu olan Muharrem ayı, tarihte bazı büyük acılardan kurtuluş ayı olduğu gibi, bazı acıların da yaşandığı bir aydır. Hazreti Hüseyin (ra) ve Ehl-i Beyt’ten yetmişe yakın güzîn zevatın hunharca katledildiği İslâm tarihinde acı bir gündür Kerbelâ.

Kerbelâ, İslâm tarihinin en acı olaylarından ve yüzyıllardır Müslümanların matem tutmalarına sebeptir. 10 Muharrem’de (H. 61/ M. 1 Ekim 680) yani Âşurâ gününde meydana gelmiştir. Sonraları özellikle Şia tarafından büyük bir yas günü olarak anılmaya başlanmıştır.

Kerbelâ’ya giden sürecin tarihî geçidi

Konuya giriş yapmak kıymetli; okuyucularımızın hafızalarını tazelemek için biraz siyer, biraz da sosyolojik meseleleri hatırlatmak açısından iktidar/muktedir hususları arz etmem lâzım.

Beşeriyetin ilk mabedi, Mekke şehrinde bulunan Kâbe’dir. İslâm inancına göre Kâbe, ilk defa Hazreti Âdem tarafından yapılmıştır.

Kâbe’nin yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hazreti Âdem ile Havva, Cennet’ten çıkarıldıkları vakit yeryüzünde, Arafat’ta buluşurlar. Bu esnada Hazreti Âdem, bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve Cennet’te iken etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun tekrar kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hazreti Âdem, onun etrafında tavaf ederek Allah’a ibadet eder.

Hak ile bâtıl mücadelesi, Hazreti Âdem’in (as) oğulları Habil ile Kabil arasındaki o meşum katl ile başladı. “Abdimenafoğullarından Hâşim ve Ümeyye, Mekke ve Medine ve Kâbe’nin yönetimi konusunda anlaşmazlığa düşünce her ikisinin evlâtları arasında Habil-Kabil misâli zorlu mücadeleler başladı. İlk iktidar kavgasını kaybeden Ümeyyeoğulları Mekke’yi terk edip Şam’a yerleşti. Buna göre hacıların barınması ve onlara yiyecek temin edilmesi gibi itibarlı görülen işler Hâşimîlere aitti. Savaş vakti askerlere komuta edilmesi ve dış kabîlelerle ilişkilerse Ümeyyeoğullarının uhdesindeydi…”1

Esas büyük kavga, Hazreti Muhammed’in (sav) Risâleti ile başladı. Rasûlullah’ın (sav), “Lâ ilâhe illâ Allah” davetine yani “nasları Allah’ın tekliğine ve birliğine çağıran sedasına, mevcut durumdan en çok faydalanan Ümeyyeoğulları sert tepki koydular. Zira o bölgenin bütün ticareti ellerinde idi. Yaşadıkları debdebeli hayatın sefasını kendileri, ceremesini bîçâreler çekiyor, kadınları işret âlemlerinde meta ve (hâşâ) meze olarak görüyor, kendilerinden olmayan insanların şereflerinin yerlerde sürünmesinden hayvanî bir zevk alıyorlardı.


Hazreti Muhammed’in (sav), “Sizi tek ve mutlak olan Allah’ın dinine davet ediyorum” tebliğiyle Tağutî düzenlerine karşı açılan Tevhid bayrağına en büyük itiraz da onlardan geliyor ve bunu organize eden provokasyonlarla tatbik sahasına koyuyorlardı. Bu organizasyonların başında, Peygamberî davetten hoşlanmayan, Mekke’nin en zengini, Ümeyyeoğullarından Ebu Süfyan geliyor, müşriklerin en büyük hâmîsi rolünü üstleniyordu.

Ebu Süfyan oğlu Muaviye’nin, Hazreti Ali’nin Halîfeliğini (Hülefa-i Râşidîn’in son halkası) tanımaması, Hazreti Ali’den sonra hile ve desiseler ile Rasûlullah torunu Hazreti Hasan’la yaptığı anlaşmayı bozup oğlu Yezid’i yerine tayin etmesi, Kerbelâ’ya giden şeytanî plânın tatbikata koyulmasının başlangıcıdır.

Yezid’in Hazreti Hüseyin’e olan husûmetinin arka plânında, bu menfaat ve gücün ellerinden çıkmasına tahammül etmemesi vardır. Hatta, “İtirazın asıl sebebi budur!” dersek, konuyu ve meramımızı anlatmış oluruz. Onun içindir ki, Hazreti Hüseyin ile Yezid’in mücadelesi, Habil ile Kabil’in mücadelesindeki gibi, hak ile bâtılın kavgasıdır. Tıpkı günümüzdeki zalimlerle mazlumların, haksızlığını güç balyozu ile kullanan tiranlar ile Hakk’a teslim olanların mücadelesi gibi… Zaman değişebilir, mekânlar farklı olabilir, isimler ayrı ayrı olur, ancak Hüseyinler ile Yezidlerin mücadelesi değişmeyecektir.

Hazreti Hüseyin’i anlamak

Hazreti Hüseyin’in Kerbelâ’da katliyle noktalanan “kıyâm”ı, İslâm’ı anlamak açısından da bir merhale taşıdır. Hazreti Hüseyin, hakkın temsilcisidir. “Hazreti Hüseyin” denilince, akla Allah’a teslimiyet, cesaret ve zulme karşı kıyam gelir.

Hazreti Hüseyin’in Kûfe’ye yürüyüşü, hakkı haykırmak, baskıya ve zulme direnmek, hak ve adaletin tesis edilmesi içindi. Hazreti Hüseyin zulme ve zalime, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı çıkmış ve şahadetiyle zalimlere üstün gelmiştir. Kerbelâ hâdisesinde Hazreti Hüseyin ve arkadaşlarının uğruna can verdikleri yol, Hazreti Muhammed Mustafâ’nın (sav) yoludur.

Kerbelâ’yı anlamak ve Kerbelâ’yı yaşamak, hakka, hakikate, hürriyete ve adalete sevdâlı olmak demektir. Haksızlık karşısında direnmenin adıdır Kerbelâ.

Günümüz Yezidlerine karşı çıkacak/çıkan Hüseyinlerin sayılarının az olması, zulmün şiddetini arttırıyor. Genelde yeryüzünde, özelde İslâm beldelerinde tiranlık yapan Yezidlere karşı çıkacak Hüseyinler lâzım gelmektedir. Şehitler Serdârı Hazreti Hüseyin, “Ben azgınlık, makam ve fesat çıkarmak, zulmetmek için Medine’den ayrılmadım. Ben, Ceddimin ümmetini ıslah etmek, marufa emir, münkeri nehyetmek, Ceddim Rasûlullah’ın (sav) ve Babam Ali’nin (ra) çizgisinde hareket etmek için kıyam ettim” der.

Bu ay Kerbelâ’yı anarken, önemli bir tespitte bulunan tecrübeli gazeteci Selahattin E. Çakırgil Bey’in bir yazısından küçük bir parça almayı münasip gördüm:

“Hazreti Huseyn’in Kerbelâ’da katliyle noktalanan ‘qıyâm’ı, İslâm’ı anlamak açısından da bir merhale taşıdır. Ama bugün bir taraf, ‘O kanlı faciaya bizim elimiz değmedi, dilimiz de değmesin’ mantığıyla ve Âşurâ gününün faziletine dair ‘rivayet’leri esas alarak, o günü ‘âşure tadlısı’ yapmaya indirgerken; diğer taraf da Hazreti Peygamber’in (sav) Rıhleti* üzerinden henüz yarım asır geçmekteyken işlenen o büyük cinayetin ‘niçin’inden çok ‘nasıl’ına dikkati çekerek bir ‘folklorik gösteri’ geleneğine dönüştürmüşlerdir.

Böyle yaklaşımlarla, o ‘Huseynî (k)qıyâm’ın gerçeği nasıl anlaşılabilir? Ki Köln, Hamburg gibi Almanya şehirlerinde de, Ortaçağ masallarının temsili gibi canlandırılan cinayet sahneleri yabancıları bir ‘karnaval şenliği’ndeymişçesine eğlendirirken, o gruplar ise Hazreti Huseyn’in mesajının o topluma yansıtıldığını sanıyorlar. Bugün her iki taraf da, yazık ki, ‘ifrat’ ve ‘tefrit’ arasında olup, bir ‘orta yol’ bulmaktan çok uzakta…”2

Maalesef bugün Halep’ten Yemen’e, Gazze’den Myanmar ve Doğu Türkistan’a kadar İslâm ülkeleri ve beldeleri âdeta birer Kerbelâ olmuş durumdadır. Kerbelâ’yı anlamak, Hazreti Hüseyin’i iyi tanımaktır. Elbette Hazreti Hüseyin’in yolu, Allah’ın Elçisi Muhammed Mustafâ’nın yoludur.

Bazı vakalar vardır, etkisi yirmi dört saat sürer. Bazı vakaların menfi/müspet sonuçları bir insan ömrü kadar sürer. Etkisinin ceremesi, işin muhatabı olan nasların gönlünde ve o bölge coğrafyasında nekes bulur. Ama Kerbelâ vakası, Müslümanların gönül dünyalarında ebediyyen yaşamalıdır.

Hazreti Hüseyin (ra), zalime karşı mazlumun, hak aramanın ve hürriyetin sembolüdür.

“En büyük cihad, zalimin karşısına çıkıp ‘Sen haksızsın’ demektir. Bin kere mazlum olsak da bir kere zalim olmayacağız.”

Serlevha hükmündeki bu sözlerin sahibi, Serdâr-ı Şüheda Hazreti Hüseyin ve bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.


1Aşkın Şehidi, Ahmet Turgut, Kapı Yayınları

2Star Gazetesi, 22 Eylül 2018 Cumartesi

*Rıhlet: Yolculuk, göç