AKTÜALİTEDEN biraz uzaklaşarak
geçtiğimiz aylarda sene-i devriyesini yâd ettiğimiz ve elan hâfızalarımızda
canlı tuttuğumuz, “Ehl-i Beyt’in gözbebeği”, Hazreti Peygamber’in “Eğer Hüseyin
vefat ederse, benim canım yandığı gibi, Ali’nin ve Fâtımâ’nın da canları yanar;
eğer İbrahim giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne
tercih ediyorum” şeklindeki sözünün muhatabı Hazreti Hüseyin ve Kerbelâ
hakkında yazmak, hem münderecatının zenginliği, hem de başka bir meseleyi
yazmak için vesile oldu.
Hicrî
takvime göre Muharrem ayı, yılın ilk ayıdır. Bu ayı diğer Arabî aylardan farklı
kılan özellik, Hicrî takvime göre Muharrem ayının onuncu gününün Âşurâ günü
olmasıdır. Kelimenin de Arapçada “on” (10) sayısıyla aynı yani “aşr” kökünden
geldiği bilinmektedir. İslâm öncesi dönemden itibaren de birçok din ve inanç
tarafından söz konusu güne özel bir önem atfedilegelmiştir.
Kısas-ı
Enbiya’da anlatıldığına göre Allah, Hazreti Mûsâ’ya (as) Âşurâ gününde bir
mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
Hazreti Nuh’un (as) gemisi, Cudi dağının üzerine bu gün oturmuştur. Hazreti
Yûnus (as) balığın karnından bu gün kurtulmuştur. Hazreti Âdem’in (as) tevbesi
bu gün kabul edilmiştir. Hazreti Yûsuf (as), kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan
bu gün çıkarılmıştır. Hazreti Îsâ (as) bu gün dünyaya gelmiş ve bu gün semâya
yükseltilmiştir. Hazreti Dâvûd’un (as) tevbesi de bu gün kabul edilmiştir. Hazreti
İbrahim’in (as) oğlu Hazreti İsmail, bu gün doğmuştur. Hazreti Yâkûb’un (as),
oğlu Hazreti Yûsuf’un (as) hasretinden dolayı kapanan gözleri bu gün görmeye
başlamıştır. Hazreti Eyyûb (as), hastalığından bu gün şifaya kavuşmuştur.
Hazreti Aişe’nin (ra) belirttiğine göre, Kâbe’nin örtüsü daha önceleri Âşurâ
gününde değiştirilirdi.
Yazımıza
başlık/konu olan Muharrem ayı, tarihte bazı büyük acılardan kurtuluş ayı olduğu
gibi, bazı acıların da yaşandığı bir aydır. Hazreti Hüseyin (ra) ve Ehl-i Beyt’ten
yetmişe yakın güzîn zevatın hunharca katledildiği İslâm tarihinde acı bir
gündür Kerbelâ.
Kerbelâ,
İslâm tarihinin en acı olaylarından ve yüzyıllardır Müslümanların matem
tutmalarına sebeptir. 10 Muharrem’de (H. 61/ M. 1 Ekim 680) yani Âşurâ gününde
meydana gelmiştir. Sonraları özellikle Şia tarafından büyük bir yas günü olarak
anılmaya başlanmıştır.
Kerbelâ’ya
giden sürecin tarihî geçidi
Konuya
giriş yapmak kıymetli; okuyucularımızın hafızalarını tazelemek için biraz siyer,
biraz da sosyolojik meseleleri hatırlatmak açısından iktidar/muktedir hususları
arz etmem lâzım.
Beşeriyetin
ilk mabedi, Mekke şehrinde bulunan Kâbe’dir. İslâm inancına göre Kâbe, ilk defa
Hazreti Âdem tarafından yapılmıştır.
Kâbe’nin
yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hazreti Âdem ile Havva, Cennet’ten
çıkarıldıkları vakit yeryüzünde, Arafat’ta buluşurlar. Bu esnada Hazreti Âdem,
bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve Cennet’te iken
etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun tekrar kendisine
verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hazreti Âdem, onun
etrafında tavaf ederek Allah’a ibadet eder.
Hak
ile bâtıl mücadelesi, Hazreti Âdem’in (as) oğulları Habil ile Kabil arasındaki o
meşum katl ile başladı. “Abdimenafoğullarından Hâşim ve Ümeyye, Mekke ve Medine
ve Kâbe’nin yönetimi konusunda anlaşmazlığa düşünce her ikisinin evlâtları arasında
Habil-Kabil misâli zorlu mücadeleler başladı. İlk iktidar kavgasını kaybeden
Ümeyyeoğulları Mekke’yi terk edip Şam’a yerleşti. Buna göre hacıların barınması
ve onlara yiyecek temin edilmesi gibi itibarlı görülen işler Hâşimîlere aitti.
Savaş vakti askerlere komuta edilmesi ve dış kabîlelerle ilişkilerse Ümeyyeoğullarının
uhdesindeydi…”1
Esas büyük kavga, Hazreti Muhammed’in (sav) Risâleti ile başladı. Rasûlullah’ın (sav), “Lâ ilâhe illâ Allah” davetine yani “nasları Allah’ın tekliğine ve birliğine çağıran sedasına, mevcut durumdan en çok faydalanan Ümeyyeoğulları sert tepki koydular. Zira o bölgenin bütün ticareti ellerinde idi. Yaşadıkları debdebeli hayatın sefasını kendileri, ceremesini bîçâreler çekiyor, kadınları işret âlemlerinde meta ve (hâşâ) meze olarak görüyor, kendilerinden olmayan insanların şereflerinin yerlerde sürünmesinden hayvanî bir zevk alıyorlardı.
Hazreti
Muhammed’in (sav), “Sizi tek ve mutlak olan Allah’ın dinine davet ediyorum”
tebliğiyle Tağutî düzenlerine karşı açılan Tevhid bayrağına en büyük itiraz da
onlardan geliyor ve bunu organize eden provokasyonlarla tatbik sahasına
koyuyorlardı. Bu organizasyonların başında, Peygamberî davetten hoşlanmayan,
Mekke’nin en zengini, Ümeyyeoğullarından Ebu Süfyan geliyor, müşriklerin en büyük
hâmîsi rolünü üstleniyordu.
Ebu
Süfyan oğlu Muaviye’nin, Hazreti Ali’nin Halîfeliğini (Hülefa-i Râşidîn’in son
halkası) tanımaması, Hazreti Ali’den sonra hile ve desiseler ile Rasûlullah
torunu Hazreti Hasan’la yaptığı anlaşmayı bozup oğlu Yezid’i yerine tayin
etmesi, Kerbelâ’ya giden şeytanî plânın tatbikata koyulmasının başlangıcıdır.
Yezid’in
Hazreti Hüseyin’e olan husûmetinin arka plânında, bu menfaat ve gücün ellerinden
çıkmasına tahammül etmemesi vardır. Hatta, “İtirazın asıl sebebi budur!” dersek,
konuyu ve meramımızı anlatmış oluruz. Onun içindir ki, Hazreti Hüseyin ile
Yezid’in mücadelesi, Habil ile Kabil’in mücadelesindeki gibi, hak ile bâtılın
kavgasıdır. Tıpkı günümüzdeki zalimlerle mazlumların, haksızlığını güç balyozu
ile kullanan tiranlar ile Hakk’a teslim olanların mücadelesi gibi… Zaman
değişebilir, mekânlar farklı olabilir, isimler ayrı ayrı olur, ancak Hüseyinler
ile Yezidlerin mücadelesi değişmeyecektir.
Hazreti
Hüseyin’i anlamak
Hazreti
Hüseyin’in Kerbelâ’da katliyle noktalanan “kıyâm”ı, İslâm’ı anlamak açısından
da bir merhale taşıdır. Hazreti Hüseyin, hakkın temsilcisidir. “Hazreti Hüseyin”
denilince, akla Allah’a teslimiyet, cesaret ve zulme karşı kıyam gelir.
Hazreti
Hüseyin’in Kûfe’ye yürüyüşü, hakkı haykırmak, baskıya ve zulme direnmek, hak ve
adaletin tesis edilmesi içindi. Hazreti Hüseyin zulme ve zalime, haksızlığa ve
adaletsizliğe karşı çıkmış ve şahadetiyle zalimlere üstün gelmiştir. Kerbelâ
hâdisesinde Hazreti Hüseyin ve arkadaşlarının uğruna can verdikleri yol,
Hazreti Muhammed Mustafâ’nın (sav) yoludur.
Kerbelâ’yı
anlamak ve Kerbelâ’yı yaşamak, hakka, hakikate, hürriyete ve adalete sevdâlı
olmak demektir. Haksızlık karşısında direnmenin adıdır Kerbelâ.
Günümüz
Yezidlerine karşı çıkacak/çıkan Hüseyinlerin sayılarının az olması, zulmün
şiddetini arttırıyor. Genelde yeryüzünde, özelde İslâm beldelerinde tiranlık
yapan Yezidlere karşı çıkacak Hüseyinler lâzım gelmektedir. Şehitler Serdârı
Hazreti Hüseyin, “Ben azgınlık, makam ve fesat çıkarmak, zulmetmek için
Medine’den ayrılmadım. Ben, Ceddimin ümmetini ıslah etmek, marufa emir, münkeri
nehyetmek, Ceddim Rasûlullah’ın (sav) ve Babam Ali’nin (ra) çizgisinde hareket
etmek için kıyam ettim” der.
Bu
ay Kerbelâ’yı anarken, önemli bir tespitte bulunan tecrübeli gazeteci
Selahattin E. Çakırgil Bey’in bir yazısından küçük bir parça almayı münasip
gördüm:
“Hazreti
Huseyn’in Kerbelâ’da katliyle noktalanan ‘qıyâm’ı, İslâm’ı anlamak açısından da
bir merhale taşıdır. Ama bugün bir taraf, ‘O kanlı faciaya bizim elimiz
değmedi, dilimiz de değmesin’ mantığıyla ve Âşurâ gününün faziletine dair
‘rivayet’leri esas alarak, o günü ‘âşure tadlısı’ yapmaya indirgerken; diğer
taraf da Hazreti Peygamber’in (sav) Rıhleti* üzerinden henüz yarım asır
geçmekteyken işlenen o büyük cinayetin ‘niçin’inden çok ‘nasıl’ına dikkati
çekerek bir ‘folklorik gösteri’ geleneğine dönüştürmüşlerdir.
Böyle
yaklaşımlarla, o ‘Huseynî (k)qıyâm’ın gerçeği nasıl anlaşılabilir? Ki Köln,
Hamburg gibi Almanya şehirlerinde de, Ortaçağ masallarının temsili gibi canlandırılan
cinayet sahneleri yabancıları bir ‘karnaval şenliği’ndeymişçesine
eğlendirirken, o gruplar ise Hazreti Huseyn’in mesajının o topluma
yansıtıldığını sanıyorlar. Bugün her iki taraf da, yazık ki, ‘ifrat’ ve
‘tefrit’ arasında olup, bir ‘orta yol’ bulmaktan çok uzakta…”2
Maalesef
bugün Halep’ten Yemen’e, Gazze’den Myanmar ve Doğu Türkistan’a kadar İslâm
ülkeleri ve beldeleri âdeta birer Kerbelâ olmuş durumdadır. Kerbelâ’yı anlamak,
Hazreti Hüseyin’i iyi tanımaktır. Elbette Hazreti Hüseyin’in yolu, Allah’ın
Elçisi Muhammed Mustafâ’nın yoludur.
Bazı
vakalar vardır, etkisi yirmi dört saat sürer. Bazı vakaların menfi/müspet
sonuçları bir insan ömrü kadar sürer. Etkisinin ceremesi, işin muhatabı olan
nasların gönlünde ve o bölge coğrafyasında nekes bulur. Ama Kerbelâ vakası,
Müslümanların gönül dünyalarında ebediyyen yaşamalıdır.
Hazreti
Hüseyin (ra), zalime karşı mazlumun, hak aramanın ve hürriyetin sembolüdür.
“En büyük cihad,
zalimin karşısına çıkıp ‘Sen haksızsın’ demektir. Bin kere mazlum olsak da bir
kere zalim olmayacağız.”
Serlevha
hükmündeki bu sözlerin sahibi, Serdâr-ı Şüheda Hazreti Hüseyin ve bütün şehitlerimize
Allah’tan rahmet diliyorum.
1Aşkın
Şehidi, Ahmet Turgut, Kapı Yayınları
2Star
Gazetesi, 22 Eylül 2018 Cumartesi
*Rıhlet: Yolculuk, göç