KADİR Mevlâ
himmet etti, güç verdi. Yüce dağlar selâm durdu, sıradağlar elverdi. Ötüken’den
Ankara’ya yol verdi. Altaylardan Tuna’ya coşkun akan sel verdi. Hakkı söylesinler
diye Yûnus’lara dil verdi.
Secdeler kılındı Rahman’a.
Gül’ün kokusu yayıldı cihana. Ezan sesleri ta Viyana’dan duyuldu. At
kişnemeleri nal seslerine, ok gıcırtılarına karıştı. Alperenler birbiriyle
yarıştı. Nice melek, askerlerin arasına karıştı. Yol belli, menzil uzun! Hedef,
sevgi ırmağı… Bu, çileli bir tırmanıştı.
Üç kıtada benim sesim
gürledi. Aşkımızdan dağlar taşlar terledi. Gök mahmuzlu süvariler atlarına hız
verdi. Zulüm sona erdi. Kararan gönüllere yaz geldi, yetimler sevindi, garipler
güldü.
Malazgirt’te Alpaslan’dı
ışık olup parlayan, Söğüt yaylasında bir kara Osman. Edebali soylu, kutlu
kahraman. “Allah birdir!” sözüydü doruklarda şahlanan. Bu imandı şefkatiyle
cihanı saran. Gönüllerde O’ydu tahtını kuran.
Derken, bir kara kış,
amansız tufan, yumak yumak çile, ıstırap, buhran, bir kasırga esti yüreğimize. Kem
gözler mi can evimize? Ne oldu haykıran gür sesimize?
Cadıların kazanları
kaynadı. Büyücüler düğümleri bağladı. Kör şeytanlar kıs kıs gülüp oynadı. Sağır
sultan işitti de şehzadeler duymadı. Ateş düştü ocağıma, yine özüm aymadı. Aç
nefisler, ne çare ki doymadı!
Düşmanların yüreğine korku
salan Şamil edalı kartallarım vuruldu. Şahin’lerim dönmez oldu yuvaya. “Uyan
şahin uyan!” ocağında yarasalar tünedi. Toprağında cirit attı tilkiler.
Fatih’lerin mirasını hoyratça tüketti mirasyediler. Ulubatlı’nın taşıdığı
sancak indirildi burçlardan. Selahaddin-i Eyyubî’siz Kudüs’tü mahzun kalan.
Şehitlerin kemikleri sızladı. Şairin yüreğinden mısralar kanatlandı:
“Mezarda kan terliyor babamın iskeleti,/ Ne yaptık, ne
yaptılar mukaddes emaneti?”
Nerede Zülfikâr’ın dolunay
şavkı? Aslan yürekli, çelik bilekli yiğitlerin neydi bizlerden farkı? Gün olur,
feleğin kırılır çarkı. Dilimizde çağa destan, nağme nağme bir şarkı:
“Kırılır da bir gün bütün
dişliler,/ Döner şanlı şanlı çarkımız bizim./ Gökten bir el, yaşlı gözleri
siler;/ Şenlenir evimiz barkımız bizim.”
Filizlenir gönlümüzün
baharı. Bize rahmet kılar yârlerin yâri. Anadolu’m ezan, tekbir diyarı… İşte
budur yiğitlerin kararı!
Vatan ufuklarını sardı
ılık bir nefes. Yiğitlerden yükseldi kararlı bir ses: “Vatan candan aziz,
bayrak mukaddes!”
Çorak toprakları yeşertmek
için, çatırdasın diye zulmün çatıları tutuştular el ele. Al bayrak geldi dile. Zifiri
karanlığı boğdular. Yepyeni bir hayata doğdular. Gökyüzünden küme küme
yıldızları sağdılar. Muhteşem bir destan yazan, yepyeni bir çağdılar. Yeryüzü
dar gelse de başlarına, “o erler ki”,
gönüllere sığdılar.
Heyhat! Yüreğinizdeki
buzlar erimez mi? Hâlâ kapıya dayanan tehlikeyi sezmez misiniz? Yangın evimizi
sarmışken gönüllerdeki Frenk ipinden halatlara ne demeli? Şafak söktüğünde
zafer çiçekleri dermeli.
Yağmur sıcağıyla
kavrulurken çağlar, serin dağ başlarına kuruluyor otağlar. Şahit olun insanlar!
Şahittir dağlar taşlar. Muhteşem bir yürüyüş bu topraklarda başlar. Gülecek
elbet millet, bitsin artık savaşlar!
“Yüzleri dost, özleri
düşmandan” usandık artık. Kurusun ihanetin ocağı. Medeniyet burcunun bayrağı
yapalım gelecek çağı. Yüzde değil, özde dost olan, isyanı bastırıp vefa yurduna
konan, yüreği buram buram aşkla yanan, her zerresi sevgiyle boyanan, kalbi
sevdayla ürperip gözleri yaşla dolan, Muhacir gibi, Ensar gibi birbirine
sımsıkı bağlanan, kardeşinin ayağına diken batınca yüreği kamayla
yarılmışçasına ıstırap duyan, savaş meydanında susuzluktan ciğeri yanarken yanı
başından gelen sesle irkilip “Suyu kardeşime götür, o içsin!” diyerek şehadet
şerbetini içen, Akabe’dekiler ve Ayneyn’dekiler misali sözünde duran
kahramanlar oldukça kimmiş zafer türkülerini susturacak olan?
Gönül erlerinin dilinden kanatlansın yeniçağa kutlu destan!