
GERİDE kalan senenin bizden neler aldığını yazarak başlamak istedim ama baktım ki hep bilindik cümleler, tanıdık acılar… Sonra vazgeçtim, mendil niyetine…
Yaşadıklarımız ülke sınırları ile sınırlı değil. Kaldı ki, sınır dışında yaşananlar dahi yine bizi ilgilendiriyor. Apartman hayatının köyleri ve mahalleleri bitirmesi gibi tekno-çağ da “küresel” başlığında ülkeleri hatta, kıtaları birbirine bağladı. Buna da “yeni dünya” dediler.
Ama ben, yeni dünyadan memnun değilim. Değilim, çünkü değişen çok şey var; şehirler, mekânlar, otomobiller, telefonlar, eğitim, spor ve tıp alanındaki yenilikler, denizaltına ve uzayın derinliklerine yapılan yolculuklar…
Değişmeyen tek şey insan!
“Huylu huyundan vazgeçmez!” diye bir söz var. Değişim isteyen insanoğlu, inatla kendisini değişime tâbi tutmaz. Ona göre değişmesi gereken tek şey, etrafındaki insanlar ve eşyalardır. Hele hele sitemle uğurladığımız 2023’ten sonra yeni konuğumuz 2024’e yüklemiş olduğumuz misyondan sonra…
Bu misyon, onun altından kalkamayacağı büyüklükte. Çokça talep iliştiriyoruz o mümtaz (!) gecede yapılan ve “Keşke gerçekleşse” diye hayâl kurduğumuz ritüellere…
Sabahında daha dingin, daha mutlu uyanmamız gereken senenin ilk günü, bedenimizdeki değişimin yorgunluktan ibaret olduğunu, zihin dünyamızda ise herhangi bir değişim yaşanmadığını fark ediyoruz.
Kasvetli olan hava mıdır, yoksa bilinçaltımıza yüklediğimiz olumsuzluklarla yoğun temasımız mı?
“Duvarı nem, insanı gam öldürür” tecrübesine bakarak hangi eylem duvarı ayağa kaldırmış ve hangi şifa terkibi ölüyü diriltmiş, hepsi muamma.
Kopardığımız her yaprak -ki bugün dördüncüsü-, dalından koparılmış bir yaprağa dönecek. Dünyaya tamah edip para biriktirirken ömür sermayemizin hızla tükendiğini kaçırıyoruz. En çok da dostlarımızı ihmâl edip eksilttiğimizde… Bu hâl ile nereye gidebiliriz ki? İnsan için öteye gitmek de kaos. Hele hele inanan insan için…
Ya Cennet yoksa? Ki var.
Ya Cehennem varsa? Ki var.
Bizi soluduğumuz tozlar, yuttuğumuz karbon monoksit, şeker, karbonhidrat ve yağlar, hatta antibiyotikler değil, insan yoruyor, insan vuruyor. Hem de ense kökümüzden. Vurulunca doğrulamıyoruz. Bel bükülünce beli bükülen ağaca teslim oluyoruz. Gözlerin, kulakların yetisi azalıyor. “Azalmak iyi mi?” derseniz, “Dünyanın en korkunç şeyi” derim. Oysa yola insan çoğaltmak için çıkmıştık. Yenilik ve yenilenmek isterken nasıl oldu da yenildik? En önemlisi, biz nerede yanlışa düştük?