“Yer, şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldığında”

Dürdane Aydın’ın, “Biz Suriyelilere taş atıyoruz ya, Mahmut isimli Suriyeli, tırnaklarıyla toprağı kazıya kazıya, elleri paramparça bizi enkaz altından çıkardı. Ben ölsem, asla o çocuğu unutmam!” demesi hâlâ kulaklarımda. Sonrasında da Mahmut Osman ile bir araya gelince boynuna sarılıp hıçkırıklar içinde ağlaması, nasıl teşekkür edeceğini bilememesi unutulabilir mi?

BİR deprem faciası ile sarsıldık. Sarsıldık ama birbirimize kenetlendik. Acımız elbette büyük! 6,8 gibi büyük ve 30-40 saniye arasında çok uzun süren bir depremdi bu. Başta Elazığ olmak üzere Malatya, Bingöl, Tunceli, Adıyaman, Diyarbakır, Mardin ve Şanlıurfa gibi illerde yoğun bir şekilde hissedilen deprem sonrası bin 190 artçı deprem yaşandığı kaydedildi. 41 canımızı kaybettik.

Depremde kimi kaynaklara göre 87 bina yıkıldı, bin 287 binada ağır hasar meydana geldi. 56’sının orta ve 876’sının az hasarlı olduğu aktarıldı. En büyük yıkım, Elazığ merkeze bağlı Mustafa Paşa ve Sürsürü mahalleleri ile Maden ilçesine bağlı Gezin Mahallesi’nde yaşandı.

Devletimiz tüm birimleriyle ânında olay yerindeydi. Bölgeye 25 bin 393 çadır ulaştırılırken, depremden etkilenen vatandaşlara 50 bin 960 kişilik sıcak yemek, 22 bin 470 kahvaltı ve 7 bin çorba dağıtılmıştı. Bakanlarımız geceleyin intikal ederlerken, Cumhurbaşkanımız ve heyeti de ertesi gün oradaydı.

AFAD, UMKE ve Kızılay gibi kurumlarımızın yanında nice yardım gönüllüleri de oradaydı. AFAD ve UMKE ekiplerimiz canla başla mücadele ettiler. İğne ile kuyu kazarcasına, 45 vatandaşımızı yıkılan binaların göçüklerinden, molozların arasından sağ salim çıkarıp hem bizi ekran başında ağlattılar, hem de haklı başarıları ile göğsümüzü kabarttılar. Allah hepsinden râzı olsun!

Hele UMKE görevlisi Emine Kuştepe’nin çabaları unutulacak gibi değil. O kızcağızın elinde telefonu ile “Azize! Azize!” deyişi, bir ömür hâfızalarımızdan silinmeyecek. Onun Kürtçe bilmeyen Azize Çelik’e Türkçe bilmeyen komşusu için aktarmasını istediği Kürtçe kelimeler, o inşaattan bu sayede sağ kurtarılan canlarımız elbette unutulamazdı.

2 buçuk yaşındaki Nüsra’nın hayata yeniden “Merhaba” dediği o görüntüleri, şaşkın şaşkın bakışları ve ardından annesi Ayşe Yıldız’ın kurtarılması unutulamaz.

12 yaşındaki Mustafa Emir Çiçek ile babası Selahattin, annesi Türkan ve ablası Kübra’nın kurtarılması elbette unutulamaz. Ve elbette diğerleri de…

Yine Suriyeli üniversite öğrencisi Mahmut Osman’ın Dürdane Aydın ile eşi Zülküf Aydın’ı kurtarması da unutulacak gibi değildi. Enkazdan çıkarıldıktan sonra Dürdane Aydın’ın, “Biz Suriyelilere taş atıyoruz ya, Mahmut isimli Suriyeli, tırnaklarıyla toprağı kazıya kazıya, elleri paramparça bizi enkaz altından çıkardı. Ben ölsem, asla o çocuğu unutmam!” demesi hâlâ kulaklarımda. Sonrasında da Mahmut Osman ile bir araya gelince boynuna sarılıp hıçkırıklar içinde ağlaması, nasıl teşekkür edeceğini bilememesi unutulabilir mi?

***

Depremin olduğu esnada Gaziantep’te yaşayan yayıncım, Serencam Yayınları sahibesi Gülşen Gazel Hanım ile telefonda görüşüyordum. Birdenbire Gülşen Hanım, “Abi deprem oluyor, çok kötü sallanıyoruz” dedi. Şaşırmıştım. “Geçti mi, geçti mi?” diye sürekli soruyordum. Ama geçmiyordu. O 30-40 saniye ne ise, onu telefonda yaşadım. Telefonu da kapatamıyordum. Sürekli sakin olmalarını söylüyordum. Nihâyet “Durdu” deyince “Geçmiş olsun” deyip kapattım. Ardından hemen bilgisayardan nerede deprem olduğunu araştırmaya başladım.

Henüz televizyonlara düşmemişti… Derken hem bilgisayarda, hem de TV kanallarında depremin merkezinin Elazığ olduğunu öğrendim. Ama sonuç ürkütücüydü: 6,8’lik çok büyük bir depremdi!

Hemen Elazığ’da okuyan yeğenimi aradım. Ama ulaşamıyordum. Endişe etmeye başlamıştık. Kardeşimi arayıp durumunun iyi olduğunu öğrenince biraz rahatladım. Ama Elazığ’da arkadaşlarım vardı. Hemen onları aradım. Seslerini duydum, çok şükür bir zararları olmasa da depremin şokunu hâlâ atlatamamışlardı. Malatya’daki arkadaşlarımıza da geçmiş olsun dileklerimizi bildirdik. Bu esnada telefonların fazla meşgul edilmemesi uyarıları geliyordu. Biz de o gün bir daha kimseyi aramadık. Ertesi gün tekrar görüştük hepsiyle…

Deprem tüm ülkeyi baştan sona kenetlemişti. Ordulu kızımızın, “Canınız yanarsa canımız yanar. Keşke orada olup size kendi ellerimizle yardım edebilsek” sözleri bizi de duygulandırmıştı.

***

Milletimiz bu kadar kenetlenmişken, yine bazı asalaklar, sosyal medya üzerinden provokasyonlara başlamışlar. Merak bile etmedim. Akrebin tabiatı sokmaktır. “Allah ıslah etsin!” diyorum…

Yine siyâsî mülâhazalara zemin sağlamak için bir iki tiyatro gösterisi de gözlerimizden kaçmadı. Onları da “Lâ havle” diyerek Allah’a havale ettik. Bunların söz ve fiillerini buraya taşımak da istemedim. Zaten bazılarına usta kalemler tarafından gerekli cevaplar verildi. Onlara da teşekkür ediyorum duygularımıza tercüman oldukları için.

Rabbim bir daha böyle afetler yaşatmasın milletimize, ümmetimize, hâsılı tüm insanlara…

Ancak bizler de artık gerekli tedbirleri almak, sağlam binalar yapmak zorundayız. İnsan hayatı bu kadar ucuz değil. Yeterli mühendislik hizmeti alınmadan, zemin etüdü yapılmadan bina yapılmamalı. İnşaatta demirden, çimentodan, kumdan, velhasıl malzemeden çalarak insanlarımızı ölüme terk etmeyelim. Bunu yapanlar düpedüz katil oluyorlar. Artık bu şuurda olmak zorundayız.